Pages

8 Ağustos 2011 Pazartesi

6 Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve Elikê Betê İsyanı


I. Dünya Savaşı ve sonrasında, yaşanan gelişmeleri, Cumhuriyet döneminde yörede yaşanan olayları ve özellikle Elikê Batê olayını tarihsel süreç içinde irdelemeye çalışacağız.
Osmanlı Devleti zamanında olduğu gibi cumhuriyet döneminde de Havêrkanlıların bağımsızlıkçı, milliyetçi faaliyetleri şu veya bu şekilde devam etmiştir. Bu faaliyetler bazen doğrudan devlet güçlerine karşı başkaldırı şeklinde gelişirken bazen de devlet yandaşı olan aşiretlerle mücadele şeklinde olmuştur. Bu nedenle Havêrkanlılar gerek Osmanlılar döneminde gerekse de Cumhuriyet döneminde resmi makamlarca hep asi ve tehlikeli olarak nitelendirilmiştir. Kürt aşiretleri üzerinde yaptığı araştırmalarla tanınan M.Van Bruinessen Ağa, Şeyh, Devlet adlı eserinde Havêrkanlıların bu özelliğinden söz ettikten sonra şöyle devam etmektedir:
“Haco’nun stratejisi hiçbir zaman Botan Emirliği’nin egemenliği altında yaşamayan komşu Dekşuri ve diğer aşiretlere savaş açmayı içeriyordu… Diğer yandan da Dekşuri aşireti ile müttefik olan Osmanlı hükümetiyle aralarında çatışma çıktı. Bu olaydan sonra Havêrkanlar asi bir aşiret olarak tanındılar, bu böyle sürüp gitti.”
Gerçekten bunun böyle sürüp gittiğini cumhuriyet hükümetlerinin resmi açıklamalarından da anlıyoruz. 2000′e Doğru dergisinin 13 Aralık 1987 tarihli, 51. sayısında kamuoyuna açıklanan Aşiretler Raporunda bu anlamda çok net ifadeler vardır. Devletin resmi makamlarınca hazırlanan bu rapor daha sonra Kaynak Yayınevi tarafından kitap haline getirildi. Kürdistan’daki hemen bütün aşiretlerle ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Raporu hazırlayanların en çok önemsediği şey aşiretlerin, devlet yandaşı olup olmadıklarıdır. Buna göre aşiretler iki gruba ayrılmıştır; devlet yandaşı ve devlet aleyhtarı. Işte söz konusu raporda, Havêrkanlılar ikinci grupta kabul edilmiş ve şu bilgilere yer verilmiştir: “Suriye’deki Hacooğulları ile ilişkileri vardır. Isyanlara katılmışlardır. Yurdumuza bağlılıklarına güvenilmez. Kürtçülük faaliyetlerini desteklerler.” İlginçtir, aynı raporda daima devlet yandaşı olan ve yöredeki özgürlükçü eğilimlere karşı duran Dekşuri aşiretiyle ilgili benzer bilgiler verilmiştir. Yani “Kürtçülük faaliyetlerini destekledikleri ve güvenilmez oldukları” belirtilmiştir. Neden böyle bir bilgi aktarılmıştır kesin olarak bilemiyoruz, ama bizce iki ihtimal vardır; birincisi, raporu hazırlayan birimler ödevlerini iyi yapamamış, yanlış bilgi vermişlerdir. İkincisi, Dekşuriler her şeye rağmen yaranamamışlardır. Devlete verdikleri hizmetler Kürtçülükten sıyrılmaları için yeterli olamamıştır. Ancak bizce raporun en ilginç yanı; Cumhuriyetin Osmanlıdan aldığı politik mirası ifade etmesidir. Yani “Kürdü Kürde kırdırma” politikasının devam ettirildiğinin açık bir kanıtı olmasıdır. Cumhuriyet hükümetleri, Osmanlının son dönemlerinde varlığını sürdürebilmek, egemenlik altına aldığı milletlerin ayrılmasına engel olabilmek için izlediği “böl ve yönet” politikalarını geliştirerek devam ettirmişlerdir. Diğer bir ifadeyle; devlet “vatanı’nın bölünmez bütünlüğünü, milletin huzur ve güvenliğini (!)” sağlamayı, vatandaşını düşman kamplara ayırmakta bulmuştur. “Yönetim otoritesini sürdürebilmek için aşiretler arası bölünme ve çatışmalara muhtaç olduğunu düşünmüştür”(Aşiretler Raporu). Bir diğer ifadeyle devlet, otoritesini sürdürmek için iç çatışmalardan, vatandaşlarını birbirine kırdırmadan, anarşi ve terörden medet ummuştur. Gerçekten ilginç ve üzerinde durulması gereken bir konu ama biz asıl konumuza, yani Hevêrkan sultanlarının “Kürtçülük” ve “bölücülük” faaliyetlerine dönelim.
Alikê Batê zaman zaman ailenin bir diğer lider adayı olan Çelebi’yle rekabet içinde idiyse de konfederasyonda kontrolü ele geçirmesini bildi. Daha önce belirtildiği gibi, Haco’nun intikamını alması onu Konfederasyonun liderliği yarışında Çelebiye karşı oldukça avantajlı duruma getirmişti. Onu avantajlı duruma getiren bir diğer etken bölgedeki Hıristiyan ve Yezidi Kürtlerin desteğini almasıydı. Ama onu asıl avantajlı kılan ve gerek Havêrkanda gerekse de Kürtler arasında öne kavuşturan milliyetçi bağımsızlıkçı eğilimleriydi. Atası Haco’dan devr alınan bir mirastı . Hayalinde hep bağımsız Kürdistan vardı. Yaşamı boyunca bu uğurda çarpıştı. Osmanlı güçlerine karşı yirmi yıl gerilla savaşı verdi. Bu süre zarfında Havêrkanın tek hâkimiydi denilebilir. Hatta Havêrka’nın dışında kalan komşu aşiretler üzerinde de hâkimiyet kurmuştu. Osmanlı hükümetlerinin bölgedeki otoriteleri sadece kâğıt üzerindeydi. Vergiler bile askeri operasyonla toplanabiliyordu. Askerlik çağına gelen gençler onun güçlerine katılıyorlardı. I914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlaması ve devletin savaşa katılmasıyla Ali’nin bölgedeki etkinliği daha da güçlendi. Çünkü devlet askeri kuvvetlerinin hemen tümünü savaş alanına çekmişti. İmparatorluğun kaderini ellerinde tutan İttihat ve Terakki liderlerinin Turancı hayalleri ve onların müttefiki Almanların emperyalist emelleri uğruna binlerce, yüz binlerce asker Kafkasların karlı dağlarında, Arap çöllerinde yok oluyordu. Bu nedenle cepheye sürekli asker aktarılıyordu. Dolayısıyla iç asayışı sağlayacak yeterli askeri güçü kalmamıştı. Aslında bu durum Havêrkan açısında da memnuniyet vericiydi. Çünkü devletin çeşitli bahanelerle yaptığı operasyonlar, zorla asker toplamalar, kanunsuz yüksek vergi toplamaları, köy ortasında meydan dayakları, Imparatorluğun uzak köşelerine sürülmeler bir süre için de olsa sona ermiş, halk rahat bir nefes almıştır. Yezidi ve Hıristiyan Kürtler üzerindeki maddi manevi baskılar kalkmış, değer veriliyor, saygı gösteriliyordu. I. Dünya Savaşı boyunca bölgedeki tek gerginlik durumu; Omeri ve Dekşuri aşiretlerinin Ali’nin otoritesine karşı zaman zaman ittiat etmekte isteksiz davranmalarıydı. Zaman zaman çatışmalar oluyordu. Ancak genel anlamda Ali yörede kontrolü elinde tutuyordu.
1914’te başlayan I. Dünya Savaşı 1918′de Osmanlı Devleti ve müttefiki olan İttifak Devletlerinin (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan) yenilgisiyle sonuçlandı. Hepsi büyük kayıplara uğradılar. Denilebilir ki en çok kayıp veren de Osmanlı devleti oldu. Savaş sırasında büyük toprak kayıbına uğramış, elinde sadece Anadolu ve Kürdistan’ın bir bölümü kalmıştı. Yenilen devletler tek tek masaya oturarak ateşkes antlaşmaları imzaladılar. Osmanlı Devletinin imzaladığı antlaşma olan Mondros Antlaşması, çok ağır şartlar taşıyordu. Antlaşmanın en önemli bazı hükümleri şöyleydi;
“- Itilaf Devletleri , (Ingiltere, Fransa, Italya) güvenliği sağlamak için gerek gördükleri an istedikleri yeri işgal edebilecekler.
- Küçük bir jandarma gücün dışında Osmanlı ordusu terhis edilecek.
- Her türlü savaş araç gerece, silah ve cephaneye el konulacak.”
Böylece İmparatorluğunun elinde kalan toprakların işgal edilmesinin hukuki gerekçesi de hazırlanmıştı. Kısa bir süre sonra da Mondros hükümleri uygulamaya sokuldu. Anadolu toprakları yer yer işgal ediliyor, ordu terhis ediliyor, bütün silah ve cephaneye el konuluyordu. Kısacası devletin var olma nedenleri bir bir ortadan kaldırılıyordu. Koca kaplan kediye dönüşüyordu.
Tabi Mondros Mütarekesi uyarınca yapılan işgal eylemlerinden Kürdistan da nasipleniyordu. Bugünkü Irak toprakları ve Kürdistan’ın petrol bölgeleri (Musul, Kerkük ve çevresi) İngiliz lerin payına düşüyordu. Zaten daha savaş sırasında Musul’a kadar olan yerleri işgal etmişlerdi. Bugünkü Suriye ve dolayısıyla Güney Batı Kürdistan toprakları Fransızların payına düşüyordu. Gerçi buralar savaş sırasında İngilizlerce işgal edilmişti. Ancak İtilaf Devletleri arasında yapılan gizli antlaşmalar gereğince Fransızlara bırakılmıştı. Yine bu gizli antlaşmalar uyarınca Mardin, Nusaybin, Midyat çevresi yani Havêrkan toprakları, Urfa ve Antep Fransızların payına düşüyordu. Mütareke imzalanırken henüz buralar işgal edilmemişti. Ancak o gün için her an işgal tehlikesi vardı. Bütün Anadolu’da olduğu gibi Osmanlı Devletinin Kürdistan coğrafyasında da etkinliği oldukça zayıflamıştı. Otoritesi fiilen sona ermişti. Bu durum milliyetçi özgürlükçü Kürt unsurları için oldukça uygun bir ortam yaratıyordu. Başta imparatorluğun başkentinde, özellikle de Kürdistan’ın önemli merkezlerinde (Diyarbakır, Urfa, Mardin vb.) yoğunlaşan bir hareketlilik başlamıştı. Birçok yurtsever aydın başta olmak üzere asker, sivil şahsiyet, aşiret liderleri, soylu aile mensubu, din adamı vb. Kürt milli unsurları yoğun bir faaliyet içine girmiş bulunuyorlardı. Gazeteler, dergiler çıkartılıyor, bildiriler dağıtılıyor, cemiyetler kuruluyordu. Bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkan en önemli organizasyon hiç kuşkusuz Kürdistan Teali Cemiyetidir. (Kürdistan’ı Yüceltme Derneği ) Cemiyet “milletlerin kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkı.” Prensibi doğrultusunda yoğun bir faaliyet içine girmişti; Kürdistan’ın çeşitli merkezlerinde şubeler açıyor, temsilciler gönderiyor, ulusal uyanışı sağlamak için toplantılar düzenleniyor, yoğun bir propaganda faaliyeti sürdürülüyordu.
Bu arada Havêrkanda da benzer bir hareketlilik vardı. Beklenen gün gelmişti. Botan Kürt yönetiminin sona ermesinden beri hiç sönmeyen özgürlük ateşi daha da alevlenmişti. Ali’nin Kasrında yoğun bir trafik vardır. Bir yandan kurmaylarıyla, diğer yanda Hevêrkan’ın yurtsever unsurlarıyla, bölgedeki diğer aşiret liderleriyle görüşmeler yapıyordu. Yıllardır sürdürülen düşmanlıklar, kan davaları sona erdiril- meye çalışılıyor, çatışan aşiretler arasında barış ilan ediliyordu. Amaç güç birliği sağlayıp bağımsız Kürdistan’a kavuşmaktı. Bu amaçla çalışmalar Havêrkan’nın dışına taşınarak daha da boyutlandırılmaya çalışılıyordu. Kürt özgürlük hareketinin, dolaysıyla o günlerde Kürtlerin en önemli siyasal organizasyonu olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin de önemli merkezlerinden biri olan Diyarbakır’la haberleşiliyor, karşılıklı temsilciler gönderiliyordu. Yine aynı amaçla Ali Batê’nin bizzat Şırnaklı aşiret lideri Abdurrahman ve Salahan Aşiret lideri Ramazan ile görüştüğü bilinmektedir. Hatta bu görüşmelerde Güney Kürdistan’da bulunan İngiliz işgalinin kuzey Kürdistan’a yayılması durumunda karşı koyma fikri üzerinde anlaştıkları, çeşitli kaynaklar tarafından kaydedilmiştir .(Kurdisten and Kurds-Kürt Milliyet-çiliğinin tarihi- Wadie Jwaideh ) Oysa günümüz resmi kaynaklar ve Türk tarihçileri Ali Batê hareketinin tamamen İngiliz  destekli olduğunu, İngiliz  çıkarlarına hizmet eden bir hareket olduğunu belirtmektedirler ki bu doğru değildir. Ali Batê ile yaptığı görüşmenin hemen ardından Şırnaklı Abdurrahman Ağa’nın diğer aşiret reislerine gönderdiği mektuplarda İngiliz  müdahalesinin kabul edilmemesini ve İngiliz  yönetiminde bulunan bölgelerdeki Kürt aşiret reislerinden direnişe geçmelerini istemiştir. Bu mektupların bazıları İngiliz yetkililerince ele geçirilmiş ve bugün devlet arşivlerinde mevcuttur. Söz konusu kaynaklarda Türk yetkililerinin bölgede İngiliz  karşıtı bir direniş başlatmak için hummalı bir faaliyet içinde olduklarını, Kürtleri etkileyebilmek için de özellikle “Hıristiyan müdahalesine karşı Müslümanlar birleşin.” “Kürtler ve Türkler din kardeşidir”  şeklinde dini duygulara hitap eden etkili propaganda geliştirdikleri ve oldukçada başarılı oldukları da belirtilmektedir.
Ali’nin çalışmaları her ne kadar milliyetçi ve özgürlükçü hedeflere yönelik olsa da öz itibarıyla çağdaş, ulusal bir yapıya dönüşmekten uzak olmuştur. Kurulan siyasi ilişkiler, örgütlenme faaliyetleri, askeri etkinlikler tamamen aşiretsel yapıya dayanıyordu. Kaçınılmaz olarak aşiret ve aşiret önderliği ön plana çıkıyordu. Üstelik aşiretler arasında asırlar boyu devam eden kin ve husumet, ulusal bir bütünlüğün oluşmasına fırsat vermiyordu. I. Dünya savaşı süresince Havêrkanda göreceli bir barış ortamı yaratıldıysa da uzun vadeli olamadı. En ufak sorunlar hemen çatışmalara neden oluyordu. Nitekim ünlü Tınat Çatışması böyle bir nedenle patlak verdi;
Omeri Aşireti lideri Ehmedê Suleyman’ın baskısından kaçan Mele Osman adında birinin Ali’ye sığınmasıyla taraflar arasında gerginlik başladı. Omeri Aşiretine ait Tınat köyüne giren Ali güçleriyle Omeri ve Dekşuri güçleri arasında başlayan çatışmalara daha sonra devlet güçlerinin Dekşurilerin yanında yer almasıyla çatışmalar daha da şiddetlendi. Her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Kuşkusuz en büyük kayıbı yoksul Kürt insanı verdi. Bu çatışma ve sonrasında yaşanan acı olayların yöre insanının belleğinde bıraktığı derin izler bugün bile canlılığını korumaktadır. Kürt halk edebiyatının çok önemli ürünlerinden olan “stran”lar bu olayların en canlı tanıklarıdır. Yörede yıllardır dillerden düşmeyen onlarca strandan biri olan “Şerê Tınatê” da bunu çok net bir şekilde görebiliriz;

Şerê Tinatê
Hey lê dayê hey lê dayê hey lê dayê.
Dilê min de wayê.
Ehmed Axa xwe berda bajarê Nisêbînê.
Cem Qaîmmeqamê Nisêbînê.
Gotê Qaîmmeqamê Nisêbînê dilê min de wayê sed cara min wayê.
Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco sultanê
Hevêrka qaçax bû kete dunyayê.  
Li piştî qaçxbûna Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco debara min di cihê te da nayê.
Qaîmmeqamê Nisêbînê go Ehmed Axa tu rabe lez bike, bilezîne
Axawat û Muxtaran bîne mezbeta cê ke îmza lê bixîne emê vê mezbetê deyne walî Begê bajarê Midyatê.
Belê walîyê bajarê Midyatê têlefonê bidite bajarê Estembolê.
Belkî emê fermana Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco ji dergê Estembolê hilînin
Ehmed Axa lezê dikê dilezîne
 Axa û Muxtara di cemînê û mezbeta çê dikê mora lê dixînê.
Dane walî Begê bajarê Midyatê , waliyê bajarê Midyatê têlefon dabû bajarê Estembolê fermana Elîyê Betê bavê Ûsif  û Nezîr ferxê mala Haco ji dergê Estembolê li ba Sultanê Estembolê deranî.
Elîko lawo min digo memanî xweş memanî tiştê rebê alem li banê batî qelem li erdî Xwedê kes lê nezanî.
Li wê roja fermana Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco ji bajarê Istembolê deranî.
Hazar esker lawê dewletê bi topan û xîvet û çadira ve li dewra qesra Tinatê .
Li dora Elîyê Betê bavê Ûsif  û Nezîr ferxê mala Haco girtine û derê topa dane qesra Tinatê.
Elîkê Betê digo gelî xulama lez bikin bilezînin hewara Şim’ûnê Henê Heydê kakê Melkê bavê kurê ji min ra bînin
hewara Şemdînê Çolî ji min ra bînin
Îsayê Şeref ji minra bînin.
Lo lo lo Elîko lo lawo qesra Tinatê wa bi hejîr e.
Bejn û bala Elîyê Betê bavê Ûsif  û Nezîr ferxê mala Haco
Sultanê Hevêrka Xelefê mala Osman Paşa, bejna şala û şapika ye
 rextan û zincîra Axa fermana hukmetê li malê li eşîrê giran e.
Ji xêra Xwedê ra ne fermana Hukmetê ba
bila fermana sîhûsê (33)eşîrê kurda ba,
fermana eşîrê kurda bê ra û bê tekbî ye.
Bi telaqê jin berdanê li pişta kozik û çepera dê kêwa min lê digote
gurmêna dihol û zirna daweta her dû Axayê min Ûsif û Nezîr e.
Elîyê Betê go lawo Şim’ûn û qesra Tinatê bi dar û bî ye.
Fileho çavê te keta eskerê dewletê zirav te qetî ye.
Kerrbê li Şim’ûnê Henê Heydê da, go lo lawo Elîko qesra Tinatê bi simaq e.
Heçî kesê ji min û te ji talî ya şevê pêda destê xwe ne dê qevda xencerê hicrîmta bernede zabitê ser topê, jina xwe berdit bi sê telq e.
Û qesra Tinatê û dilê min bi xeber e.
Şdan û navmişûdê Şim’ûnê Henê Heydê kakê Melkê gelek hene.
Dest da qevda xencerê hicrîm berda bû eskerê dewletê ji taliya şevê pêda zabitê ser topê kuşt û da ber xenceran e.
Dilê min li xeber e û şadan û navimşûdê Mihemedê Êlo gelek hene.
Dest da qevda xencerê hicrîm berda bû eskerê dewletê ji taliya şevê pêda zabitê ser topê kuşt û da ber xencerae.
Şim’ûnê Henê Heydê bandikî lo lo Elîko lo lawo qesra Tinatê bilind e wa li herem e.
Dengê top û topxana dewleta Turka li ser serê Elî yê Betê bavé Ûsif û Nezîr lêda lem e lem e.
Axa roja koçka û dîwana tu li serê jorê rûniştî tu ji mala Osman paşay tu Axayî û ez xulamê te me.
Belê roj qesra Tinatê ew gava xulîna topan û teyaran li şwînê bomba hîngê roja mirinê
Axa bi xwedê tu celebî û wê rojê ez ribadê te me.

Yukarda belirtildiği gibi Ali’nin başlattığı hareket bir yönüyle geleneksel aşiret ilişkileriyle yoğrulmuş bir yapılanma arz ediyorsa da öteki yönüyle milliyetçi ve yurtsever bir içerik taşımaktadır.  Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası yaptığı çalışmalarda, kurduğu ilişkilerde bunu görmek mümkün. Havêrkan lideri, özgür Kürdistan uğruna en büyük rakipleriyle hatta can düşmanı sayılan aşiret liderleriyle görüşüp, birlik çağrısı yapmaktan geri kalmamıştır. Bu aşiret liderlerinden biri de ünlü Dekşuri lideri Izedin Ağa dır. Eski düşmanlıkları unutmak ve ulusal çıkarlar etrafında bir araya gelmek için birçok görüşme yapıldı. Ancak hep aşiretsel çıkarlar önplana çıkarıldığından bir sonuç alınamaz, birlik sağlanamamıştır. Büyük Ozan Seydayê Cigerxwîn “Hayat Hikâyem” adı verilen biyografyasında; anlaşmazlığın temelinde, liderlik konusu olduğunu, kurulacak Kürdistan’ın lideri kim olacak konusunda anlaşamadıklarını söylemektedir.
Yine de Ali’nin bu çabalarının sonucunda yörede birçok aşiretin desteği alınır. Bazı resmi kaynaklar da Ali’nin bölge halkını kandırmak için: “Ben İstanbul’daki Halifenin temsilcisiyim.” dediği belirtilmektedir. Bizce bu Havêrkan liderinin oldukça kıvrak bir zekâya sahip olduğunun göstergesidir. Güç bulmak, amaca ulaşmak için başvurulan akıllıca bir taktik… Nitekim hemen aynı tarihlerde Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal halkın desteğini almak için benzer bir taktiğe başvurarak; “Amacım, padişah ve hilafeti kurtarmaktır.” diyordu. Oysa aynı M. Kemal üç yıl sonra saltanata, beş yıl sonrada halifeliğe son vermiştir. Sadece bu topraklarda değil tarih boyunca hemen dünyanın her yerinde halkı etkilemek, üzerinde otorite kurmak için siyasilerin, devlet adamlarının başvurduğu bir yöntemdir dini duygu… Pek başarılı olamamışsa da Havêrkan liderinin de başvurduğu aynı yöntemdir. Ama Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekirse, bu konuda Türk siyasilerinin eline hiç kimse su dökemez. Öyle ki bu yöntemle Hem Kürt hem Türk halkını bin yıldır uyutmayı büyük bir beceriyle başarmışlardır.
Ali, yılların engin askeri deneyimine sahip Osmanlı ordularıyla boy ölçüşecek gücü bulamadıysa da yörenin bazı büyük aşiretlerinin desteğini alır. Artık zamanın geldiğine inanır ve harekete geçer. (11 Mayıs 1919) En yakın adamlarıyla (Ali’nin en sadık adamları Hiristiyan ve Yezidiler’dir. ) Midyat’tan yola çıkar. Önce Savur-Mardin istikametinde yürür. Bazı güçlerini de Nusaybin, Cizre yöresine yollar. Bu yörelerdeki birçok aşiret ona itaat eder ve destek sağlar. Aldığı bu desteğe de güvenerek Nusaybin şehir merkezine yürür. Şehri kontrol altına alır. Buradaki askeri birliklerin bir kısmı teslim alınır, geri kalanı şehri terk eder. Ceza evinin kapıları açılarak bütün tutukluları serbest bırakılır. Ali halk tarafından sevinç gösterileriyle karşılanır. Ünü daha da yayılır. Ancak yöredeki 5. Tümen’e bağlı askerler harekete geçer ve şehri kuşatırlar. Bunun üzerine Ali, Nusaybin’in bütün sivil ve askeri idarecilerini rehin alarak şehirden ayrılır. Yörenin dağlık kesimine çekilir. Bundan sonra amansız bir takip başlayacaktır. Devlet güçleri gerek silah gerekse de sayı bakımında kıyas kabul edilmez bir üstünlüğe sahipti. Havêrkan lideri gerilla taktikleriyle savaşı sürdürür. Sürekli geri çekilerek tekrar Midyat’a varır. 4. Haziran da Mıqrê denilen yerde Kürt tarihinde sık rastlanan bir olay gerçekleşir. Tarih yine tekerrür eder; daha önce Ali’ye itaat eden ya da tarafsız kalacağını bildiren birçok aşiret devlet güçleriyle birleşerek saldırıya geçer. (Şerê Mıqré)  Çember içine alınan Havêrkan güçleri büyük kayıplar pahasına çemberi yarmasını başarırlar. 5. Tümenin takibi devam etmişse de artık başarsızlığı anlaşılmıştı. Bunun üzerine bölgede bulunan 6. Piyade Alayı’na bağlı birlikler harekete geçirildi. Artık Havêrkanın dağı taşı asker kaynıyordu. Evet, tarih yine tekerrür ediyordu; Ali atası II. Haco gibi çarpışa çarpışa geri çekiliyordu. Güçleri giderek eriyordu ve yine en büyük darbeyi Kürtlerden yiyordu. Dekşuri, Omeri, Kosi, Hebizbini, Hesari vb. birçok Kürt Aşireti devlet güçleriyle birleşerek Ali ve bir avuç savaşçıyı Medah Köyü çevresinde çembere aldılar. Bu sefer kaçış yolu kalmamıştı. Havêrkanın Hiristtiyan, Yezidi, Müslüman savaşçıları bir bir düşüyordu. Derecikler oluşturan kanları göl olup bir birine karışıyordu. Ve son olarak Ali de düştü. Hayatının en zor anlarında yanında olan, onu yalnız bırakmayan yoldaşlarını, o da terk etmemişti. Ölümü onlarla kucaklamıştı. Ama halk vefalıdır. Sevdiklerinden kolay kolay vazgeçmiyor, kolay kolay öldürmüyor. Havêrkanlılar Ali’nin ölümüne inanmadılar; “O efsunludur, ona kurşun işlemez.” diyorlardı. Bunun üzerine Alay Komutanı Binbaşı Pehlivanzade Nuri Bey hem kazandığı zaferi kanıtlamak, hem de halka gözdağı vermek için, Ali’nin cesedini bir katıra yükleyerek Midyat sokaklarında gezdirip teşhir etti. Böylece hatasıyla, doğrusuyla, günahıyla, sevabıyla bir Kürt isyanı daha, yine Kürdün büyük! katkısıyla sona erdi. (18. Ağustos 1919) Ve Havêrkan yine karalar bağladı ama sevdiklerini öldürmedi… Onları yaktığı ağıtlarda, stranlar da, diloklarda yaşattı. Onları terk etmedi. Ali ve arkadaşlarının özellikle ünlü savaşçı, efsanevi Hiristiyan Şemunê Hanna Haydo’nun, Şemdinê Çoli’nin kahramanlıkları yörede dillere destan oldu. Onlarca stran’a konu oldu. Yörede onları tanımayan isimlerini işitmeyen yoktur desek kesinlikle mübalağa yapmış olmayız(Önümüzdeki sayılarımızda bu stıranlardan örnekler vermeye devam edeceğiz).
Ali’nin ölümünden sonra, aşiretin birliği bozuldu. Hevêrkan güçleri dağıldı ve yöre tamamen devlet denetimine girdi. Yeniden liderlik kavgaları başladı. Konfederasyonun bir kısmı III. Haco’yu lider kabul ederken, diğer bir kısmı aynı aileden yani Mala Osman’dan biri olan Çelebi’nin etrafında toplandı. Çok şey eskisi gibi değildi artık. Çok yönlü bir değişim süreci başlamıştı; bir kere yeni bir devlet kurulmuştu. Osmanlı Devletinin yerine, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyet hükümetleri dönemi başlamıştır. Artık yörede olduğu gibi bütün Kürdistan’da daha sıkı bir denetim vardır. Çok daha farklı politikalar gündemdedir. Çok daha farklı ve karmaşık sorunlar ortaya çıkmıştır. Bütün bunlara rağmen, Havêrkan’da iki şey uzun süre değişmedi: biri, geleneksel aşiretsel yapı ve aşiretler arası çatışmalar, diğeri de Kürdün özgürlük aşkıdır. Evet, Havêrkan’da bu ikili adeta ikiz kardeş gibidir. Son yıllara kadar bu böyle sürüp gitti. Ancak son dönemlerde değişen ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler ikizlerden birini, -aşiretsel yapı- iyice sarstı. Hatta büyük ölçüde yok etti diyebiliriz. Ama öteki yani Kürdün özgürlük aşkı hiç değişmedi.
Ali’den sonra da Mala Osman’ın, bu uğurdaki çabaları devam etmiştir.  Yeni kuşaklar atalarının yolunda yürüdüler. Işte bu yeni kuşağın en önemli üyelerden biri III. Haco dur(Bak. Mala Osman’ın kısmı soyağacı.) Ama onun hikâyesi başka bir yazı konusudur.

Dipnot : Bu yazı, Nezirê CİBO "Heverkan Sultanları-1" isimli kitabından alınmıştır.

6 yorum:

WAR Û MİJAR dedi ki...

Sayın Kutbettin Acar,

Blogunuza aldığınız bu yazı, benim "Heverkan Sultanları-1" isimli kitabımdan alınmıştır. Yazı bana aittir ama bu belirtilmemiştir. Lütfen ya yazının altına veya üst tarafına ismimi yazın yada yazıyı kaldırın. Herhalde yazın hayatının çok önemli bir kuralının, başkasından alıntı yapıldığında kaynak göstermek olduğunu biliyorsunuz...
Nezirê CİBO
nezircibo@hotmail.com

Welat dedi ki...

sevgili Kudbettin, gösterdiğin duyarlılığa teşekkürler. Ancak blogundaki diğer yazılarım için aynı duyarlılığı gösterip kaynak göstemeni bekliyorum. Selam ve sevgilerimle...

Unknown dedi ki...

Şemune hene benim babaannemin evinde kalırmış elï batte tinat ı ele geçirdiğinde, babaannem o zamanlar tabii ki küçük bir çocukmuş, dayıma göre şemun babaannemle “ka îro em çend musilmana bi kujîn” diye şaka yaparmış.

Mehmet dedi ki...

Lada le kurmance hain keve

Mehmet dedi ki...

Lada le kurmance hain keve

Unknown dedi ki...

Alikan aşireti mensubuyum sayın Kutbettin acar akışına anlatmışsın da kim inanır sana sende çelebi aşiretinden sin bizi bu şekilde alaya alıp anlatman hoş değil birtek yazıda doğru geçen kürdü kürde kırdırmak ve çelebi deksuri vs hainliği dir Enes Ağırman