Pages

8 Ağustos 2011 Pazartesi

0 Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı


Kürt tarihi; istilacılara, yağmacı ve çapulculara karşı başkaldırılar tarihi olduğu kadar ihanetler ve iç çatışmalar tarihidir de. Kürt özgürlük hareketlerinde de bu ikili at başı gitmiştir. Başlayan her başkaldırı beraberinde ihanetin izlerini de taşımıştır. Büyük ozan Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn‘indeki büyük aşk ile aşıkların peşini hiç bırakmayan o kötü adam Bekoewan gibi… Kuşkusuz  bu doğal bir diyalektiktir. Özgürlük-kölelik, aydınlık-karanlık, gerçekliğin iki yüzüdür. Biri olmadan öteki olmaz. Ancak onurlu ve insanca bir yaşam için aydınlığın karanlığa, özgürlüğün köleliğe baskın gelmesi de bir zorunluluktur.
Kürt insanı bugüne kadar bütün uğraşlarına rağmen aydınlık yüzü görememiş ise, bunu engelleyen birçok nedenin başında bu iç çekişmeler, siyasi çatışmalar, aşiretler arası kavgalar, kan davaları ve ihanetler vardır. Tarihimizin bu dramatik olduğu kadar ders verici sayfaları ne yazık ki yeterince araştırılmamış, üzerinde durulmamıştır. Oysa bu sayfaların tek tek çevirip incelenmesi ve gözler önüne serilmesinde, büyük yarar olduğuna inanıyorum.  Bu Bekoewanlar, bazen Hamidiye Alayları, bazen Yezdanşer’ler, bazen hain Kasolar, bazen korucu orduları, bazen ilkel çağlardan kalan anlayışlarla birbirini boğazlayan aşiret liderleri, bazen de demokrasi söz konusu olunca mangalda kül bırakmayan ancak kendisi gibi düşünmeyen herkesi “ilkel milliyetçi” veya hain kabul eden siyasi oluşumlar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Tabi ki bu toprakların yüz akı Kadı Muhammetler, Mele Mustafa Barzaniler, Şeyh Saitler gibi daha nice aydınlık, güzel yüzleri de vardır. Öyle ya kimi kahramanlıklarıyla, güzellikleriyle, gönüllerde taht kurar, kimileri de ihanetleriyle, kötülükleriyle, çirkin yüzleriyle tarihe geçer. Yeni kuşakların bu çirkin ve güzel yüzleri bir birinden ayrıt etmesi, geleceği şekillendirmede büyük bir önem taşır. Ama önce onları iyi tanımalıdır.
İşte bu çerçevede ele alınması gereken, oldukça ilginç ve incelemeye değer olduğuna inandığımız; fakat çok yöresel olması nedeniyle pek bilinmeyen II. Haco olayı (1896) ve bu olaya bağlı olarak Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu’nda meydana gelen gelişmeleri tarihsel süreç içinde değerlendirmeye çalışacağız. 
Aslında olay, bir yanıyla coğrafyamızın aşina olduğu tipik bir aşiret çatışması olarak görülebilir. Bu anlamda sıradanlık arz eder. Ancak diğer yanıyla Kürt toplumunun sosyal yapılanması, bu yapılanmanın siyasal hayata yansımalarıyla ilgili fikir vermesi, devletin olaydaki rolü ve “Kürdü Kürde kırdırma” politikasının çok bariz bir örneği olması nedeniyle üzerinde durulmaya değer. Bir yandan aşiretler arası kanlı hesaplaşmalar yaşanırken, diğer yanıyla devlet aleyhtarlığı ve Kürt milliyetçiliği ile devlet yandaşlığı şeklinde bir kutuplaşma da sürekli mevcut olmuştur. Hevêrkan’da milliyetçi ve özgürlükçü eğilimler yaygın iken, ezeli rakibi Dekşuriler arasında ise bu eğilimler pek görülmediği gibi, devlet yandaşlığı ağır basmaktadır. Doğal olarak devlet (Osmanlı Devleti) bunu karşılıksız bırakmamış ve iki taraf arasında yaşanan çatışmalarda yandaşını ödüllendirmiş, ona her türlü desteği vermiştir. Çünkü izlenen Kürdü Kürde kırdırma politikası için bulunmaz bir fırsattı ve bunu sonuna kadar kullanmak imparatorluğun geleceği açısından hayati öneme sahipti. Işte bu yönü ile de incelemeye değer bir konudur.
Hevêrkan; Mardin, Nusaybin, Midyat, Gercüş, Hasankeyf ve buraların kırsal kesimine yayılan büyük bir Kürt aşiret konfederasyonudur. Toplam yirmi dört aşiretten oluşmaktadır. (Alikan, Seyidan, Dumanan, Dalmakyan, Kerçusi, Arabiyan, Mızızexi, Salihan, Dêrhavi, Durikan, Deskan, Gerger, Mıhalmi, Kasik, Kuresa, Silêmanan, Şapisini, Tori, Aliki, Beravi, Moman, Mizidax, Dasikan) Bunların bir kısmı Yezidi, bir kısmı Müslüman hatta Hıristiyan olanları da vardır. Osmanlılar döneminde uzun yıllar Botan Emirliği’ne bağlı yaşadılar. (1812-1847) Emirlik iç işlerinden serbest, dış ilişkilerinde Osmanlı yönetimine bağlıydı. Yıllık vergi öder ve gerektiğinde padişaha asker yollardı. Bu  dönemde bölgede bir barış ve huzur ortamının mevcut olduğu birçok tarihçi tarafından belirtilmiştir. Kuşkusuz bunda ünlü Kürt prensi Bedirxan Bey’in adil ve hoşgörülü yönetiminin büyük rolü vardır. Merkezi Cizre olan Beyliğin başına geçmesiyle kısa sürede nüfuzu Yukarı Mezopotamya’nın büyük bölümüne, Iran’ın Şıkak mıntıkasına kadar yayılmıştı. Bu sınırlar içinde yaşayan Müslüman Kürtler, Keldaniler, Nesturiler, ve diğer Hıristiyan azınlıklar çatışmalardan uzak, barış içinde yaşama fırsatı bulmuşlardır. Hatta Bedirhan Beyin farklı dinlerden gençleri evlendirmeye teşvik ettiği bile söylenir. Sarayında ve yönetim kademelerinde Kürdistan coğrafyasında bulunan hemen her dinden, etnik kökenden insanlar bulunmaktaydı. Zaman zaman meydana gelen huzursuzluklar da daha çok sosyal ya da siyasal temelde olurdu. Dış kışkırtmalar olmadığı sürece salt dini ya da etnik temele dayalı çatışmalara hiç rastlanmazdı denilse yerinde olur.
İşte Hevêrkanlılar da bu huzur ortamından nasiplenmişlerdir. Konfederasyona bağlı her aşiretin başında bir lider olmasına rağmen Cizre’ye mutlak bağlılık gösterilir, gereksiz çekişme ve rekabet pek görülmezdi. Bedirhan Bey aşiretler arası gerginliklerin giderilmesi, birlik ve beraberliğin kurulmasına hayati derecede önem verirdi. Bu anlamda oldukça başarı da sağlamıştı.  Osmanlıdan tamamen ayrılıp bağımsızlığa kavuşmanın yolunun buradan geçtiğinin bilincindeydi. Mir’in izlediği bu akıllı ve planlı politika Botanı, Kürtler için bir cazibe merkezi haline getirdi. Gün geçtikçe nüfuz alanı genişliyordu. Insanları ekonomik sıkıntıya sokmayacak derecede hafif vergiler koyması, adil bir yargılama sistemi geliştirmesi, rüşvet ve ayrımcılığı yasaklaması, baskı ve haksızlıklara son vermesi giderek onu, katı ve despot Osmanlı yönetimine karşı alternatif bir güç yapmıştır. Kürdistan coğrafyasının birçok beylik ve aşireti Cizre yönetiminin etrafında bir araya geliyordu. Gücü günden güne artıyordu. Gücünden iyice emin olduktan sonra 1836 yılında bağımsızlık için isyan bayrağını açtı.
Tüm bu gelişmeler, zaten her yönden darbe üzerine darbe yiyen imparatorluk yöneticilerini ciddi ciddi tedirgin etmektedir. Batıdaki Balkan topraklarında milliyetçilik akımı giderek etkisini göstermekte ve bağımsızlık hareketleri şiddetlenmektedir. Bölgede ipi göğüsleyip bağımsızlığa kavuşan ilk ulus Yunanlar oldu (1829). Bunu örnek alan Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Romanyalılar vb. diğer uluslar sırada bekliyor, yoğun bir mücadele veriyorlardı. Doğuda Mısır valisi M. Ali Paşa ile başı dertte idi; ancak Avrupa topraklarındaki gibi milliyetçilik akımının etkisi pek görülmüyordu. M. Ali Paşa isyanı birtakım idari, sosyal ve ekonomik nedenlere dayalı olarak çıkmıştı. Bağımsızlıkçı ve milliyetçi hedeflerden uzaktı. Arap coğrafyasında da bu anlamda henüz bir kıpırdama yoktu. Ama hiç olmayacak anlamına da gelmiyordu. Işte Botan Mirinin faaliyetleri tam da bu hassas döneme tekabül ediyordu. Hareketin başarı göstermesi demek Arap ve diğer doğu uluslarının bağımsızlığa kavuşmaları için takip edecekleri bir yolun açılması demekti. Doğal olarak Osmanlı Devletinin böyle bir bağımsızlık hareketinin oluşmasına tahammül göstermesi beklenemezdi. Bu nedenle de hiç vakit geçirmeden, çok yönlü saldırıya geçti. Öncelikle bir yandan bölgeye büyük bir orduyu sevk ederken, diğer yandan en bildik ve etkili yöntemleri de devreye soktu: İçerden çökertmek… Önce yıllarca Kürt halkıyla birlikte yaşayan Nesturîleri, yöreye gönderdiği ajanları aracılığıyla kışkırttı. Kürt yönetimine karşı baş kaldırmalarını sağladı. Cizre yönetimi epey uğraşmak zorunda kaldı. Bu isyan bastırılırken hiç istenmeyen, acıklı olaylar yaşandı. Daha sonra bizzat Botan Miri’nin yakını ve komutanlarından Yezdan Şêri İngiliz ajanlarının da yardımıyla kandırarak yanına aldı. Gücü bölünen ve iyice hırpalanan Mir Osmanlı ordularına yenildi. “Böylece Kürt özgürlük hareketlerinin yenilgi sebeplerinden en önemlisi olan bir sebeple Bedirhan Bey Hareketi de 1847 yılında sona erdi.”
 Botan yönetiminin sona ermesi bütün Kürdistan coğrafyasında olduğu gibi, Hevêrkan mıntıkasında da  kara günlerin başlangıcı oldu. Daha önce bütün aşiretlerin seçtiği bir temsilci aracılığıyla Botan Miri’ne bağlı olarak huzur ve güven içinde, çatışma ve kavgadan uzak yaşayan konfederasyon üyesi aşiretler arasında liderlik kavgaları başladı. Buna Osmanlı yönetiminin “böl yönet” politikası da eklenince uzun yıllar Hevêrkan bir kaos ve kargaşa ortamında debelenip durdu. Kardeş kanı durmadan aktı. Çatışmalar, didişmeler, karşılıklı talan ve yağmalama hareketleri yıllarca sürdü. Bu mücadelelerin sonunda liderliği Mala Seyhan ele geçirdi. Ele geçirmekten daha çok bütün aşiretlerin üzerinde anlaştığı, uzlaştırıcı bir hanedan olarak başa getirildi, demek daha doğru olur. Bu aynı zamanda bir  barış dönemiydi.  Kısa süren barış döneminin ardından Erebiyan aşiretinin lideri Mala Eliyê Remo yönetimi ele geçirdiler. Ancak karşılarında Alikan aşiretinin lideri Mala Osman gibi zorlu bir rakip vardı. Bu nedenle de sağlıklı bir otorite kuramıyorlardı. Yıllarca Hevêrkan bu iki ailenin güç gösterisi ve rekabetine sahne oldu. Bu nedenle yörede onlara “Hevêrkan Sultanları deniyordu”. Her ne kadar yörede Mala Aliyê Osman despot ve kaba davranışlarıyla tanınsalar da etkinliklerini sürdürmesini bildiler. Hele II. Haco’nun aşiret yönetimini ele geçirmesiyle etkinlikleri daha da güçlendi. O despot gelenekler terk edildi. Birşey de daha değişiklik yapıldı;  o da içe dönük rekabettin tali plana atılmasydı. Artık Haco’nun hedefinde sadece Hevêrkan’ın liderliği yoktu. Içe yönelik izlediği ılımlı ve akıllı politikayla Konfederasyon üyelerinin büyük bir kısmının aktif desteğini aldı. Ona bağlanmak istemeyen bazı aşiretlere karşı zor kullanmaktan geri kalmadı. Genel olarak kontrolü ele aldıktan sonra bölgenin büyük bir aşireti olan Dekşürilere yöneldi. Bu aşiret liderleri Hevêrkan’la sürekli çatışma halinde oldukları gibi hiçbir zaman Botan Kürt yönetimine bağlanmamışlardır.  Osmanlı ordusunun Bedirhan Bey güçleriyle çatışmasında da Osmanlıya büyük destek vermişlerdi. Bu nedenle Hevêrkan’da onlara karşı geleneksel bir öfke vardı. Devletin Kürdistan’da izlediği “böl ve yönet” politikasına büyük bir kolaylık sağlayan  bu husumet, bilinçli ve planlı bir şekilde körüklendi. Devlet güçleri iki taraf arasında yaşanan çatışmalarda sürekli taraf oluyordu. Geleneksel müttefiki Dekşurilerin yanında yer alıyor ve onlara her türlü yardımı yapmaktan geri kalmıyordu. Haco’nun saldırısına karşı bir yandan silahlanan Dekşuri liderleri, diğer yandan Mardin’e giderek hakkında tutuklama kararı çıkarttırmış ve bölgeye sevk edilen ordu güçleriyle birleşerek saldırıya geçmişlerdi. Bölgede büyük bir kıyım gerçekleşmişti. Fakir Kürt köyleri yakılıp yıkılmış, talan edilmişti. Bu üstün güç karşısında gerileyen Haco, müttefiki olan Seyidan mıntıkasına çekilmek zorunda kalmıştı.
Seyidan bugünkü Gercüş kazasına bağlı yedi köyü (Haft Gundê Seyida) kapsamaktadır. (Bêcirman, Xanıka, Xırbıh, Merciya, Bılaxş, Seyarê ve Batêrgız) Her ne kadar kesin tarihi kanıtları yoksa  da Hz. Alinin yani Peygamberin soyundan geldiklerine inanılır. Bu nedenle onlara Seyit deniliyor. Hevêrkan konfederasyonun önemli bir koludur. Liderleri Mala Cibo dur. Aşiret sancağının merkezi olan Bêcirman Kürtçe de “vergisiz” anlamına gelmektedir. Inanışa göre Botan Mirleri seyit oluşları nedeniyle bu köyden hiç vergi almazlarmış. Bu ismi de onlar koymuş. Çünkü onların da kökeni peygambere dayanıyormuş. Gerçekten bazı kaynaklarda Botan Mirlerinin, kökenlerinin peygamber soyundan geldiğini iddia ettiklerini yazmaktadır. Seyitlere gösterilen ayrıcalığın nedeni de buymuş. Cumhuriyet döneminde Kürtçe isim taşıyan bütün yerleşim birimlerin ismi değiştirilince bizim “vergisiz” anlamına gelen Bêcirman da bu değişiklikten nasibini almış ve adı “Vergili” olmuştur.
1896 Yılının bahar aylarıydı.  Bêcirman’ın etrafındaki meşe kaplı tepelere teğet geçen gök mavinin altında doğanın bütün renkleri iç içe geçmişti. Her taraftan canlılık ve tazelik fışkırıyordu.  Çalılıkların arasında tavşan, sülün ve keklik sürürleri kaynaşıyordu. Meşe ağaçlarının dalları arasında çeşit çeşit kuş türü uçuşuyor, cıvıldaşıyordu. Daha yükseklerde güzel gözlü ceylanlar geziniyordu. Seyidan lideri Mehemedê Cibo bu mevsimi hiç kaçırmaz, hep ava çıkardı. Özellikle de keklik avına meraklıydı. Çok çeşitli av hayvanının olmasına rağmen o yalnız keklik avlıyordu.  Hatta zaman zaman av yasağı koymasına rağmen keklik avına ses çıkartmıyordu. Nedeni sorulduğun da “soyuna düşman olan bir hayvandır da ondan” diyordu. Ama neredeyse av mevsimi sona ermesine rağmen henüz ava çıkmamış ve çıkmaya hiç niyeti de yoktu. Yüksekçe bir tepeye kurulmuş, küçük bir şatoya benzeyen, beyaz kesme taştan yapılmış kasrındaki can sıkıcı sessizlik ve tedirginlik doğanın buram buram yaşam kokan o canlılığıyla tezat oluşturuyordu. Yaşı oldukça ilerlemiş olmasına rağmen sağlıklı ve dinç görünmekteydi. Üzerinde geleneksel Kürt kıyafeti vardı. Belindeki kuşakta gümüş ve sedef işlemeli hançerin kabzası görünüyordu. Yanında bulunan dört adamı göğüslerinde çapraz fişeklikleriyle, tam donanımlı silahlıydı. Kasrın ikinci katında köyün dağlık kısmına bakan, duvardan duvara halılarla kaplı odasında gözünü pencereden ayırmıyordu. Elindeki dürbünle arada bir uzaktaki dağları tarıyordu. Oldukça tedirgin görünmekteydi. Yaşı artık elvermediği için çatışmalara katılmıyor; ancak Haco’ya silah ve adam desteği veriyordu. Gelişmeleri yakından takip etmekteydi. Aldığı son haberlere göre, Haco liderliğindeki güçlerin Dekşüran ve devlet güçleri tarafından kuşatıldığı ve çok zor durumda kaldığıydı. Mardin’den gelen askeri birlikler çemberi daraltıyorlardı. Hevêrkan güçleri dağılıyordu. Haco, etrafında kalan az bir güçle teslim olmamak için direniyor, çatışmalar devam ediyordu. Ancak giderek ağır kayıplar vermiş ve etrafında çok az adam kalmıştı. O anki yalnız kalışını ve buna rağmen savaşı sürdürmesini dile getiren bir tekerleme günümüze kadar söylene gelmiştir:
                    
“Heft kurê Haco hene
Yek jî Hesen e
Her heft bi teyare ne**
Li pişt bavê xwe ne
Lê çibkim şer kiriye bi tenê”
       
Sonunda  Dekşuran liderlerinden biri askeri birliğin komutanına şöyle bir fikir verir;
“Biz Kürtler namusumuza çok düşkünüz. Eğer Haco’ya karısını yakaladığınızın haberini bir şekilde iletirseniz, dayanamaz gelir teslim olur.”
Derler ki kadın elbisesi giydirilmiş bir askeri ata bindirerek onun göreceği bir yerden askeri bir birliğin nezaretinde geçirirler. Gerçekten balık oltaya takılır. Haco uzaktan dürbünle askerin hareketlerini izlerken, atın üzerindekini karısı sanır. Beyninden vurulmuşa döner. “Namusumuz kalmıştı, oda gitti. Ayşani yakalamışlar. Ben teslim olmaya gidiyorum.” diyerek arkadaşlarıyla vedalaşır ve hükümet güçlerine teslim olur.
Olayın ibret verici yanı bundan sonra başlar. Bir süre askerlerin elinde tutuklu kalır. Mardin cezaevine gönderilmesi bekleniyordu. Çünkü hakkında tutuklama kararı vardır. Ancak öyle olmaz. Yukarılardan gelen bir emirle can düşmanı Dekşuran liderlerinden Cimoya teslim edilir. Askeri birliğin komutanı:
“Bu adam sizden birçok kişiyi öldürdü. Köylerinizi talan etti. Bu nedenle Cezasını da siz verin.” der. Ne adalet ama!
Cimo kulaklarına inanamıyordu. Hevêrkan lideri, can düşmanı elindeydi artık. Daha ne istesin. Bunun tadını çıkartmalıydı. Önce Haco’nun el ve ayaklarını bağlar. Onu bir süre yanında esir tutar. Daha sonra öldürmeye karar verir. Bu karara Dekşüran liderlerinden Ismail Ağa: “Haco gibi bir yiğit öldürülmemeli” diyerek karşı çıkar. Bu tavrından dolayı İsmail Ağa’nın ailesi olan Mala  Hesenê Şemdin ile Haco’lar arasında günümüze kadar süregelen bir dostluk vardır. Ancak Cımo ikna edilemez. Ele geçirdiği fırsatı değerlendirmekte kararlıdır. Kararından vazgeçmez. Birkaç adamıyla Haco’yu uygun bir yere götürür. Sonra yere yatırarak kurbanlık bir koyun gibi kafasını kesmeye çalışır,hançerini  gırtlağına dayayıp ileri geri sürtmeye başlar; ancak birkaç denemeye rağmen başaramaz. Bunun üzerine Haco: Oğlum,  adam öyle boğazlanmaz. Kurbanlık koçlar öyle kesilir. Erkek adamın kafası enseden kesilir diye seslenir. Bu uyarıyı dikkate alan Cimo, uzun bir uğraştan sonra başarır ve Haco’nun kesik kafasını heybesine koyarak atına atlar. Nereye mi?  Kazandığı zaferi ! dosta düşmana duyurmak ve özellikle yanında kalabalık bir askeri birliğin hazır desteği varken düşmanlarına gözdağı vermek için Hevêrkan’a…
Hevêrkan olayın etkisiyle adeta felç olur. Korkunç bir sessizliğe bürünür. Yediden yetmişe karalar bağlar. Erkekler ölüm sessizliğine gömülürken, kadınlar ağlamama yemini ederek, iç paralayıcı ağıtlar yakar, Haco’nun yiğitliği üzerine türküler söylenir. Bêcirman kasrında durum pek farklı değildir. Olay işitilir işitilmez kadınlar bütün süs eşyalarını çıkartıp özel yas elbiselerini giyerler. Erkekler silahlanıp kasırda toplanmaya başlar. Intikam için izin isterler. Ancak Mıhemmed onları sakinleştirir;
-Sabırlı olun. Şu anda yapılacak hiçbir şey yok. Dağda binlerce asker var. Evinize gidin benden haber almadan da sakın bir şey yapmaya kalkışmayın. Aldığımız haberlere göre Cimo askerle birlikte Hevêrkan’ı geziyormuş. Mutlaka bize de uğrayacaktır. Sakın içinizden biri delilik yapmasın. Şimdi herkes evine gitsin.
Olayın üçüncü günüydü. Öğle sonrasıydı. Adamlarından biri nefes nefese odasına girer. Adam güçlükle konuşur;
-Efendim… asker… asker … geliyor. Yanlarında Dekşüriler de var.
-Ne … Ne diyorsun oğlum? Doğru mu dersin?
-Evet efendim… Dağ taş asker dolu. Askerle beraber konağınıza geliyorlar. Misafiriniz olmak istiyorlar. Haber gönderdiler. Birikê(Bêcirman’dan bir saat uzakta bulunan bir köy)den buraya geliyorlarmış.
Bir süre eli çenesinde, Haco’nun yası nedeniyle epeydir kestirmediği sakalını kaşıdıktan sonra adamına;
-Öyleyse onları karşılayın. Silahlılara da söyleyin köye dağılsınlar,der.
Hızla dışarı çıkan adam bir süre sonra Dekşuran liderini ve yanında  birkaç rütbeli askerle içeri alır.
-Selamınaleykum Mehemet, Allahın misafirini kabul eder misin?
-Bilirsin Cimo Hevêrkan’da misafir ağırlamak bir gelenektir. Düşmanımız da olsa kapımıza geleni geri çevirme töremizde yoktur. Ama sen  askere dua et, sen de biliyorsun ki onlardan olmasaydı bu odaya cesedin girerdi. Buyurun. Şöyle geçin. Rahatınıza bakın.
Gösterilen yerlere otururlar. Hiçbir şey olmamış gibi, yıllardır can düşmanı olan bu iki insan zoraki de olsa sohbete başlarlar. Askerler Kürtçe bilmedikleri için dinleyici durumundaydılar. Yemekler yenilir, bol bol tütün içilir, kahveler yudumlanır.
 Derler ki, yemekten sonra bir ara Cimo şöyle bir laf eder:
-Mihamed biliyor musun heybemde çok güzel bir Midyat karpuzu var. İster misin ortaya getirip kırayım?  (Haco’nun kafasını kastederek…) Bunun üzerine ortalık aniden gerginleşir. Ev sahibi ne demek istendiğini anlar ve Dekşuran  liderine kapıyı göstererek sert bir şekilde; “misafirlik bitti. Hemen kalkıp gidin. Yoksa o beş para etmez kelleni şuracıkta uçuracağım” der. 
Misafirler(!) Kalkıp giderler. Ama kin ve öç alma duygusu Hevêrkan’ı hiç terk etmez. tam tersine daha da çöreklenir. Olay öyle kolay unutulacak tipte değil. Haco’nun ardından kargaşa başlar. Iki taraf arasındaki husumet daha da alevlenir. Hevêrkanlar bir yandan intikam peşine düşerken diğer yandan liderlik kavgaları başlar. Bütün rakipler Haco’nun intikamını alanın liderliği de doğal olarak ele geçireceğini biliyorlardı. Bu nedenle Cimo ve ailesine yönelik amansız bir takip başlar. Bu takip yıllarca devam eder. Nihayet Haco’nun amca oğullarından Alikê Batê muradına erer… Haco’nun intikamını alır. Üstelik çok daha dramatik ve acımasız bir şekilde. Alikê Batê kurduğu bir pusuda  Cimo ve oğlunu ele geçirir. Önce çok genç yaşlardaki oğlunu gözleri önünde,  öldürür. Sonra da oldukça ilerlemiş yaşına rağmen onu öldürür. Derler ki; onları yakaladıktan sonra Haco’nun kafasının kesildiği yere (Seyidana) götürür. Amacı  Haco’nun kafasının kesildiği yerde aynı yöntemle intikamını almak.  Baba-oğullun kafalarını kesmeye çalışırken oradan sakallı, yeşil sarıklı bir seyit geçer. Seyit: “ikisini de öldürdün. İntikamını aldın, yeter. Fazlası sana yakışmaz” diyerek onu vazgeçirir. Bunun üzerine kafa yerine kurbanların  kulaklarını keser. Sonra da kulakları intikam alındığının kanıtı olarak aile üyeleri ve aşiret  liderlerinin önüne atar.
İlginçtir, Kürtler bu yörede birbirinin kulağını, kafasını kesmekle uğraşırlarken aşağı yukarı aynı dönemlerde Osmanlı Paşaları da Kürdistan’ın başka bir yöresinde-Garzan dağlarında- asi(!) Kürtlerin kafa ve kulaklarını kesmekle uğraşıyorlardı. Osmanlı ordusunda askeri uzman olarak görev yapan mareşal Helmut Von Moltke Türkiye Mektupları’nda, Garzan da sefer düzenleyen Osmanlı ordusunun başında bulunan Hafız Paşanın dağlarda Kürt avlayan askerlerine, getirdikleri her kesik Kürt kulağı için 50, kafa için 100 kuruş ödül verdiğini yazmaktadır.
Haco’nun intikamının alındığı haberi, bomba gibi patlar. Bölgede bayram sevinci yaratır. Yıllardır beklenen müjdeyi (!) veren Ali, dile destan bir efsanedir artık. Bütün aşiret mensuplarının gönlünde taht kurar. O Hevêrkan’ın gerçek sultanıdır (!) artık. Çok genç olmasına rağmen gözü pek, korkusuz ve liderlik vasıflarına sahip kişiliğiyle kısa sürede yörede büyük bir otorite haline gelir. Bu otoritenin en önemli unsurlarından biri bölgedeki Hıristiyan Kürtler idi. Ali, yıllardır Müslümanlarca horlanan, ezilen Hıristiyanlara büyük bir dostluk ve yakınlık gösterirdi. Onlar da bunu karşılıksız bırakmaz en zor anlarında onun yanında olurlardı. En sadık adamları, can yoldaşları onlardandı. Bunların en namlılarından biri olan Şemunê Hana, Ali’nin silah arkadaşı ve sağ koludur. Beraber katıldıkları çatışmalarda gösterdikleri kahramanlıkları, maceraları anlatan öyküler ve türküler hala Hevêrkan’da dilden dile dolaşır. Ünlü ozan ve dêngbêj Hesen Cizrawi’nin söylediği aşağıdaki türkü bu Hıristiyan savaşçılarla Ali’nin dostluk ve yoldaşlık bağlarını konu edenlerden sadece biridir.
Lêlê liminê
Gulê sê qaçaxa digota heyla liminê dêranê
Lêlê liminê
Ezê bi kavilê Digura şewitî diketim
De min dî Elîyê Batê siwarê canîkî şîn bû
Sofî Brahimê Gijalî bi sê dengan li Eliyê Batê dikir gazî
Heçî ji min û te, ber kozik û çeperê xwe rabe
Biçe malê, şuna xwe û dewsa keça xwe de bibe mêr eDe lê lê limin, lê lê liminê
Gulê sê qaçaxa digota heyla limin dêranê ez im
Lo lo dêrano Elikê Batê radika koma giran e
De min got ser peşka hat Elî ka cendika
Te digot ezê şevdar ê şevê me qaçxê li dora dinê ma
Ezê qaçaxê li dora dinê ma, ez ê bavê çirê me
De çawa mêran û mêrxasan Elika ji me dikujin
Laşê me  têxine hêdi hêdi vê êvarê bin erdê de
Şimunê Hanna bavê kurê vê êvarê, heyla limin dêranê ez im. 
Haco Hanedanın’ın bu genç varisi, atası Mala Aliyê Osman’ların o eski despot geleneklerini tamamen terk etmiş, oldukça mütevazı, aşiret mensuplarıyla, bütünleşen, onların sevgi ve saygısını kazanmış bir liderlik örneği geliştirmişti. Özelikle gayri Müslüman kesimle olan ilişkileri alışıla gelmiş liderlik formundan çok farklıdır. Bu kesimleri hep ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş gören Osmanlı ve Islam anlayışının tersine Hıristiyanları el üstünde tutmuş ve onları korumuştur. Bu tavrıyla yöredeki Kürt Hıristiyanların büyük hayranlığını kazanır. En yakın dostlarının silah arkadaşlarının çoğunlukla onlardan olması sebepsiz değildir. Ali’nin bu tutumu dönemin İngiliz istihbaratı ve devlet adamlarının da dikkatini çekmiştir. “1919 yıllarında İngiliz Yabancılar Bürosunun hazırladığı raporlarda Ali’nin hükümete karşı başkaldırısı ve Hıristiyanları korumasıyla ilgili bilgilere yer vermektedir”. (M. Van Bruinessen – Ağa,Şeyh,Devlet.)
Cesareti ve silahşorluğuyla nam salan Şemun Hanna’nın ağzından aktarılan aşağıdaki halk türküsü, yöredeki  Hıristiyanların Ali’ye olan sevgi ve  bağlılıklarını çok güzel ifade etmektedir. 
Wey lê lê dayê, wey lê dayê, wey lê dinyayê
Wey lo lo axayo ez çûme Geliyê Tinatê
Ezê déna xwe didimê gelekî bilind a
Lo lo bira zinarekê gelek zalim a
Şemunê Hanna Heydo bavê korê sê cara dikir gazî li Elikê Batê; 
 bavê Usiv û Mihamed Nezîr,
Dibê de rabe serxwe, berê Almaniyê bida vê humumata çiya û li ser eskerê hukumatê
        bişuxlîna bila dengê tifinga bike lama lama
Lo lo axayo sê wahdê xwedê li can û cesedê min ketibê
Mitalan meke, roja li te biqewimê,
Li binya Çiyayê Mixrê binya Tinatê, ez têra hukumatê û esker teva hema
Roja lı te biqewimê tu ribat î, ez celabê te me
Axayo bila xwedê ji te razî be
Bila rebê alemê ji te razî be.
Di derhaqa Elikê Betê bavê Usiv û Mihemet Nezîr, siltanê Havêrka, 
Bila  xwina min biherikê weke şirik û mezribê,
Roja şerê Tinatê bila serê min qurbana wî serî be.   
Lê Lê dayê li halê min û vê xebinê
Roja tengayî bê û dengê tifinga be
Kesik wê kêliyê dostê xwe nabînê
De çawa li ser serê Elikê Batê siltanê Havêrka bûye roja qatil û xwînê
Qaymaqamê Nisêbinê û waliyê Mêrdînê xeberê didin Meclîsa Enqerê
Awrakê Mala Haco  derdixînin û dixînin
Dîsa fermana wa derketiye ji bajarê Enqarê
Lo  lo axawo ferman e, fermaneke giran e
Tu mitalan meke,
Min carêkê soz daye ji te re
Ti caran ez terka te nakim ko serê min werê ber birrînê û birekê.   
Yukarda belirtildiği gibi, Ali Hevêrkan’da bazı gelenekleri değiştirdi. Ancak bir şeyi değiştiremediği gibi onu geliştirerek devam ettirmiştir ki o da : bağımsızlık ve milliyetçilik duygusudur. Kuşkusuz o bir aşiret lideriydi. Gerek o gerekse de ondan önceki Hevêrkan Sultanları (!) yüz yılların hatta bin yılların ürünü olan çağdışı geleneklerin şekillendirdiği bir toplumsal yapılanmanın aktörleriydiler. Doğal olarak faaliyetleri bu yapılanmaya uygun olmuştur. Yöresel olmaktan kurtulamamış, modern anlamda bir ulusal hareket olmaktan uzak kalmıştır. Kanlı aşiret hesaplaşmaları, tarafları özellikle de fakir Kürt insanını kan, acı ve gözyaşına boğmuştur. Tarafların daha doğrusu, kardeşin kardeşe beslediği kin ve nefret duyguları daha da kabarmıştır. Yıllarca süren çatışma ve çekişmeler bölgede çok yönlü tahribatlara neden olmuş, köyler talan edilmiş, can kayıpları olmuştur, Kürt insanını biraz daha karanlığa ve geriliğe itilmiştir. Onurlu ve özgür bir yaşam için mücadele vermeleri gerekirken bir birlerini boğazlamış, kırmış, talan etmişlerdir. Birbirine karşı  aslan kesilen aşiret liderleri devletin elinde zavallı birer piyona dönüşmüşlerdir. Ama bütün bunlara rağmen Haco ailesinin ve Hevêrkanlıların ulusalcı ve yurtsever yanının yadsınması doğru olmaz. Bu çerçevede ele alınması gereken etkinlikleri Osmanlı Devletinin yıkılması ve sonrasında kurulan Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Ama bu süreç ayrı bir yazı konusudur.
Şunu da belirtmekte yarar var; anlatılanları yukarda belirtilen tarihi sürecin şartları içinde değerlendirmek gerekir. O günün toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel değerlerini, anlayışlarını hesaba katarak olayları anlamaya çalışmak durumundayız. Dolayısıyla amacımızın, şu veya bu tarafı yüceltmek ya da yermekten çok tarihin tekerrür etmesine engel olabilecek, ufak da olsa bir katkı sağlayabilmek olduğu bilinmelidir. Çünkü “Tarih bilinmediği zaman tekerrür eder”.

Dipnot : Bu yazı, Nezirê CİBO "Heverkan Sultanları-1" isimli kitabından alınmıştır.

0 yorum: