Pages

3 Ağustos 2011 Çarşamba

0 Türkiye'nin Ruhu Cemil Meriç | "Bu Ülke"de Yaşamak ve Yazmak

Hakikati arayan, sürekli sorgulayan bir “fikir işçisi” Cemil Meriç.
Bir ömür düşüncenin bütün renklerini tanıma, bilme ve anlatma çabasında olmuş.  
Kitaplara yönelmiş dikkat. Keskin bilinç. Işığa doğru adım adım yürüyüş.
Sabır ve çile yoldaşı.“Bu Ülke”nin gür sesi, “Bu Ülke”nin vicdanı Cemil Meriç.
Cemil Meriç ta çocukluğundan beri bir kıyıda yalnız ve en çok kitaplara yakın, kitaplar ile dost.
“Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı.”
"Bu Ülke" isimli eseri hakkında Cemil Meriç şöyle der: “Bu Ülke, yarım asırlık bir tetebbuun, bir sanatçı mizacından süzülen usaresi. Bir mesaj, daha doğrusu bir çığlık… Kesif, dertli, derbeder…”
İnsanla kelime arasındaki kavgalara şahit bir mütefekkir Cemil Meriç. Yaşadığı acıların, yalnızlığın, çilenin bir yerinde hep kelimeler var. Ve kelimelerin altında insanlığın trajedisi.
Batının düşünce sistemi içinde karşılığı olan fakat bizde sadece kafa karıştıran, düşmanlıkları çoğaltan kelimelere karşı savaşmış. Mesela “ Sol-sağ… Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı. Sol’un halk vicdanında yarattığı tedailer: Casusluk, darağaçları, Moskova; sağ’ın, müphem, sevimsiz, sinsi bir iki hayal. Hıristiyan Avrupa’nın bu habis kelimelerinden bize ne? Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu yazarın vicdan borcu.”
“Gerici-ilerici” gibi kalıp yargılar, yakıştırmalar sadece düşmanlıklar üretmeye hizmet etmiştir. Bu iki kelime düşüncenin serpilip boy vermesinde, çeşitlenmesinde hep engel teşkil etmiştir. Özgür ve ön yargısız bakışlara insanımız hasret.
“Gerici, ilerici… Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.”
Kelimelerin taşıdığı kin, nefret, düşmanlık tohumları karşısında Cemil Meriç bir uyarıcı olarak, bir yol gösterici olarak görev yapar. Bu yönüyle son devirde yetişmiş kıymetli bir münekkittir. Doğu ve Batı kaynaklarına vakıftır. “Kelâm, bütünüyle haysiyettir” ana fikri ile usanmadan, yılmadan hakikati dillendirir.
Kavgaların yaşandığı devirde köklere, solmaz güzelliklere işaret eder Cemil Meriç. Uydurma dil savunucuları karşısında muhalif bir duruşu vardır. Uydurma dili “tarihten kaçanların, şuursuzluğun, hafızasını kaybeden bir neslin, ülkesizlerin” dili olarak niteler.  Acının, neşenin, hasretin, sevginin, yalnızlığın nakış nakış işlendiği kelimelere sahip çıkar. Zira her kelimede saklı bir tarih vardır. Her kelimede asırların birikimi vardır.
Yaşanan halin tercümanı olan kelimeleri düşman ilan etmek, dilden kovmaya çalışmak ve dün ile bugün arasına böylelikle duvarlar örmek… Bu kötü gidişata itiraz eder Cemil Meriç. “Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır.”
“Bu Ülke”de derin anlamlar taşıyan “bir alev mızrak gibi” cümleler gözümüze, gönlümüze yeni kapılar açar. “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.”
Yıllar var ki gök kubbede sloganlar uçuşur. Kavga çıkarmaya ayarlı, kışkırtıcı kelimelerden örülmüş bir ağ.
“Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Yabani bağırır, medenî insan konuşur. Bu çocuklar yıllarca konuşturulmadı. Hınçlarını üç beş kelime ile suratımıza tükürüyorlar.” der. Bu teşhis ve tespitlerden sonra takip edilmesi gereken yolu, çözüm önerilerini belirtir.“İnsanlar sloganla güdülmez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaptan değil kitapsızlıktan korkmalıyız. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiye’nin kaderinionların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. İşte, en doğru yol.”
Tarihimizi anlatırken bir coşku içindedir. “Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik.” Tarih ile şimdiki zaman arasındaki uçuruma dikkat çeker. “Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları”
Cemil Meriç bu ülke insanını cendere altına alan, düşünceyi bastıran yanlış tercihleri tenkit eder. Mesela “Az Gelişmişlik, Çağdaşlaşma” kavramları ile yapılmak istenen kötülükleri açıklar. Doğru bildiklerini yüksek sesle dile getirir.
“Çağdaşlaşmak neden Hıristiyan Batı’nın putlarına perestiş olsun? Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini inkâr etmek ve peşin peşin köleliğe razı olmak değil mi? Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin.” 
Edebiyat, sanat ve fikir alanında dergilerin yeri önemlidir. Düşünce akımlarının oluşmasında, kökleşmesinde belirleyici olmuşlardır. Dergileri yüceltir Cemil Meriç. Dergileri dost bilir. Dergileri sevgiyle karşılar. “Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür.”
Kitaba dair düşüncelerini “Kitap” ve “Okumak Üzerine” başlıklı yazılarda ifade eder. Kitabın batı dünyasındaki yeri, anlamları, iyi eser, yazarlar, kütüphane, okumanın gerekliliği üzerine gelişen yazılar. “Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülâkattır” der.
“Divan Edebiyatında Roman” yazısında iki farklı dünya iki farklı düşünce iklimi roman türü odağında ele alınır. Roman türünün bizim edebiyatımızda niçin olmadığı, gelişmediği üzerinde durulur. “Bir kelimeyle roman, başka bir dünyanın, başka bir ruh ikliminin, başka bir toplumun eseri. Daha zavallı bir dünya, daha dişi bir manevî iklim, daha geveze bir toplum”
Batılılaşma maceramız “Müstağripler” bölümünde işlenir. Ahmet Mithat “saldıran küfür karşısında şahlanan imandır” der. Batıcı okumuş-yazmış kişiler (Beşir Fuat, Ali Nâmık, Bahâ Tevfik vd.) eleştirilir. Her cephede kaybeden bir ülke, yenilgi üstüne yenilgi… “Aydın, batan bir gemidedir”. Dönemin aydınları için müstağrip(ler) kelimesini kullanır. “Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat müstağrip. Edebiyatımız bir gölge-edebiyat; düşüncemiz bir gölge-düşünce.” Memleket gerçeklerinden habersiz, kör bir batıcılık anlayışını meslek edinen okumuş-yazmışlar için der ki: “Türk düşünce tarihi, ülkesiyle göbek bağını koparan bir intelijansiyanın dramı”.
Doğu düşüncesine, batı düşüncesine yönelenleri inceler. Cemil Meriç, bu durumu daha çok “kaçış” olarak niteler. Derde deva olamayan, bir çare sunamayan fikirler, yönelişler…
“İnsanından kopan intelijansiyanın kaderi suya nakışlar çizmek.”
3.Selim döneminde başlayan, 2. Mahmut döneminde daha çok yaygınlaşan Avrupa hayranlığı beraberinde bir kopuşu getirmiştir. Tarihe, medeniyete, kültüre ve değerlere uzak düşen sözde aydınları şöyle tarif eder: “Aydınlarımız, Batı’nın her hastalığını ithale memur bir anonim şirket.” Cemil Meriç’in bu eserinde aydın eleştirisi ön plandadır.
Ve inceleme, değerlendirme, eleştirme aşamalarından sonra çözümler sunmaya başlar. “Demokrasi ve İslamiyet” başlıklı yazısında bu yönelişin ilk işaretlerini okuruz. Gerçek hürriyetin, gerçek eşitliğin İslâm’da olduğunu belirtir.
“Aydınların Dini: İzm’ler” yazısında “İslâm, insanı parçalamaz” der.
Ve yine aynı yazıda şunu ifade eder: “Din asırlardan beri yaşayan ve nesilleri huzura kavuşturan, tecrübeden geçmiş bir inançlar manzumesi; sıcak, dost, köklü.” Din terakkiye engel değildir. Yapılan yanlışları bir bir dillendirir: “Batı’nın muharref Hıristiyanlığa tevcih ettiği tenkitleri kendi dinimiz için de geçerli sandık.” Yaşanan gerçeği, diğer bir söyleyişle yıkıcı sonuçları belirtir:
“İmansız ve idealsiz nesiller türettik. Pusuda bekleyen yabancı ideolojiler setleri yıkılan ırmaklar gibi yayıldılar ülkeye”. Bu konu ile ilgili görüşleri diğer yazılarında daha bir netlik kazanır. “Din Afyon mudur?” başlıklı yazısında dinin menfî tesirlerinin Batı’nın kendi düşünce tarihi için geçerli olduğunu dillendirir. “Din, Avrupa için bir afyondur, bütün ideolojiler gibi. Avrupa’nın tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir. Osmanlı için şuurdur din, tesanüttür, sevgidir. Osmanlı toplumu insan haysiyetine ve inanç birliğine dayanır.”
Yaşanan kargaşa ve kaos ortamına çare sunma arayışında olan mütefekkir Cemil Meriç “İnananlar Kardeştir” başlıklı yazısında şöyle der: “Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan hâline getiren İslâmiyet olmuş.”
Maddecilik, akılcılık cereyanlarına kapılanları ikâz eder Cemil Meriç.
“Akıl, devlerin değil cücelerin silâhı. İnsiyaktan daha ahmak bir meleke. Küstah, şımarık, mütecaviz. Hırsız fenerinin soluk ve şüpheli aydınlığı.”
Bu eleştiriden sonra gerçek akıl hakkındaki düşüncelerini ifade eder:  “Gerçek akıl, ilâhî bir mevhibedir; aşka, sonsuza, feragata kanatlandırır bizi.”
Kaynağını Batı’nın sosyal sınıfları arasındaki çekişmeden, kavgadan alan bütün ideolojileri eleştirir. Uyanık durmanın gerekliliğini sürekli vurgular. Başımıza gelen felaketlerin ana sebeplerine işaret eder. Düşüncede başlayan ve gelişen bozulma-çürüme karşısında çözümler sunar insanımıza. Erdemli bir aydın duruşudur bu. “İzm’ler birer anakronizm’dir; birer anakronizm yani kalıplaşan, canlılığını yarı yarıya kaybeden birer konserve düşünce. Batı’dan gelen hiçbir ‘izm’ masum değildir.” 
Batı’nın düşünce temellerini oluşturan kişiler, eserler üzerine yoğun bir çalışması var Cemil Meriç’in. Özellikle edebiyat ve felsefe alanındaki dikkati üzerinde durmak gerekir. Mesela Marx, Weber, Scott, Balzac, E.Zola, Dante, Descartes, V. Hugo, Voltaire, Chateaubriand, Paul Bourget, Taine, Buchner, Rousseau, Nietzsche, Hegel, Quinet, Michelet, Schure, Sade, Montaigne, Stirner, Dostoyevski, Machiavelli, Koestler, S.Freud, A. Comte, Hölderlin,  Montesguieu, Saint-Simon üzerine derinlikli okumaları ve bu okumalar sonrasındaki tenkitleri yer alır.
Doğu’nun “münzevi yıldızları” olan şu isimler üzerinde durulur: İbn Haldun, Tagor, Said-i Nursî, Kemal Tahir, Kerim Sâdi.
“İnsan Nereye?” başlıklı yazısında verdiği bir hüküm üzerinde düşünmek gerekiyor:
“Tarihi yaratan, fertle yığın arasındaki anlaşmazlık.”
Doğu ve Batı birbirine değerler, anlamlar dünyası olarak uzak. Sürekli bir kopuş, sürekli bir kavga hali. Düşünceler arasındaki uçurum nihayetinde hayata yansır. “Düşünce bir köprü: kıldan ince, kılıçtan keskin…Kalabalıklar geçemez üzerinden. Ülkeler asırlarca habersiz yaşamış birbirinden. Ne Asya Avrupa’yı tanımış, ne Avrupa Asya’yı.”
Cemil Meriç’in çoğu zaman dünyaya, insanlara karşı bedbin bir bakışı vardır. Yaşadığı hayal kırıklığı yahut sözün bittiği yer. “İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de bu.”
İç âlemde olup bitenlerin bir muhasebesi olarak da okunabilecek şiir yüklü cümleler kitabın son bölümünde karşımıza çıkar. “Kelime kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime adem.”
Kelimeler ile varoluş cehdi. Kimi zaman hüzünlü, kimi zaman neşeli… Kelimelere yakın, kelimelere uzak. Kelimelerin anlam dünyasında bir ömür yolculuk. “Ve Meçhule tırmanan adam Kelime oldu.”
O adam, mütefekkir Cemil Meriç. “Öyle seveceksin ki kelimeleri sana yetecekler.” Bu bölümdeki yazılara dokunaklı bir hissiyat yansır. “Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kâğıda geçirmek istiyorsun; kâğıda, yani ebediyete.”
Kitaba dair veciz bir ifade: “Her kitapta kendimizi okuruz”. Üç cümlede bir derya. Üç cümlede kitabın yankısı. Şöyle ki: “Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar belki açmazlar.”
“Bâki Kalan” bölümünde yine kısa, etkili cümlelerden oluşan aforizma niteliğinde ifadeler yer alıyor. Tanımlama metodu belirgin. Benzetmeler dikkat çekici. Yazmak, yaratmak, ebediyet, sükût, düşünmek, hakikat, yalnızlık, zaman, tanımak, okumak, kıymetlerimiz, inanmak, hüzün gibi kelime ve kavramlar çevresinde gelişen yazılar.
Dünyaya yüz vermeyen bir söyleyiş. Ve nasihat hükmündeki şu cümleler: “Bana sorarsan kütüphanene dön, yani kitap ol. Aydınlan ve aydınlat.”
Şiirden alınmış bir mısra gibi ışıklar içinde: “Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıverir.”
“Bu Ülke” bir okuma ile bitecek kitap değil. Her cümlesi yoğun bir emeğin nişanesi. Dönüp tekrar tekrar okunmaya açık bir eser. Bu yönüyle başucu kitabı.
Ve Cemil Meriç’in duygu düşünce dünyasını anlamak, kavramak için “Bu Ülke” kitabı iyi bir başlangıç. Doğu-Batı meselesi, aydınların yönelişleri, yapılan hatalar, fikir cereyanları, yaşanan med-cezir halleri, bir mütefekkirin yalnızlığı, hüznü kitabın iç odalarını teşkil ediyor.
“Bu Ülke”de yaşamak ve yazmak arasında “hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi” Cemil Meriç var.  Aydınlatma çabası içinde ışık ışık…
Cemil Meriç'in kitapları ve sözleri eşliğinde öze dönüş aşağıdaki videoda...

* TRT'nin çektiği "Türkiye'nin ruhu Cemil Meriç" adlı belgesel için tıklayınız. 
(Türkiye’nin Ruhu belgesel film projesi, Cemil Meriç konulu üç kitaba imza atmış olan gazeteci - yazar Dücane Cündioğlu danışmanlığı ile yola çıkmış bir çalışmadır.
Türkiye’nin Ruhu, Metin Tavukçuoğlu’ nun kalemiyle senaryolaştırıldı.
Filmin Müzikleri, aralarında Kurşun Yarası, Son Osmanlı – Yandım Ali, Elveda Rumeli gibi çalışmaları da bulunan, usta müzisyen Kemal Sahir Gürel ve ekibinin imzasını taşıyor. Filmi, usta oyuncu ve seslendirme sanatçısı Cüneyt Türel’ in seslendirirken, Cemil Meriç’ in sesi ise oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan oldu.
Tiyatro, sinema ve televizyon dizisi çalışmalarından tanıdığımız Erdal Beşikçioğlu ise Türkiye’ nin Ruhu’ nun en özel bölümlerinden biri olan ‘muamma hikayeler’ in anlatıcısı olarak çıkıyor karşımıza.
Yapım aşamasında, İstanbul, Ankara, Hatay’ ın yanı sıra Cemil Meriç’ in hayatında özel bir yeri olan Paris’te de çekimler ve arşiv çalışmaları gerçekleştirildi.
Cemil Meriç, eserleri ve Türkiye’ nin Ruhu konusunda 70 önemli isimle söyleşiler gerçekleştirildi.)

Murat Soyak, "Değirmen" dergisinde "Bu Ülke"yi yazdı.

0 yorum: