Pages

8 Ağustos 2011 Pazartesi

0 Fransız İşgaline Karşı Kürt Direnişi ve Beyandur Olayı


Fransızlar Cezireye geldiklerinde Şamar Aşiret reisi Mişel Başo El Erba onları “memnuniyetle karşıladı”. Böylece Fransız desteğini alarak rakibi Tay aşireti ve Kürtlere karşı avantaj elde etti. Şamar liderinin kışkırtmasıyla Fransızlar, Kürtler üzerindeki baskılarını arttırdılar. Birçok Kürt aşiret reisini tutukladılar. Bunların birçoğunu Beyandur köyünde boğazlarına kadar toprağa gömdüler, sonra da aç köpekler saldırtarak hepsini öldürdüler. Suriye Komünist Partisi yayın organ Direseti İştiraki’de 1985 yılında yayınlanan bir yazıda olayla ilgili şunlar yazılıyordu:
“Fransızlar Beyandur köyünün tepesinde bir kışla kurmuşlardı ve Kürt ileri gelenlerini tutuklayıp onları canlı halde boğazlarına kadar toprağa diktiler. Osê isminde (Tilminar köyünden) birini öldürdükten sonra diğerlerini de bu şekilde toprağa dikip üzerlerine aç köpekler saldırtarak öldürttüler, diğer aşiret reisleri kaçtı, tutuklanan bazıları ise sürgün edildi. Toprağa dikilenler arasında, Abasê Mihemed (Beyandur köyü muhtarı), Hevêrkan aşiretinin Dorika kolu aşiret reisi Avdê Timar ,Heso’yê Avdila ve Haci Heso’yê Teya vardı.”( Suriye Komünist Partisi yayın organı, Direset-i İştiraki, 1985 Kasım)
Bu mezalime karşı Cezirede bulunan Arap Tay aşireti ve müttefiki Kürt aşiretleri Havêrkan lideri Haco’dan yardım istediler. Haco 2000 kişilik Havêrkan gücüyle Cezireye indi. İşte Haco’nun Fransızlarla ilk karşılaşması bu şekilde oldu. Sonraki gelişmeleri Direseti İştiraki’den aktarıyoruz;
“Haco, Hevêrka aşiret ileri gelenleri ile görüştükten sonra 2000 kişilik silahlı bir güç ile Midyat’tan Bagok Dağı’na geçti, oradan da El-Cezire’ye indi. İlk etapta Beyandur’da bulunan Fransız askeri kışlasına saldırdı. Şiddetli çatışmalar sonucunda Rolgan haber aldı ve Andiver bölgesinden Cerih’a doğru takviye güçlerini aktardı. Bazı aşiret reisleri Haco’ya tavsiyelerde bulunarak, Fransızların elinde güçlü silahlar olduğunu ve bu büyük güç karşısında çok zayiat vereceklerini söylediler. Haco ise, “Kesinlikle ve her ne pahasına olursa olsun, Fransızların burada Kürtler üzerindeki zulmünü kırmak için savaşmadan geri dönmeyeceğiz” der. Böylece Haco’nun emri ile kuzey Suriye’nin hemen hemen her yerinde Fransız güçleri ve Kürtler arasında silahlı çatışmalar yaşandı. Tirbespi ve Derik arasında bulunan Girê Topê koyu civarında taraflar arasında şiddetli çatışmalar meydana geldi. Hevêrkan aşiretleri karar vermişlerdi: Kesinlikle imha bile olsalar geri çekilmeyeceklerdi. İki taraf da yüzlerce kayıp verdi. Fransız başkumandanı Rolgan öldürüldü, Beyandur kışlası ele geçirildi ve Fransızlar güney Suriye’ye doğru çekildiler. Haco ve Hevêrkanlılar ise Midyat’a geri döndüler.”[1]
Cegerxwîn, Beyandur olayı ve bu olayla başlayan Haco liderliğindeki Havêrkanlı Kürtlerin Cezire’ye inişi ve Fransızlara karşı direnişini, Fransız komutan Hotzencer’in kitabı Zehebi’ den yaptığı alıntılara da yer vererek anlatmaktadır;
“ 1921 ile 1923 yılları arasında ordumuz Cizre bölgesini işgal etti. 1922 yılının Mayıs’ından 1923 yılına kadar Hesekê bölgesi denetimimiz altındaydı. Albay Bigo ve Grant’ın askerlerini yukarı Cezire’ye (Nukilê Betê) dağıttık. Bu işgal, Beyandur olayı’nın da başlangıcı oldu.
Beyandur kaymakamı iyi bir Fransız dostu idi ve bu nedenle haziran ayında Beyandur’da öldürüldü. Kaymakamın öldürülmesi üzerine Beyandur’da bir karargâh inşa ettik ve askerlerimizi oraya yerleştirdik. O günden sonra Kürtler karargâhımıza saldırmaya başladı. Temuz ayında Yüzbaşı Robert ile Karir’in askerini korumak için, Mülazım Morel’i gönderdik.
Ayın 28’inde bine yakın keskin nişancı silahlı Kürt, Beyandurda’daki ordugâhımıza saldırdılar. Orduyu tamamen kuşatıp gün boyu çatıştılar. Bu çatışmada Liyandri’nin askerlerinden biri öldü, dördü de yaralandı.  Bu arada düşman su yollarını kesince, göğüs göğse çarpışıp bazı su yollarını açmayı başardılar. Çatışmalarda Kürtlerden de dört kişi öldü.
Çatışmalardan sonra askerimizin orada kalması güçleşti. Robert’ten umut kesilmişti. Yüzbaşı Morel ise çemberden kurtulup sekiz mil güneydeki Tilnasır’a ulaşmak istiyordu. Böylece hem suya ulaşacak, hem de dost aşiretlerden yardım almayı başaracaktı. Morel, Kürtlerin kurşun yağmuruna ve düşmanın çokluğuna rağmen amacına ulaştı.
Bu çatışmalarda Kürtlerden dokuzu öldü, on dördü yaralandı, biri ise kayboldu. Kuşatma kırıldıktan sonra Robert de, sorunsuz ve çatışmasız bir şekilde Cizre’ye ulaştı. Beyandur olayı henüz duyulmamıştı. Dönüşte, ayın 29’unda Rimelan’a ulaştılar… Ertesi gün Beyandur’a doğru yola çıktılar… saat 19.30’a doğru, birkaç Kürt süvarisiü, müfrezeye arkadan saldırdı. Ama kısa sürede kaçmak zorunda kaldılar. Güçlerimiz Beyandur’a doğru yoluna devam etti.
Cerahi ırmağına ulaşınca büyük bir çatışma başladı… müfreze ilerlerken toplar iki yandan onları koruyordu… Yüzbaşı Adem makineliyle, Roger ise diğer silahlarla onlara yardım ediyordu. Ancak vadiye elli metre kala düşmanın kurşun sağanağına dayanamayarak dağılıp kaçtılar. Atlılar onları her yandan çembere almıştı.
Yüzbaşı Karir, Yüzbaşı Regar ve Yüzbaşı Adem dağılan ve kaçan askerlerini toplamaya, onlara moral vermeye çalıştılar. Bu arada Mıhemed Salih vuruldu. Onun ölümüyle askeri korku ve panik sardı. Karir silahlarını kuşanarak Roberto’ya yardıma koştu. Düşmanla çatışarak birkaç kişiyi vurdu, ancak kendisi de vuruldu. Roger ise esir düştükten sonra bıçaklanarak öldürüldü. Yüzbaşı Adem’in de akıbeti aynı oldu… Bu arada Karir’le müfrezesi toptan imha edildi. Hatta yaralılar da öldürüldü. Karir’in müfrezesinden bir kişi bile sağ kalmadı.”[2]
Cegerxwîn yaptığı bu uzun alıntılardan sonra Haco ve önderliğini yaptığı direnişle ilgili şu ilginç tespitlerde bulunuyor:
“Fransızların gücü aşağı yukarı üç bin kişi kadardı. Kürtlerin bütün gücü ise doksan kişiydi. Kürtlerin komutanı Havêrkan Ağası Haco’ydu. Türklerin sınır bölgesindeki sorumlu valisi olan İsmail Hakkı’nın emriyle Fransızlara karşı savaşması için Kürtlerin başına getirilmişti. Arap aşireti Cewala’da Haco Ağaya yardım ediyordu.
Haco Ağa Cizre’de, hem Fransızlara hem de diğer Kürt aşiretlerine karşı Türkler adına savaştı… Haco Cizre’de, bir defasında Arap olan Tey aşiretine karşı, birkaç defa da Fransızlara karşı olmak üzere birçok çatışmaya girdi… Elbette Haco bütün bunları Türklerin çıkarını düşünerek yapıyordu. Onun Kürtlük hakkında hiçbir fikri yoktu.”(yage)
Cegerxwîn devamla Kürtlerin bu başarılı direnişinin Araplar tarafından inkâr edilişini ve resmi tarihte yer verilmeyişini eleştirerek şunları aktarmaktadır:
Suriye resmi tarihi Kürtlerin Fransızlara karşı olan direnişini anlatmaz; Kürtleri kendi düşmanı sayar. Beyandur olayında görüldüğü gibi, Fransızlar tamamen Kürtler tarafından durdurulmuş ve yenilgiye uğratılmışlardır. Arap olan Beyandur kaymakamı ise Fransız işbirlikçisi olduğu için öldürülmüş. Beyandur Olayı’nda, Fransız gücünü kırıp komutanlarını öldürenler Kürtlerdir. Oysa Arap şövenistleri hala bile, ‘Kürtler başka yerden gelmiştir,’ diyerek, Fransızlara karşı savaşanların yalnız Araplar olduğunu iddia ederler.
Ancak tarih, yalan ve çarpıtmayı kabul etmez. Bugün Fransız işbirlikçileri ülke sahibi iken vatansever Kürtler vatansız kalmaya devam ediyorlar… Fransız komutanın yazdığı birkaç sayfa bile gerçekten yalancıların kim olduğunu açığa çıkartıyor. Kürtler işgalcilere karşı savaşmıştır. Onların alnı aktır.
Haco Ağa binlerce askeriyle Fransızlara karşı savaştı. Beyandur’u yaktı; işbirlikçi Arap Kaymakam’ı ve Fransız komutanlarla yüze yakın askeri öldürdü, Fransızları Cizre’den sürdü. Bu nedenledir ki Cizre birkaç yıl Kürtlerin egemenliğinde kaldı.”
Görüldüğü gibi Fransız işgaline karşı Türkler adına savaştığını iddia ederek Haco’yu yeren Cegerxwîn, daha sonra aynı direniş nedeniyle Kürtleri ve dolaysıyla Haco’yu “onların alnı aktır” diyerek övmektedir. Bununla birlikte Kürt toplumunun geriliğinden, cahilliğinden yakınıyor ve sonraki gelişmeler için hayıflanıyordu;
“…Ancak Kürt insanı aydın değildi, emsallerinden geriydi; bu nedenle ulusal çıkarlarını korumaktan uzaktı. Kürtlerin birliğini sağlayıp koruyamamaları, ulusallaşamamaları da bu yüzdendir.”
Cegerxwîn Fransızların Kürt direnişi sonucunda Cizre’den çekilmelerinden sonra Türklerin bölgeye müdahale ettiklerini, birçok karanlık olayın yaşandığını, “bütün bu olayların tarihin karanlık dehlizlerinde kayıp” olduğunu belirterek tespitlerine devam etmektedir;
“…Kürt Kürt’e düşman oldu. Araya kan davası girdi, ölüm, baskı ve zorbalık girdi. Cizre ikiye bölündü. Hemê Heso ve aşireti Fransızlar ve Araplarla işbirliğine girdi. Said Ağa Türklerle işbirliğine girdi. Şemerler de Fransızlarla birlikte hareket ettiler. Fransızlarla birlikte Gabar’dan gelip Haco Ağaya karşı savaşıyorlardı. Haco Ağa da bir dönem Said Ağaya yardıma geldi, ama savaşmak yerine iki tarafı barıştırıp geri dönmeyi tercih etti.
Eğer Haco Ağa aydın biri olsaydı Kürtleri birleştirip yönetebilirdi. Ama o Türklerin dediğiniyapıyordu.”yage, s. 101)
Her şeye rağmen, Haco ve Kürtler zorlu direniş göstermiş ve Fransızları Cezire’den sürmüşlerdi. Bu nasıl bir gerçekse bütün olanlara rağmen, kaybeden tarafın yine Kürtler olması de bir gerçektir. Bu gerçek Cegerxwîn’nin anlatımlarında açıkça görüldüğü gibi bizzat Fransız yetkililer belirtmektedirler. Böylece Kürtlerle arası iyice açılan Fransızlar, gerek Suriye genelinde gerekse de Cezire’de tutunabilmek için daha çok Alevi, Hıristiyan ve Dürzî unsurlara yanaştılar. Suni Arap milliyetçiliğine karşı denge oluşturmak için bu kesimlere sarıldılar. Manda yönetiminde onları temsil eden unsurlara yer verdiler, özerk Alevi, Hıristiyan ve Dürzî bölgelerin oluşmasına izin verdiler. Ancak yine de yabancı yönetimine pek tahammül edemeyen Alevi ve Dürzîler, Manda yönetimin başını yer yer ağrıtmaya devam ettiler.
Kürtlerin direnişi sadece Cezireyle ve Kürt Dağlarıyla sınırlı değildi.  El Cezirenin daha kuzeyinde Gâvur Dağlarında da sürüyordu. Fransızlar, Suriye’nin güney ve orta bölgelerinde kontrolü ele geçirdikten sonra yine gizli anlaşmalara uygun olarak kuzeye doğru ilerleyerek Urfa, Antep ve Maraş gibi Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerleri alarak Kilikya’ya ulaşmışlardı ama buralara girişleri pek kolay olmadı. Özellikle Kürt illerinde büyük direnişle karşılaştılar.
Bu direnişlerde feodal aşiret başkanları, önemli rol oynadı. Nazım Hikmetin ‘Kara Yılan’ şiirine konu olan ve Gaziantep’te efsaneleşen, adına türküler yakılan Kara Yılan, Rişvan Kürt Aşireti’nin ‘Kabalar’ kolunun reisiydi… Revanduz’lu Kürt  Jandarma yüzbaşısı Ali Saip Ursavaş ise Urfanın Badıllı, Şeyhanlı, Bazıki ve diğer aşiretlerini örgütledi. Kürtçe gramer’in yazarı Urfa eski Milletvekili Avukat Kemal Badıllı’nın babası Sait Bey, direnenlerin başındaydı. Kahta’lı Hacı Bedir Ağa aşiretinden bin kişilik bir kuvvetle Urfa direnmesine katıldı. Bu savaşlarda ordudan çok, halkın savaşı ön plana çıktı. Aşiret güçlerin ünlü 19 Ağustos 1920 saldırısında, Pazarcık’lı Paşo Ağa, Besni’li Hasan Ağa, Baziki Aşiret Reisi Bekir Ağa, Barak Aşiret Reisi Mustafa Ağa ve Suruç’taki aşiretlerin kahramanlıkları büyük rol oynadı.” [3]
Kürtlerin bu kahramanlıkları! Karşısında Fransızlar, Urfa ve Maraş’a giremedikleri gibi yer yer geri çekilmek zorunda kaldılar. Kürt coğrafyasının bu bölümünde bunlar olurken, Havêrkan ve daha doğudaki aşiretler arasında bu anlamda ne Fransızlara ne de İngilizlere karşı her hangi bir direniş görülmemektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri Havêrkan’da somut bir işgal eyleminin gerçekleşmemiş olması olabilir. Nitekim Naci Kutlay da yukarda adı geçen esrinde aynı noktaya işaret ederek şunları aktarıyor: “Somut bir işgal olayı yaşamamaları başlıca neden olabilir. Ayrıca Cemilê Çeto, Ali Batê ve Milli Aşiretlerinin Osmanlı yönetiminden memnun olmamaları, ya da İngilizlerle Mustafa Kemal Hareketi arasında ikircikli bir konumda olmaları da etkili olmuş olabilir.”[4]
Buna karşın Haco ve yörenin diğer ileri gelenlerinin İtilaf Devletlerin yaptıkları ya da yapabilecekleri işgal eylemlerine karşı tavır aldıkları bilinmektedir. Devlet arşivlerinde bulunan ve Havêrkanlı birçok Kürt ileri gelenin yanında Haco’nun da imzasını taşıyan ve aşağıya aktardığımız, Fransız işgalini protesto eden telgraf bunun kanıtıdır.

Telgraf
Çıkış yeri: Midyat
Numara: 1138
Tarih: 16 Kasım 1919
“Sadaret Yüksek Makamı’na;
Her türlü adalet ve hukuk kuralına aykırı olarak işgal edilen kutsal topraklarımızın tahliyesini İtilaf Devletlerinin insaf ve hakkaniyetinden ümid ederken insanlığın vicdanını sızlatacak birtakım şeylerin ortaya çıkışına şahit oluyoruz. Antep, Maraş ve Urfa’nın Fransız askeri tarafından değil, Müslümanlara husumet ve düşmanlığı herkesçe bilinen, intikam duygularıyla tanınan komiteciler tarafından sadece intikam almak için işgal edildiğini üzüntüyle haber aldık. Kutsal topraklarımızda bu fedai çeteleri tarafından Müslümanların ırz ve namusuna, ahalinin hukukuna en açık ve korkunç bir şekilde tecavüzlerde bulunulmaktadır. Fransız kumandanının gözleri önünde cereyan eden bu durumlar karşısında İtilaf Devletleri suskun mu kalacaklardır? Milyonlarca Müslüman’ın hakları ve namusu bir avuç Ermeni fedaisinin keyif ve garezine kurban mı edilecektir? Bütün İtilaf Devletlerinin insanlık duyguları taşıdığına hâlâ inandığımız vicdanlarına ve Sulh Konferansı’nda yer alan kişilerin namuslarına müracaat ederek gerek haksız istilâlara ve gerekse menfur tecavüzlere acilen son verilmesini rica ediyor, yapılan muameleleri şiddetle protesto ediyoruz.
İmzalayanlar:
Midyat Müdâfaa-i Milliye Heyeti Adına:  Müftü Şakir
Bütün Ahali Adına: Müderris Hüseyin
Nakşî Tarikati Postnışini: Fethullah
Hasankeyf Belediye Reisi: Abid
Midyat Belediye Reisi: Hamdi
Müderris: Necmeddin
Dekşuri(?)Aşiretleri Reisi: Nureddin
Gercüş Aşiret Reisi: İbrahim
Estil Belediye Reisi: İbrahim
Hasankeyf Reisi: Ahmed
Mahallî Aşiret Reisi: Halil
Hassar Reisi: İsmail
Habzenebi Reisi: İzzeddin
Maran Reisi: Halil
Dir Memekân Reisi: Hasan
Derhaf Reisi: Osman
Kerboran Reisi: İbrahim Tahir
Orabayi Reisi: Abdülkerim
Keferzi Reisi: Hasan
Dumaran Reisi: Ahmed
Salihan Reisi
Hanik(?) Reisi: İbrahim
İlikan(?) Reisi: Abdüllatif
Hüveyri (?)Aşiret Reisi: Haço**
Mezizah Reisi: Hasan
Arnas Reisi: Salih
Alikân Reisi: Osman
Erdi Reisi: Temur”[5]
Telgrafta dikkat çekici olan nokta, protestonun Fransız işgalinden çok ‘Ermeni Komitacıları’ hedef alması ve işgal edilen yerlerin ‘Müslüman ahalinin’ toprağı olduğu vurgulanarak, özellikle halkın hassas olduğu dini duygularına hitap edilmesidir. “Müslümanlığa Ermeni tehdidi” söylemiyle Kürtler Ermenilere karşı kışkırtılmaktadır. Bu söylem Kemalist hareketinin oldukça yararını gördüğü, önceden belirlenen hedeflere uygun olarak, geliştirilen bir politikanın sonucudur. “Bu politika sayesinde bir yandan Ermeniler arasında boy veren ulusalcı eğilimleri yok etmek için bir maşa yaratmayı; diğer yandan da, Kürtleri merkezi yönetime daha bağımlı hale getirmeyi hesaplıyorlardı.”[6] Hesap tutmuş ve Kürtler bu yanıltıcı politikaya kanmışlardır. Çaba ve enerjileri yanlış yönlere kanalize edilmişlerdir. Daha sonraki yıllarda da özellikle Sevr Barış Antlaşmasının imzalanması sırasında bazı devlet yanlısı ağa ve şeyhlerin de çabalarıyla devlet yanlısı olmayan birçok Kürt ileri gelenine bu tür telgraflar çektirilmiştir.
Neden ne olursa olsun, Bütün Kürdistan’da olduğu gibi Havêrkan’da da yabancı işgale karşı tavır alınmıştır. Hatırlanacağı gibi bu tarihlerde (1919) Havêrkan’da Ali Batê İsyanı henüz bitmiştir(1919). Devlet güçleri yörede denetimi sağlamış ve kontrolü tamamen ele geçirmişlerdir. Daha sonra, 1922 ye gelindiğinde yukarıda Cegerxwîn’den yaptığımız alıntılarda görüldüğü gibi Haco Ağa Suriye Ceziresine geçerek Fransızlara karşı savaşacak ve büyük kayıplar verdirecektir.
Diğer yandan Fransızlar, Çukurova’da Kemalist güçlerle çatışmak zorunda kaldılar. Avrupa karasında ciddi sorunlarla karşılaştığı bu dönemde oldukça zorlanıyorlardı. 1921 yılına gelindiğinde Kemalistlerle anlaşarak (Ankara Antlaşması) Hatay’ın dışında diğer bölgelerden çekilmek zorunda kaldılar. Böylece ilk kez resmi Türk-Suriye sınırı da çizildi. Daha doğrusu, Kürt toprakları Kasr-ı Şirin Antlaşmasından sonra ikinci kez bölüşüldü. Kürt coğrafyasının bir kısmı Suriye’de kalırken diğer kısmı Türkiye sınırları içinde kalıyordu.
Fransızlar, Kemalistlerle olan sorunlarını büyük ölçüde çözme rahatlığıyla Suriye’de yoğunlaşmaya başladılar. Ancak ufukta onlara pek rahatlık görünmüyordu. Arap milliyetçiliği giderek boyutlanıyor, kitleselleşiyordu. Manda yönetimi siyasi ve askeri önlemlerin yanında sosyal ekonomik düzenlemeler, yatırımlar yapıyordu. Yol yapımı, kentleşme, tarım ve eğitim alanlarında belki ülke tarihinde o güne kadar görülmeyen adımlar atılıyordu. Anacak tüm bunlar, bağımsızlıkçı Arap Milliyetçilerini memnun etmiyordu. Arapların dışında diğer etnik gruplar da sürekli yeni sorunlarla ortaya çıkıyorlardı. 1925 yılında Milliyetçi Halk Partisine bağlı güçlerle Dürzîlerin başlattığı isyan nerdeyse bütün ülkeyi sardı. Hatta İslamcı propagandaların etkisinde kalan bazı Kürt aşiretleri bile Arapların yanında bu isyana katıldılar. Büyük uğraşların sonucunda isyan ancak 1926’nın sonunda bastırılabildi. Ancak tam anlamıyla kontrolü sağlamakta zorluk çekiyorlardı. Hele Kürt bölgesinde, yani Cezire adı verilen Türkiye sınırı boyunca uzanan bölgede tam bir otorite boşluğu vardı. İşte Havêrkan’lıların Suriye’ye inişi tam da bu kargaşa dönemine dek geliyordu.
Havêrkanlılar Suriye’de
3. Haco, yukarda gördüğümüz gibi daha önce Fransızlarla savaşmak için girdiği ülkeye bu sefer bir sığınmacı olarak giriyordu ve işi kolay değildi.  Öncellikle sınırı geçiş oldukça zorlu olur. Zorluklar sınırın öteki tarafında da devam eder. Kadın, çocuk ve yaşlılar önden gidiyordu. Aşiretin yaklaşık 200 kişiden oluşan silahlı gücü ise arkadan geliyor ve zaman zaman geri dönüp sınır karakollarına ani baskınlar düzenliyor, sınır devriyelerine saldırıyordu. Türk Hükümetinin diplomatik girişimleri sonucu Fransızların müdahalesine kadar saldırıları sürdü. Dolaysıyla önden giden kafileyle araları oldukça açılmıştı. Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan savunmasız Havêrkan kafileleri bazı Kürt çeteleri ve yaşam tarzı talancılığa dayanan Arap aşiretleri tarafından soyuluyor, ciddi zararlar veriliyordu. Bu çapulcu ayak takımı ele geçirebildiği her şeylerini çalıyorlardı.[7] Bölgenin yabancısı, barınacak, başlarını sokacak evleri bile olmayan muhacirlerin durumu söz konusu saldırılarla daha da kötüleşiyordu. Çok dramatik ve acı olaylar yaşandı. Ama herhalde,  insanın kendi vatanında, vatansız olmasından, kendi toprağında evsiz barksız kalmasından daha acı ve daha dramatik bir şey olmasa gerek… Havêrkan’lıların ve aynı tarihlerde Suriye’ye göç etmek zorunda kalan diğer Kürtlerin içinde bulunduğu bu durumu, dönemin Fransız komutanlarından biri çok çarpıcı ifadelerle şöyle dile getiriyordu:
Bir millet için bundan daha büyük felaket olur mu? O milletin evlatları ki kendi ülkelerinde 400 km’lik yolu yarasıyla tedavi edilmeksizin yürüyerek kurtulmaya çalışıyor. Bunlar kendi ülkelerinde yabancı ve mahkûmdurlar. Kendi ülkelerinde çıkmış gelmiş biz yabancı Fransızlardan siyasi sığınma istiyorlar. İstemlerini kabul ettiğimizde de bize teşekkür edip minnettar kaldıklarını belirtiyorlar.[8]
Havêrkan’lıları bu zor günlerinde Saroxan Ağa yalnız bırakmadı.  Saroxan, Haco’nun amca çocuğu ve konfederasyon içindeki en büyük rakibiydi. Suriye’ye ondan önce ve bir anlamda ondan kaçarak geçmişti. “Haco benim düşmanımdır. Ama Havêrkan kimsenin düşmanı değildir. Havêrkan artık Haco’nun aşireti değildir. Osman’ın ailesinden kim ağa olursa onundur. Şimdi Havêrkan ağası benim… Aşiretin bu hale gelmesine razı olamam.” diyerek aşireti sahiplendi ve o çapulcu gruplara karşı büyük bir çatışmaya girdi. Can kaybının yaşandığı bu çatışmalarda Saroxan üstün çıkar ve çalınan Havêrkan mallarına karşılık bazı köyleri talan eder. Böylece Aşiret içinde büyük bir itibar kazanır, Haco’ya karşı durumunu oldukça güçlendirir.
Gelişmeler Havêrkan lideri için sürpriz sayılmasa da bu kadarını beklemiyordu. O devlet güçlerine karşı başkaldırmış, Kürtler için savaşmış, yerinden yurdundan olmuş, mal varlığını kaybetmişti. Daha da ötesinde Kürtlere yaptığı zulüme karşı Fransa’yı karşısına almış, onunla savaşmış, birçok savaşçısını kaybetmiş biri olarak takdir ve itibar beklerken, tam tersine Kürtler ona ve aşiretine pusu kurarak elinde avucunda kalanı da almaya, Suriye’ye sokmamaya çalışıyorlardı. Diğer yanda aşiret içinde dengeler aleyhine değişmiş, güç kaybına uğramış, sadık silah arkadaşları ve yakın aile efradının dışında aşiretin önemli bir kısmı Saroxan Ağadan yana tavır almıştı. Açıkçası durumu pek iç açıcı değildi. Ekonomik sıkıntı içindeydi. Bütün mal varlığı Kuzeyde kalmıştı. Elde avuçta olan da tükeniyordu. Etrafında yığınla düşman vardı. Yöre aşiret liderlerden birçoğu onu kendisi için bir tehdit olarak görüyor ve ondan çekiniyorlardı. Haksız da sayılmazlardı. Çünkü o gerçekten de zorlu bir rakipti. Bu nedenle de ona güvenmiyor, düşmanlık yapıyorlardı.
Ancak o, yaradılışı gereği kolay pes edenlerden değildi. Önce silahlı güçlerini Türkiye sınırından çekti. Daha güneye, Suriye içerilerine çekildi. Onu tamamen etkisiz hale getirmek ya da yok etmek için fırsat kollayan Saroxan’dan da uzak durarak çatışmaya girmedi. Yörenin büyük aşiretlerinden olan Tay aşiretine sığınıp Fransız yetkilerinden iltica talebinde bulundu. Evet, Haco’nun bu zor durumunda Kürtler değil, Arap asıllı Tay Aşireti yardım etti. Ne var ki Fransızlar buna karşı çıkıyor, Haco’nun iltica talebini reddediyor ve ısrarla kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı. Çünkü Fransızlar, Haco ve Havêrkan güçlerinin Bayundur olayı sonrası kendilerine verdikleri kayıpları unutmamışlardı. Onu cezalandırmak istiyorlardı.  Çaçan Haco anlatıyor:
“(Sınırı geçtikten sonra) Tay Şeyhi’ne sığındık. Şeyh kirvemizdi. Fransa ise düşmanımızdı çünkü onun askerini öldürmüştük. (Bayundur olayı kast ediliyor. NC) Bu nedenle Şeyh’e temsilcilerini gönderip ‘Haco ve çocuklarını bize teslim etmezsen, sana düşmanlık yapacağımız gibi sana ödenen aylık maaşı da keseceğiz’ diye tehdit ediyorlardı. Ama şeyh bu tehditlere karşın ‘ Haco benim kirvemdir. Üstelik geleneğimizde böyle bir şey yok. Elinizden ne geliyorsa yapın, size teslim etmeyeceğim der.”
Bu gelişmeden sonra Haco, öldürdüğü Fransız subayı Roger’dan kalan güzel bir kısrağa binip, bizzat Fransız yetkililerle görüşmeye gider. Bu görüşmelerde, Türk Hükümetinin kendisini onlara karşı savaşmak için mecbur bıraktığını, savaşmamsı durumunda bütün ailesini yok etmekle tehdit ettiğini, savaşması durumunda ise yapacakları yardımları, verdikleri cephane ve silahları belgelerle kanıtlayarak onları ikna eder. Uzun ve zorlu geçen görüşmelerin sonunda iltica talebinin kabul edilip af edildiğini yine Çaçan’nın anlatımlarından öğreniyoruz.[9]
Bir yandan yerli aşiretlerle dostluklar kurarak yörede yer edinmeye çalışırken diğer yandan Fransızlarla arasındaki buzları eritmeye çalışıyor, esaslı ilişkiler geliştirmeye çalışıyordu. Fransızlar haklı olarak ona güvenmemekle birlikte kapıyı da aralıklı bırakıyorlardı. Çünkü gücünün farkında idilerler ve bu güçten faydalanmayı düşünüyorlardı.
Gelenekçi bir aşiret liderinden beklenilmeyecek diplomatik manevralarla kısa sürede Fransızların güvenini kazanır. Öncellikle silahlı aşiret güçlerini Fransız ordu birliklerinin hizmetine sokar. “1930’da Fransızların Cezire’deki varlığının sağlamlaşmasına binaen aşiret savaşçılarının orduya alınması zorunluluğu ortadan kalktığında, Haco’nun en iyi otuz savaşçısı ve üç oğlu 32. bölükte askerlik hizmetine (escadron leger) devam ediyorlardı.”[10] Diğer taraftan yörenin etkili birçok aşiretini, özellikle Arap Tay aşireti ve Kürt Miran aşiret konfederasyonunu Fransızların politik hedefleri doğrultusunda bir araya getirir. Yine yörenin önemli aşiretlerinden olan Dûrikî ağalarıyla dostane ilişkiler geliştirir. Öteden beri bölgede kontrolü kurmakta zorluk çeken Fransızların işini oldukça kolaylaştırdı. Onun çalışmaları sonucu Cezirede etkinliklerini iyice arttırdılar. Daha önce kontrol edemedikleri birçok aşireti onun yardımıyla kontrol altına almayı başardılar.
Kuşkusuz Haco’nun faaliyetleri bilinçli, pragmatik hedeflere yönelik tasarılardı. Bu hedeflere ulaşmakta da oldukça başarılıydı. Haco önemli bir reis olduğundan Fransızlar genellikle ona nazik davranıyorlardı. Kürt ağaları arasında daha az itibar görüyordu, çünkü çok güçlü ve tehlikeli bir rakipti. Haco, diplomatik yanının güçlü oluşundan dolayı Fransızlar nezdinde Kürt aşiretlerinin önde gelen sözcüsü oldu. Fransızlar üzerindeki bu etkisinden yararlanarak birtakım yeni grupları denetimi altına almayı başardı. Diğer reisler gibi tarımla uğraşmadı, bir çiftçi değil politikacı ve savaşçıydı.” (Bruinessen, yage) Bu nedenledir ki kısa bir sürede Fransızların gözünde bölgenin en etkin ve en güvenilir lideri durumuna geldi. Fransızların nezdinde itibarı arttıkça gerek aşiret içinde gerekse de bölgedeki  gücü de artıyordu. Örneğin, Fransızlar işçiye ihtiyaçları olduğunda Haco’dan istiyorlardı. Bunlara maaş ödetiyorlardı. Bu nedenle de birçok kişi Haco’nun tarafına geçiyordu.”(yage)
Fransızların yardımıyla Dûrikî ağalarından hediye olarak aldığı topraklar üzerinde Havêrkan Sultanlarının Mizizex’den sonra ikinci paytahtı sayılacak Tirbesipiyê( Beyaz Mezar) adı verilen ve Havêrkanlıların bölgedeki en önemli merkezi olan kasabayı kurdu. Daha sonra Hasekê de yaptırdığı aile ikametgâhına taşınmakla birlikte burası aynı zamanda onun politik ve askeri karargâhı olmaya devam etmiştir. 1930 yılına gelindiğinde  “Haco, aşiretin Hiristiyan kesiminin yaşadığı Qubur el-bid yakınlarındaki köyleri kendi adına kaydettirdi. Hiristiyan muhtarları görevden aldı ve yerel yönetimin kilit noktalarına kendi aile üyelerini yerleştirdi. Doğal olarak Haco zengin ve güçlü bir toprak sahibi olarak yükselen pozisyonu, aşiret yetkilerinin giderek daha fazla onun ellerinde toplanması anlamına geliyordu.”[11]
Cegerxwin, giderek güçlenen Haco’nun durumuyla ilgili şunları söylüyordu: “Cizre yöresinin tüm Ermenileri Haco Ağa ile birlikte hareket ediyorlardı. Fransa kendisine yardım ediyor ve Suriye Kürtleri en çok Haco Ağa’yı seviyorlardı. Aşireti yukarı Kürdistan’da en büyük aşiretlerinden birisiydi, bir kaç bin tüfek veya silahlı adamı mücadeleye katabilirdi.”[12]
Ailenin yaşayan büyüklerinden Ali Batê-II’nin belirttiğine göre; toplam 35 köyde kontrolü tamamen ele geçirir. Haco, artık o sığınacak bir yer bulmakta güçlük çeken, hiçbir mal varlığı ve etkinliği olmayan bir kaçak değil;  bölgenin en nüfuzlu, zengin toprak sahibi ve diplomatik kariyeri olan liderlerindendi. Yüz yıllarca Osmanlı Devletine aşar vergisini ödeyen yöre köylüsünün büyük bir kısmı artık ona ödüyordu( Nelida Fuccaro, yage). Güç ve otoritesi günden güne artıyordu. Öyle ki yöredeki bütün aşiretler bu durumdan tedirgin olmaya başlamışlardı.  Daha önce ona yardım eden, ona toprak bağışlayan, dost eli uzatan Dûrikî ağaları dahi aralarındaki anlaşmazlıklara son vererek ona karşı güç birliği oluşturma gereği duydular. “Haco’nun tüm bölgeyi ele geçirmesinden korkan birbiriyle çatışma halindeki Dûrikî reisleri de aralarındaki anlaşmazlıkları göz ardı ederek birleştiler. Aksi halde, Haco’nun bölgelerinde hâkimiyet kurmasıyla, aralarındaki çatışmanın nedeni de zaten ortadan kalkmış olacaktı. Başka bir deyişle ellerinden uğrunda dövüşecekleri hiçbir şey kalmayacaktı. Haco’yu dürüst olmamakla ve hırsızlıkla suçluyorlarsa da onları asıl korkutan Haco’nun Fransızlar üzerindeki etkisiydi.”[13]

Aşiret İçinde Liderlik Kavgası
Haco’nun bu yükselişinden rahatsız olan sadece yöredeki aşiretler değildi. Suriye’de etkinliklerini devam ettirmek ya da kurmak isteyen Araplar, Aleviler, Hıristiyanlar vb. birçok etnik, dini ve siyasi unsur bu yükselişten rahatsız oluyordu. Ama hiç kuşkusuz en çok rahatsızlık duyan Saroxan Ağa idi. Saroxan, daha önce belirtildiği gibi,  kuzeyde giriştiği liderlik mücadelesini kaybetmiş ve güneye kaçmak zorunda kalmıştı. Mücadeleye burada devam etmişti. Aşiretin buradaki bazı kollarını etrafında toplamıştı.  Yukarda belirtildiği gibi başlarda Haco’nun bir süre sınırda çatışması nedeniyle başsız kalan Havêrkanlıların Suriye’ye geçmesi sırasında Arap ve Bazı Kürt gruplarının saldırıları karşısında düştükleri zor durumdan yararlanarak, aşiret liderliğini ele geçirmiş gibi görünüyorsa da, uzun vadede pek şansı yoktu. Çünkü onun bütün sermayesi Mala Osman ailesinin bir ferdi olması, cesur ve gözü pek biri olmasıdır. Ama bunlar Onun Havêrkan Sultanı kalması için yeterli değildir. Haco ile kıyaslandığında birçok eksikliği vardı. Bir kere o sıradan, despot bir Kürt ağası görüntüsü çiziyordu. Bütün dünyası aşiretti. Bütün hayali, aşiret liderliğiydi. Ötesi yoktu. Modern politikadan anlamazdı. Gelişen dünya, bölge ve Kürdistan sorunlar yumağının merkezinde yaşıyor ama tüm bunlar onun için pek bir anlam ifade etmiyordu.  En önemlisi de Mala Osman’ın milliyetçi ve Kurdistani geleneğinden uzaktı. İşte en büyük dezavantajı da buydu.

Cigerxwin Saruxan Ağayı anlatıyor:
“… Saruxan, deli doluydu ve olmadık şeyler düşlüyordu. Kendisini dev aynasında görüyordu. Bir sarhoşun, bir delinin cesaretiyle hareket ediyordu. Bu tutumu nedeniyle tek başına çalıp tek başına oynayan biri oldu. Zamanı ve ortamı kavramıyordu. Söylediklerimizi duymuyordu bile. Biz kimdik, ‘ Havêrkan  Sultanı  Saruxan(!)’ kimdi? Biz onun dengi değildik.
… ‘sinek’ ve ‘camış’ kadar uzaktık birbirimize. O ağa, ben basit bir feqi, bir köylüydüm. O okumamış, ben okumuştum. O halk düşmanı, ben halkçıydım. Birbirimizi anlamamız ve yan yana olmamız mümkün müydü?”( yage)
Oysa Haco, Saroxan’da olmayan bütün vasıfları taşıdığı gibi o atasının milliyetçi geleneğinin de bir izleyicisiydi. Onu asıl farklı kılan da bu özelliğiydi. O sadece bir feodal bey, sadece bir aşiret reisi değil, bir lider özelliğini de taşıyordu. İşte bu güçlü ve karizmatik kişiliğin karşısında Saroxa’nın şansı hiç yoktu. Kader ona aynı oyunu oynuyordu; yine mevzilerini terk etmek zorunda kaldı. Güneyden kuzeye kaçmak zorunda kaldı. Ama hırslı ve inatçıydı. Mücadeleyi öyle kolay terk edecek biri değildi. Artık o Kuzey Havêrkan’da hüküm sürerken, Haco güneyde… Mücadele devam ediyordu. Üstelik çok daha hırslı ve acımasız bir şekilde… Saroxan, Suriye’deki Kürtlere büyük kin ve nefretle saldırmaya başladı. Sık sık güneye inip Haco’ya bağlı köylere saldırıyor, talan ediyordu.  Cegerxwîn “İç çatışmalardan sonra Saroxan Ağa kuzeye geçti ve Suriye’ye kaçan Kürtlere düşmanlığa koyuldu. Saroxan, ulusuna çok kötülük yaptı. Haco Ağa’yı öldürtmek için de elinden geleni ardına koymadı.” Diye belirttikten sonra Hesen Ağa’nın ( Haco’nun oğludur. NC) ağzından, aşağıdaki ilginç gelişmeleri aktarıyordu;
Hesen Ağa, Haco Ağa ile Saroxan Ağa arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyordu:
Kuzeye gitmeden önce babam, aynı zamanda analığım olan Saroxan’ın ablası Peyrûze Hanımı ve Saroxan’ın yeğeni olan üvey kardeşimi Saroxan’a gönderdi. Kardeşime, ‘Dayına git de ki: Haco artık Havêrkan’a ağalık yapmak istemiyor, yeter ki yakamı bıraksın.’ Dedi. Kardeşim ve annesi gittiler. Saroxan(bu teklife karşılık NC); ‘yeğenim, Türkler babanın başına yüz bin lira ödül koymuşlar. Gel sen bu babanı öldür. Parayı paylaşalım.’ demiş.”
Görüldüğü gibi Saroxan Ağa, mücadeleyi kazanmak ve Haco’yu ortadan kaldırmak için akıl almaz yöntemlere başvurmaktadır. Öz oğlunu bile ona karşı kullanmaya çalışmakta, onu baba katili yapmaya çalışıyordu. Ne var ki bu yöntemler ona yarardan çok zarar vermektedir. Nitekim öz yeğeni ‘Eğer Haco Ağa dayımı öldürmezse ben mutlaka dayımı öldüreceğim.’ diyecek kadar ondan nefret etmeye başlamıştır. Yine rakibinin karşısında yetersiz kalmıştır. Çünkü Haco Saroxan’ın niyetini anlayınca o da onu ortadan kaldırmak için planlar yapmaya başlar ama daha akıllıca… Bu amansız çekişme devam ederken Saruxan bir hata daha yapar; Halil Batê’yi  (Yukarda değinilmişti) pusuya düşürerek öldürür. İşte bu olay onun sonunu getrdi. Haco Halil’in intikamını almaya yemin eder. Saruxan’ı artık yaşatmamaya kararlıdır. Haco, Saruxan’ı öldürmek için Şemdin adında Havêrkanlı bir yezidiyi kulandı. Cegerxwîn anlatıyor: “Haco Şemdin’e daha önce haber göndermiş. Ona, ‘Eğer Saroxan’ı vurursan benle çocuklarım, Osmanların aşireti adına söz veriyorum ki düşmanlığını yapmayacağız.” demişti.
Şemdin bu güvenceyi aldıktan sonra, yine Haco’nun yaptığı bir planı uygulayarak, Saroxan’ı öldürür. Öldürmesine öldürür ama aynı zamanda kendi ölüm fermanını da imzalar. Her ne kadar Havêrkan reisi ona güvence vermiş, kan gütmeyeceklerine dair söz vermişse de, öldürülen sıradan biri değildir. Mala Osman hanedanı’nın bir üyesidir. Ailenin diğer üyeleri bunu hiç hazmetmemiş ve intikam kararı alırlar. Üstelik intikamı alan, bir zamanlar ‘Eğer Haco dayımı öldürmezse ben öldüreceğim’ diyen Saroxan’ın öz yeğeni ve Haco’nun oğlu Naif’in ta kendisidir. Naif dayısı’nın katili Şemdin’i babasının evinde uyurken öldürür ve Kuzeye kaçar. Kuzeyde bir süre kaldıktan sonra esrarengiz bir şekilde ölür. Ölümü hala karanlıktır. Kim ve nasıl öldürüldüğü bilinmiyor. En yaygın söylenti Saruxan taraftarlarınca zehirlendiğidir.
Naif ölmesine öldü ama babası onun bu itaatsızlığını hiç bağışlamadı ve cenazesine bile gitmedi.  Gitmediği gibi taziyeye de oturmadı. Ölene kadar da mezarına gitmediği söylenir. Ancak öldükten sonra mezarını Naif’in mezarına bitişik kazarlar. Şimdi baba oğul Digurê daki aile mezarlığında yan yana yatıyor.
Haco, artık Havêrkan’ın tek sultanıdır. Aşiret içinde rakipsizdir. Artık O büyük reistir (Hacoyê Mezin). Güç ve otoritesi daha da artmıştır. Ne var ki,  Saroxan’ı öldürtme biçimi gerek aşiret gerekse de Kürdistan da pek hoş karşılanmadı. Özellikle Yezidi kökenli birine öldürtmesi, gelenekselleşmiş, katı İslami anlayışların etkisiyle yoğun eleştirilere maruz kalmasına neden olmuştur.  Ailenin efradı her ne kadar “kol kırılır yen içinde kalır.” anlayışıyla hareket edip olayı bir iç mesele olarak değerlendirerek, dışarı yansıtmıyor idiyseler de, içten içe homurtular işitiliyordu. Sıradan Havêrkanlı açık açık sesini çıkartmıyordu ama o da olayı tasvip etmediğini bir şekilde belli ediyordu. Ancak Haco’nun bu homurtuları önemsediği veya yaptıklarının doğruluğundan kuşku duyduğu söylenemez. Bu güçlü kişiliğinin bir göstergesi olsa gerek… Şeyh Sait isyanında takındığı tavırla ilgili yapılan eleştiriler ve değişik yorumlar gibi bu konudaki eleştiriler ve yorumlar da günümüze kadar devam etmiştir.
Milliyetçi Bir Kürt Lideri Olarak Haco
Bundan önceki bölümün başında da belirtildiği gibi karizmatik olduğu kadar ilginç olan bu kişiliğe yönelik övgüler kadar eleştiriler de çokça yapıla gelmiştir. Ama tüm bunlara rağmen Haco’nun yurtsever ve milliyetçi kişiliği yadsınamaz. Suriye Kürdistan’ındaki Kürt hareketine katkıları gerçekten övgüye değerdir. Bireysel olarak ekonomik ve sosyal kazanımlar edindiği bir gerçektir. Ancak o güne kadar Cezire siyasetinde pek sesleri çıkmayan, politik arenada pek etkili olamayan, bir avuç aydının dışında milliyetçi etkinlikleri görülmeyen Kürtlerin, kısa bir sürede Araplardan sonra bölgenin en etkili etnik unsuru haline gelmelerinde, onun belirleyici bir rol oynadığı da bir gerçektir.
“…Haco Ağa’nın yaşamı ve eylemleri, Suriye’de yaşanan Kürt siyasi hareketlenirinin çeşitli aşamaları arasında bir süreklilik olduğunu göstermektedir. Bu durum, onun bir Kürt milliyetçisi olarak boy gösterdiği ilk yıllarda Hoybûn ile ittifak yapması, daha sonra Hawar tarafından başı çekilen kültürel uyanış hareketine katılması ve 1930’ların ortasında Cezire’nin özerkliğini savunan bölgesl harekette önemli rol oynaması bu sürekliliğin göstergesidir. Ayrıca, Haco yükselen Kürt milliyetçisi hareketin tüm çelişkilerinin vücud bulduğu bir karakterdir. Haco Ağa bir açıdan aşiret bağlılıklarına karşı milli aidiyetleri destekleyen imgeler ve fikirleri kullanan milliyetçi bir propagandist olarak Kürt aşiretlerine pan-kürtçü dayanışmayı anlatmaya çalışmaktadır. Öte yandan, aşiret reisi olarak kendine daha bölgesel ve yerel hedefler belirleyerek kişisel çıkarlarını korumayı başarmıştır.
“…Haco Ağa, milliyetçi çevrelere katılmasına rağmen, aşiret onun siyasi ve ekonomik gücünün ve dolayısıyla sosyal itibarının temeli olduğu için, Ağa milliyetçi çevrelerde eski aşiret düzeninin temsilcisi olma durumunu sürdürmüştür. Bir Kürt milliyetçisi olarak söylemleri Cezire bölgesinde Kürt aşiretleri arsında şöhretinin katlanarak yayılmasına yol açmıştır… Haco Ağa’nın aşiretler ve milliyetçi çevrelerdeki dikkat çeken şöhret, bir dizi uygun koşulun ve etkenin bir araya gelmesiyle açıklanabilir.”[14]
Suriye’de yer edindikten sonra kuzeyden kaçıp gelen birçok yurtsevere ev sahipliği yaptı, maddi manevi her türlü destek ve yardımı esirgemedi. Başta şeyh Sait aile efradı olmak üzere, Cemil paşalar, Bedirhaniler, Cemilê Çeto’nun aile efradı, Mala Aliyê Yunus ve daha birçok şahsiyet Türk hükümetinin baskılarından kaçıp Suriye’ye vardığı andan itibaren Havêrkan lideri onlara evinin kapılarını açmış ve her türlü yardımı yapmıştır.
Bunların başında Mir Celadet Bedirxan gelmektedir. Celadet Bedirxan’ın Suriye’deki en büyük destekçisi Haco idi desek abartmış sayılmayız. Konê Reş Celadet Beyin Haco’yla ilişkileri konusunda şöyle yazar:
“Celadet Bey Tırbesipi’yê de Haco ve çocuklarının yardımlarıyla yöredeki yurtseverler Kürtler arasında çalışmalarını sürdürüyordu. Mir, zamanının büyük bölümünü Haco’ların sınıra yakın köylerindeki evlerde geçiriyordu. Bu köylerden biri Çaçan Haco’nun evinin bulunduğu Mizgevt köyü idi. Bu köyde bir kaya vardı. Mir köyde olduğu zamanlar genellikle gider o kayanın gölgesinde oturur. Bu nedenle kaya’ya “Mir’in Kalesi” (Lata Mîr)    deniliyordu ve günümüze kadar o isimle anıla gelmiştir. Zaman zaman Hesîça’ya gidiyor ve Kürt dilinin esasları üzerindeki çalışmalarını sürdürüyordu. O zamanlar Fransız Hükümeti Haco’yu sınırdan uzaklaştırmış ve Hesîça da gözetim altında tutuyordu. Mir buraya geldiğinde yine Haco’nun yanında kalıyordu.”[15]
Haco’nun yardımlarını esirgemediği ünlü kişilerden bir diğeri de sürgünde bulunduğu Antalya’dan firar edip, İran’a oradan Ağrı’ya geçip direnişe katılma amacında olan ünlü Hamidiye Alayları komutanı Haydaran’lı Kör Hüseyin Paşadır. Paşa önce Suriye’ye geçip oradan Ağrıya ulaşmak niyetindedir. Suriye’ye geçtiği günden ayrılmasına kadar, Haco’yla temas halinde olmuş ve her türü desteğini almıştır. Hüseyin Paşanın oğlu Mehmet Bey anılarında şöyle diyordu:
Huduttan, Halep şehrine geçtik, Suriye’ye geçmemizin sebebi burada kurulmuş olan Kürt Hoybûn Cemiyeti’ne katılmaktı. Halep’te Haco Ağa’nın yanına gittik. Paşa bir müddet Haco Ağa’nın yanında misafir kaldı.”[16]
Haco, Hüseyin Paşa’yı Suriye’ye yerleşmesini ve çocuklarıyla Hoybûn içinde çalışması için ikna etmeye çalışıyor ancak o, İran’a geçip Ağrıya ulaşmada ısrarlıdır. Haco’nun adamları Paşa’ya sınırı geçene kadar eşlik ederler.  Bu arada Türk Hükümet güçleriyle birçok çatışmaya girerler. İran’a geçmek mümkün olamıyor. Bunu üzerine Irak’a oradan da İran’a geçmeye karar verilir. Bu süreçte de Haco, Paşa’ya her türlü desteği sağlar. Mehmet Bey anlatıyor:
“…Haco Ağa’nın evinde kaldık. Haco Ağa Paşaya:
‘ Hoybûn Cemiyeti size Şam’da bir ev yapsın, siz orada oturun, çocuklarınıza da görevler verilsin çalışsınlar’ dedi.
‘Paşa: Hayır, Şam’da oturmamın bir anlamı yok. İran’a geçip oradan Ağrı’ya ulaşmalıyım’ dedi.”
Paşa bir süre Haco’da kaldıktan sonra Irak’a geçer. Oradan İran’a sonrada Ağrıya ulaşmak amacındadır. Ancak Türk hükümetinin girişimleri sonucu İngiliz manda yönetimi Paşa’nın İran’a geçmesine izin vermez. Tekrar Suriye’ye geri döner ve bir süre daha Haco’nun Misafir kalır. Baharda Hoybûn’nun da yardımıyla paşa tekrar Irak’a geçer. Çocukları Suriye’de Haco’nun evinde kalırlar. Paşanın Oğlu Mehmet Bey anlatmaya devam ediyor:
“Paşa Irak’a geçtikten sonra bizimle birlikte Suriye’de Haco Ağa’nın evinde kalan Mutki Aşiret Reisi, Hacı Musa Bey hastalanıp, vefat etti. Cenazesini, Hoybûn merasimle Dargır’e defnetti.
Hüseyin Paşa oradan bize bir mektup gönderdi. Mektupta, bahara İran’a geçeceğini, bizlerin de hangi yoldan olursa olsun bir şekilde İan’a geçmemizi istemekteydi.
Bu mektuptan sonra ben, Yusuf, Afit, Nadir ve Süleyman Bışarê Çeto’nun ve Haco Ağa’nın adamlarından oluşan bir grubun refakatinde Suriye hududunu geçip, Türkiye’ye girmek için yola çıktık.
Hudutta Kürt milisleriyle ve Türk jandarmalarıyla çatışmaya girdik. Birkaç çatışmadan sonra Mardin yakınlarına ulaştık. Burada Haco Ağa’nın adamları geri döndüler, bizler de yola devam ettik. Jıkeftê-Perixanê’da sabah oldu. Milisler ve jandarmalar etrafımızı çevirdiler. Sabahın alacakaranlığında çatışma başladı. Haco Ağa’nın adamları dağda, biz ise olduğumuz yerde çatışmaya girdik… Öğleye kadar çatışma devam etti. Öğleden sonra biz mevzilerimizden çıkıp yola devam ettik. Korktular, üzerimize gelmediler…”[17]
Haco’nun yardımlarını gören bir diğer ünlü aile (Mahmut Baksi’nin anlatımına göre 1750’den bu yana Sason dağlarında Türk Devleti’ne karşı direnen) Mala Aliyê Ûnis’dur. Bu ailenin yiğitliği Kürdistan’da dile destandır. Osmanlıların korkulu rüyası oldukları gibi Cumhuriyet döneminde devletin baskıcı politikalarına karşı sürekli direnmiş ve çok ağır bedeller ödemelerine karşın hiçbir koşulda baş eğmemişler. 1925 Serhıldanın’a omuz verdiler ve sonuna kadar savaştılar. Yenilgiden sonra devletin hışmına uğrayanların başında onlar vardı.
Yalnız Mala Aliyê Ûnis değil, bizzat devlet yanlısı bir çok hain aşiret ve ağa dahi devletin bu hışmından payını aldılar. Malları yağmalandı, liderleri idam edildi, namusları ve şerefleri askerlerin çizmeleri altında çiğnendi…
Sağ kalıp yakalanamayan savaşçılar, gözü kara savaşçılar (mêrxasên çekdar û çav sor)  bir yandan çatışmaya devam ederken diğer yandan Suriye sınırını (bınxetê) geçip Mala Haco’ya sığınıyorlardı.”[18]
Mahmut Baksi aynı eserin başka bir yerinde bu aileden üç kardeşin devlete karşı yiğitçe verdikleri mücadeleyi ve hazin sonlarını anlatırken şöyle diyordu:
“Sabah erken daha güneş doğmadan, üç kardeş birbirine omuz vermiş, silahlarını kuşanmış, yönlerini Newala Qaramûsê’ ye vermişlerdi. Onların amacı sınırı geçip Mala Haco’ların yanına varmaktı… Roma Reş (Kürtler arasında Türk askerine verilen isim)onları adım adım takip ediyordu. Köy köy, dağ taş her yerde onları arıyordu.  Eli, Xelil ve Mamê, devlet tarafından fermanları yazılan Mala Aliyê Ûnis’e mensup bu üç kardeş’in çabası sınırı geçip binxete ulaşmak( Hacolara ulaşmaktır. NC)”
1925 sonrası Suriye’ye geçmek zorunda kalıp Haco’nun konuk ettiği ve yardımlarını esirgemediği daha birçok şahsiyet sayılabilir, hatta bunların arasında devletin baskılarına dayanamayıp kaçan Haco’nun düşmanları Dekşûri ileri gelenleri bile vardır. Kısacası Hacolar kuzeyli Kürtler için başı sıkışınca başvuracağı bir sığınaktı desek yerinde olur. Ancak Haco’yu önemli bir tarihsel kişilik yapan onun bu yönünden daha çok, Kürt özgürlük mücadelesine yaptığı katkılarıdır, Xoybûn içindeki faaliyetleridir. Denilebilir ki onun gelenekçi bir aşiret reisi yanını, 1925 başkaldırısında gösterdiği zaafları dahi gölgede bırakıp, milliyetçi bir Kürt lideri yönünü ön plana çıkartan bu örgüt içindeki çalışmalarıdır. Haco’nun tarihsel kişiliğinin anlaşılması bir yerde Xoybûn’un niteliğini, amaç ve hedeflerini anlamaktan geçer. Bu bakımdan Haco’nu faaliyetlerinden önce, 1925 sonrası Kürt özgürlük mücadelesinin oldukça önemli sayfalarından birini teşkil eden, örgütlenmeye yeni ve uzun erimli bir soluk katan, ulusal mücadeleye çağdaş ve modern bir nitelik kazandıran Xoybûn’nun kuruluş ve çalışmalarıyla ilgili bilgi vermekte yarar vardır.
Xoybûn’un Kuruluşu (5 Ekim 1927)
Xoybûn Yakın Kürt tarihinin en önemli siyasal organizasyonlarından biridir. İlk Modern Kürt örgütü kabul edilmesi abartılı olmasa gerek… Onu ortaya çıkartan şartlar, 1925 Hareketi sonrası Kuzey Kürdistan da oluşan ve Kürtler için oldukça zor bir dönem olan süreçte oluştu. Ağır bir yenilgi alınmış, tahribat büyüktür. Devlet güçleri çok yönlü bir saldırı başlatmışlardır. Yenilgiyle birlikte başlayan terör ve baskı ortamında milliyetçi Kürt aydın ve yurtseverlerin barınma imkânı kalmamıştır. Kürtlük adına ne varsa saldırı hedefidir. Ama tüm bu saldırılara rağmen, bir birinden kopuk da olsa yer yer direnişler devam etmektedir. İşte böylesi bir ortamda milliyetçi, aydın ve sorumluluk taşıyan Kürt liderleri çareler aramaktalar. Yeniden toparlanma, örgütlenme ve devam eden direniş hareketlerini bir merkezden yönetilmesi gerekliliğine inanırlar. Bunun için de bütün yurtsever Kürt örgüt veya gruplarını bir araya getirme düşüncesi üzerinde yoğunlaşırlar. Bu düşüncelere öncülük edenlerin büyük bir kısmı 1925 yenilgisiyle yada daha önce Kuzey Kürdistan’dan Suriye’ye geçen entelektüel, aydın, ağa, aşiret liderleri vb. şahsiyetlerdir. Fransız Manda yönetimi Kürtlerin bu doğrultudaki örgütleme faaliyetlerinde siyasal geleceği açısından bir tehlike görmemekte hatta çıkar ummaktadır. Bu nedenledir ki ;
Fransızlar Suriye’deki Kürt göçmenlerinin yaygın milliyetçilik faaliyetlerine ve Şam, Beyrut gibi şehirlerde öncü politik ve kültürel merkezler kurmalarına izin veriyorlardı. Çoğunluğu Türkiye’den Suriye’ye göç etmiş olan muhacirler, aynı zamanda Türk karşıtı hareketin de organizasyonunu sağlayıp, Suriyeli Kürtlerin lideri olmuşlardı.
…Suriye’deki Kürt göçmenlerinin en önemli faaliyeti, 1927’de amacı Kürt milliyetçiliğini yaymak ve Türk karşıtı Kürt faaliyetlerini yönlendirmek olan Hoybûn’u kurmak oldu.”[19]
Naci Kutlay, Xoybûn’un kuruluşu ve kurucularıyla ilgili şunları yazıyor:
“…Türkiye’den kaçan Kürt aydınlarının, Şeyh Sait isyanına katılanlardan Suriye’ye geçebilenlerin ve Şeyh Sait’e karşı devletin yanında yer alıp, 1926’da Batı Anadolu’ya sürgün edilecek ağa ve beylerden Suriye’ye kaçanların katılımıyla oluşan Hoybûn Örgüt’ü, çağdaş bir programdan yoksun, tarihen kaybetmiş Kürtlerin bir örgütüydü. İçinde aydınlar vardı, ama ipler eski aristokrat ve feodal ailelerin elindeydi. Bedirhani Ailesi’nden Celadet ve Kamuran Beyler öncüydü. Vanlı Memduh Selim Bey önemli bir rol oynadı. Haco Ağa ve Serbesti gazetesi başyazarı Mevlanazade Rıfat Bey de vardı.” ( Naci Kutlay, yage)
Rohat Alakom’a göre yeni bir örgüt fikrini ilk olarak ortaya atan ve bu anlamda Hoybûn’un kuruluş çalışmalarına öncülük eden kişi Memduh Selim Bey dir. Bununla birlikte söz konusu sürece katkı sunan birçok şahsiyeti saymak mümkündür; Bunların başında, Naci Kutlayın söz ettiği şahsiyetlerin dışında, daha sonra Ağrı Direnişi’nin askeri komutanlığına atanacak olan İhsan Nuri Paşa, Dr. Mehmet Şükrü Sekban, Şeyh Sait’in Oğlu Şeyh Ali Rıza, Berazi aşireti lideri Mustafa Şahin’i saymak gerekir. Bütün bu şahsiyetlerin yaptığı bir dizi görüşme ve çalışmanın sonunda bugün de Kürtler için hayati bir öneme sahip olan ve örnek alınması gereken “bütün Kürt örgüt ve partilerinin bir çatı altında toplanması” noktasında hemfikir olurlar. Bu çerçevede geliştirilen ilişkiler ve çalışmalar o günün koşullarında faaliyet gösteren ancak 1925 yenilgisiyle pek etkinlikleri kalmamış olan; Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Millet Fırkası, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye ve Kürt İstiklal Komitesi veya Kürt Ulusal Birliği (Azadi) adlı Kürt örgütlerinin bir çatı altında toplanması konusunda somutlaşır. Artık birlik ve yeniden toparlanma için uygun ve güvenli bir yer ve zaman tespitinden başka her hangi bir engel kalmamıştı. Nihayet 5 Ekim 1927 günü sözünü ettiğimiz örgütlerin temsilcilerinin yanında birçok etkili Kürt şahsiyet ve lideriyle “dağlardaki ulaşılması güç ve emin yerlere sığınmış isyancı savaşçıları temsil eden delegelerin” katılımıyla bir kurultay toplanır. Kürt Ulusal Kurultayı adı verilen bu kurultayın yeri ve zamanı konusunda farklı bilgiler vardır. Örneğin Kurultayın toplanma yeri ile ilgili, İhsan Nuri Paşa ; “Uzak bir yerde”, Süreya Bedirhan ; “Kürdistan dağlarının birinde”, Garo Sasuni; “Yabancı bir ülkede”, bazı kaynaklar da; Lübnan’ın Bahamdun kentinde toplandığını yazmaktadır. Daha farklı yerleri gösteren kaynaklar da vardır. Aynı şekilde Kurultayın toplanma zamanıyla da ilgili farklı tarihler verilmekle birlikte son dönemlerde yapılan araştırmalar sonucunda bulunan örgüt tüzüğünün birinci maddesi bu konudaki belirsizliğe son vermiştir. Söz konusu madde, aşağıda verilen tüzük maddelerinde görüleceği gibi 5 Ekim 1927 tarihini net olarak belirtmektedir. Toplanma yeri olarak Lübnan’ın Bahamdun kenti, genel kabul görmektedir. Bu çelişkili bilgilerin, özellikle yer konusundaki farklı bilgilerin bir bölümü büyük ihtimalle güvenlik nedeniyle bizzat kurultayı toplayanlar tarafından verildiği sanılmaktadır.[20]
Xoybûn’un Amaç ve Hedefleri
Dr. M. Nuri Dersimi, “Hoybûn Kürdistan’ın Türkler elinde bulunan parçasını Türk idaresinden kurtarmayı hedef kabul etmiştir.” diye yazmaktadır, ancak bu konuda daha detaylı bilgilere ulaşmak için örgütün tüzüğüne bakmak gerekir. Bu nedenle Xoybûn’un tüzüğünün ilk beş maddesini aşağıya aktarıyoruz.
1.  5 Ekim 1927 günü toplanan Birinci Kürt Kongresi’nin kararıyla,         Xoybûn ismiyle milli bir Kürt Cemiyeti kurulmuştur.
2. Cemiyetin amacı, Türkiye’nin egemenliği altında bulunan Kürt ve Kürdistan’ın kurtarılması ve kendi milli hudutlarının ayrılmasıdır.
3. Bu gayeye varmak için cemiyet bütün Kürtleri etrafında toplayacak ve karşılıklı çıkarlar doğrultusunda her türlü unsurla ilişkiye geçecektir.
4. Kürt milli andını ve bu tüzüğünün maddelerini ve çalışmayı kabul eden her Kürt, Xoybûn Cemiyeti’ne üye olabilir. Her üye cemiyete girdiğinde giriş parası verecek ve aylık aidatını ödeyecektir.
5. Cemiyete katılacak her kişi yemin edecek ve yetkili bir kurul tarafından kabul olunacaktır. Doğrudan doğruya örgüt işlerinden sorumlular cemiyete kabul edecekleri kimselere aşağıdaki yemin örneğini belge şeklinde yazdırarak imza ettirirler.”[21])  ettirirler.
Tüzüğün ikinci maddesinde örgütün asıl amacının; Türkiye’nin egemenliğinde bulunan Kürdistan’ın kurtarılması ve milli sınırları olan bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olduğu çok net olarak ortaya konulmuştur. Üçüncü maddede ise belirlenen amaca ulaşmak için bütün Kürtleri örgütlemeyi hedeflediğini belirterek, milli hedeflere yönelmiş, mahalli- aşiretsel yapılanmaları aşan milliyetçi, çağdaş bir örgüt olduğunu göstermiştir.
Ayrıca Xoybûn’un birinci kongresinde şu kararlar alındı:
“Kürdistan’dan son Türk askeri atılıncaya kadar mücadeleye devam edilmesi,
Bütün Kürt birliklerini yönetecek bir genel komutanlık oluşturulması,
Bu güçlerin organize edilmesi ve modern teçhizatla donatılması,
Türkler tarafından işgal edilen dağların birinde askeri üs oluşturarak, bu üssün depo olarak kullanılması,
Pers Hükümeti ve kardeş Pers halkıyla iyi dostluk ilişkilerinin geliştirilmesi,
Suriye ve Mezopotamya Kürtlerine Manda koşullarına yetinmek ve onlar için hiçbir politik hak talebinde bulunmayıp bu hükümetlerle iyi ilişkiler kurulması”[22]
Görüldüğü gibi bu kararlarla amaca ulaşmak için başvurulacak mücadele yöntemleri ve araçları ortaya konulmuştur.  Adeta daha önceki yenilgilerden dersler alınarak, oldukça temkinli ve kararlı davranmaktadır. Verilecek mücadelenin asıl yönteminin askeri olacağı ve bunun için yapılacak hazırlıklar belirtilirken, önemli diplomatik hedeflerde ortaya konulmuştur. Öncellikle benzer kaderi paylaşan ve bu anlamda çıkarları bir olan Ermeni ulusuyla geçmişte yaşanan olumsuzlukların yarattığı güvensizliklerin giderilmeye ve dostluk temelinde ilişkiler geliştirilmeye çalışarak, Panislâmcı hedeflerden uzaklaştığını, tam anlamıyla modern, milliyetçi bir organizasyon olduğunu göstermiştir. Xoybûn belirlediği bu hedeflere ulaşmak için uluslararası ittifaklar kurmaya yönelmiştir. Özellikle milliyetçi Ermeni Partisi Hıncak-Daşnak’la iyi ilişkiler kurulmuş karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma içinde olmuşlardır. Bu nedenle Xoybûn karşıtları ve Türk Hükümeti onu yıpratmak, dini tüm çevrelerde karşı muhalefet geliştirmek için bu ilişkileri propaganda aracı olarak kullanmışlardır.
Örgüt İran ve Irak hükümetlerine de benzer dostluk mesajları göndermiştir. Bu mesajlarla cephe daraltılmaya çalışılmıştır. Türk Hükümetine karşı başlatılacak askeri mücadele öncesi verilen “kardeş Pers halkı” mesajıyla İran, hükümetinin aleyhte girişimlerini engellemeye yöneliktir. Her ne kadar, başlayan Ağrı İsyanı’nda İran hükümetinin Türkleri destekleyici faaliyetleri engellenememişse de zekice yapılan diplomatik bir manevradır.  Aynı kaygılarla Irak ve Suriye’de manda devletler kuran İngiliz ve Fransız hükümetlerine de dostane mesajlar yollanmıştır. Yukarda 6’nolu kararda görüldüğü gibi, Suriye ve Irak’taki Kürtlere açıkça manda yönetiminin verdiğiyle yetinmeleri ve bu devletlerin hükümetleriyle iyi geçinmeleri, sorun çıkartmamaları telkin edilmiştir. Böylelikle Kuzeyde başlatılacak direnişin hedefini daraltma, güçleri hedefe yoğunlaştırmak, İngiliz ve Fransız hükümetlerinin desteğini almak ya da en azından tarafsız bırakmayı amaçlanmıştır. Doğrusu oldukça kıvrak bir diplomasi örneği sergilenmiştir. Ne var ki Xoybûn’un bu tutumu, gelenekçi Kürt çevrelerinde kuşkuların oluşmasına ve “bütün parçaya feda edilmiştir” diye yer yer eleştirilmesine neden olmuştur.


[1] (1924) Suriye Kominist Partisi yayın organı Direseti İştiraki -1985,  Aktaran Özgür Politika Gazetesi, 15 Eylül. 2002
[2] Fransızların Doğu Ordusu Komutanı Hotzencer’in 1918, 1923 yılları arası anılarını içeren Zehebiadlı kitabından aktaran Cegerxwîn, Hayat Hikâyem, Evrensel Basın Yayın, S.98-99 )
[3] Naci Kutlay, 21. Yüzyıla Girerken Kürtler , Peri Yay, s.88
[4] Naci Kutlay, 21 Yüz Yıla Girerken, Kürtler, Peri yay. s.88
* Bu telgrafta Havêrki aşiretinin ismi ‘Hüveyri’, Haco’nun ismi de ‘Haço’ olarak yanlış yazılmıştır.
[5] BOA. HR. SYS. 2542-6/28-30 //www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge/994/066.doc sitesinden alınmıştır.
[6] Cemil Gündoğan, 1924 Beytüşşebap İsyanı ve Şeyh Sait Ayaklanmasına Etkileri, Komal Yay s. 32
[7] Cegerxwîn, Hayat Hikâyem, Evrensel Basın Yayın,S.170
[8] Hasan Hişyar Serdî, Görüş ve Anılarım, Med Yay. S. 399
[9] Hamit Kılıçaslan’ın Çaçan Haco ile  yaptığ röportajı, Çıra dergisi, 1995, Sayı 3, sayfa;
[10] Hajo’s Fisce, Velud, Aktaran Nelide Fuccaro. Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri, Abbas Vali, Avesta yay. S. 257, 52. Dipnot.
11 Nelida Fuccaro dan aktaran; Abbas Vali  Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri, Avesta Yay. S 258
[12] Cegerxwîn, Jinenigariya min, aktaran Rohat Alakom, Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta Yay. S 43
[13] Bruinessen yage, eserin adı ve sayıfa numarası
[14] Nelide Fuccaro, Aktaran ;Abbas vali, yage. Sayfa 258
[15] Konê Reş’ten Aktaran Dr. Zerdeşt Haco, Mir Celadet Bedirxan,  Jiyan û remanên wî, www. demanu.com.tr/kovaradeng/arsiv/sayi61/yazi_05_mirceladet.htm – 30k Sitesisindeki yazısı.
[16] Kemal Süphandağ, Ağrı Direniş ve Haydaranlılar, Fırat yay. say.  no 115
[17] Kemal Süphandağ, Ağrı Direnişi ve Haydaranlılar,  Fırat yay. S.119, 120
[18] Mahmut Baksi, Serhıldana Mala Aliyê Ûnis,  Weşanên Welat s. 75
[19] W.Jwaideh, Kürt Miliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri Ve gelişimi, İletişim Yay, S. 277-278
[20] Rohat Alakom, Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta yay. S.26, 21 yage s. 26
[22] M. Bayrak, Kürdoloji Belgeleri- ıı Özge yayınları, s.379

0 yorum: