Pages

turkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
turkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2012 Pazar

0 Türkiye'de Toplu Mezarlar

Türkiye’de geçmiş yılların katliamları, çatışmaları, sivil ölümleri, toplu mezarlarla bugün gün yüzüne çıkıyor. Raporumuzun bu bölümünde Türkiye’de toplu mezarların kısa bir tarihçesinedeğindikten sonra neredeyse tamamı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde olan toplumezarların ayrıntılı verilerine yer vereceğiz.

Türkiye, jeopolitik konumu gereği her dönem savaşların yaşandığı önemli bir merkez olmuştur. Ancak Türkiye’de toplu mezar olgusunu ön plana çıkarabilecek olaylar, başka ülkelerle yaşadığı savaşlar değil, kendi içerisinde gerçekleştirdiği jenosid, tehcir ve bölgesel katliamlardır. Bunların başında da Ermeni Soykırımı gelmektedir. 1,5 milyon Ermeni’nintehcir edildiği ülkemizde, çok büyük katliamlar yaşandığı artık günümüzde daha net bir şekilde biliniyor. Ancak, o döneme ait kayıtların yanında, kanıtlar oluşturabilecek düzeyde henüz net bir bulguya ulaşılmış değil. Birçok alanda o dönemden kalma toplu mezarların olduğu bilinmesine rağmen, bugüne kadar (bir iki yer dışında) bu yönlü bir çalışma yürütülmemiştir.
 

Cumhuriyet öncesi bu katliamdan sonra yaşanan en büyük katliam olayları ise, 1925’ten başlayan ve 1938 yılına kadar neredeyse kesintisiz devam eden Kürt isyanları ve bu isyanların bastırılması sonrası ortaya çıkan katliamlardır. Bu isyanların başında gelen Şex Sait isyanı,Dersim isyanı, Ağrı isyanı gibi isyanlar, bu isimlerinin yanı sıra katliam adlarıyla da gündeme gelmiştir. Dönemin tanıklıkları, günümüze ulaşmış belgeler ve devlet arşivlerinden anlaşılıyor ki, bahsettiğimiz bu isyan süreci sürekli kanla bastırılmış ve binlerce Kürt toplu halde katliamların kurbanı olmuştur. Bu belgeler ve tanıklıklar haricinde bugüne kadar katliamları belgeleyebilecek kalıntılara çok fazla rastlanmamıştır. Bunda en büyük neden ise, bu alanda henüz bir çalışma yapılmayışı olarak gösterilebilir.
Ancak geldiğimiz noktada, ülkemizdeki toplu mezarların zayıf da olsa gündeme gelmesi odöneme ait bazı kalıntıları da bir bir ortaya çıkarıyor. Hazırladığımız Toplu Mezar Raporu’nda da görüleceği üzere, Dersim’de isyan döneminden kaldığı belirtilen
içerisinde 230 kişinin bulunduğu toplu mezar ile Bingöl’de Şeyh Sait isyanında 84 kişinin diri diri yakıldığı köydeki toplu mezar bunlara örnek teşkil edecek nitelikte.


Kısaca geçmiş tarihe değindikten sonra, günümüzde toplu mezarları gündemimize taşıyan
ve 30 yılı aşkın süredir devam eden düşük yoğunluklu savaşa geleceğiz. 1984 yılında silahlı
eylemleri başlatan PKK ile Türkiye güvenlik güçleri arasında gerçekleşen bu uzun soluklu çatışmalı dönem, beraberinde her savaşın yarattığı kirlilikleri de getirmiştir. Devleti yönetenlerin PKK ile mücadelede yetersiz ve etkisiz kaldıklarını hissettikleri dönemde silahlı örgütü destekledikleri savıyla sivil halka yönelik amansız bir mücadele içerisine girdi.Yaşanan bu süreçte binlerce sivil ve silahsız vatandaş, ya kaçırılarak kaybedildi veya sokak ortasında kurşunlanarak faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Kimi zamanlar ise, köylerde toplu katliamlara, toplu kaçırılmalara maruz kaldılar.Sivil vatandaşların yanı sıra ölümlerin büyük oranda arttığı 90’lı yıllarda, çatışmalar dayaşamını yitiren PKK militanları, tüm savaş hukuku hiçe sayılarak toplu halde gömülmeye başlanmış, cenazelerini isteyen aileler her seferinde eli boş bir şekilde geri çevrilmiştir. İşte tüm bu toplu kaybedilmeler, ve savaşın pervasız yüzü, Türkiye halklarını toplu mezarlarla tanıştırmaya başladı.


Newala Qasaba ile başlayan süreç
Bölgemizde toplu mezar olayı ilk olarak 1989 yılında gündeme geldi. Bu tarihlerde bölge genelinde bir araştırma yapan Gazeteci Günay Aslan, Siirt'e bağlı Newala Qasaba'da (Kasaplar Deresi) çok sayıda cesedin olduğunu tespit etti. Aslan'ın tespitleri sonucunda aralarında PKK'nin askeri kanadı ARGK'nin ilk komutanı olan ve Gabar Dağı'nda çıkan çatışmada yaşamını yitiren Agit Kod adlı Mahsum Korkmaz ve çatışmalarda yaşamını yitiren birçok PKK gerillasının bulunduğu 73 kişinin ismine rastlanmıştı. Günay Aslan o dönemde olayın peşini bırakmamış ve çalıştığı 2000'e Doğru Dergisi'nde toplu mezarların dosya haberini yapmıştı. Aslan ayrıca 20 Haziran 1989 tarihinde Özalp Cumhuriyet Savcılığı kanalıyla Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir dilekçeyle başvurarak, elde ettiği bilgilerin araştırılmasını istemişti. Aslan'ın başvuru dosyasında, cesetleri Newala Qasaba'ya atılan 73 kişilik isim listesi de bulunuyordu.Ancak Kasaplar Deresi’ndeki toplu mezarlarda bulunan kişi sayısının 73’ün çok üzerinde olduğu ileri sürülüyor. Nitekim dönemin İHD Siirt Şube Başkanı Evin Çiçek, yaptığı araştırmalar sonucu Kasaplar Deresi’ne atılan PKK militanı ve sivil 98 kişinin ismine ulaşmıştı. Toplu mezar iddiaları üzerine dönemin bazı siyasi parti temsilcilerinin girişimi ile  Kasaplar Deresi’nde bir kazı çalışması yapıldı ve yapılan kazı sonucu 8 kişiye ait cenazeye ulaşıldı.

Sivil Kayıplar ve Toplu Mezarlar 
Toplu mezarlarla gündeme gelen bölgede sonraki yıllarda ardı arkası kesilmeyen insan cesetleri çıkmaya başladı. 2003 yılında Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nde askerler tarafından gözaltına alınarak kaybedilen 8 sivil köylünün bulunduğu toplu mezar, 2004 yılında yine Kulp İlçesi’nde askerler tarafından kaçırılarak katledilen 11 köylünün içerisinde bulunduğu toplu mezar, 2005 yılında askerler tarafından kaçırılarak kaybedilen 2 sivil vatandaşa ait toplu mezar bulundu. Toplu mezarların bir bir ortaya çıkmasından sonra İnsan Hakları Derneği öncülüğünde yürütülen çalışmalar sonucunda bölgede aslında yüzlerce toplu mezarın var olduğu, ancak henüz bunların varlığı konusunda bir bilginin olmadığı ortaya çıktı. 
Bu tarihlerden itibaren neredeyse her gün toplu mezarlara ilişkin ihbarlar alınmaya başlandı ve ihbarlar sonucu gidilen her alanda toplu mezarlarla karşılaşıldı. 

Hizbullah’ın Mezar Evleri
90’lı yıllarda savaşın yoğun bir şekilde yaşanması sonucu yaşamını yitiren siviller ve örgüt militanlarının toplu bir şekilde gömülmesiyle oluşan toplu mezarlar Newala Qasaba olayındansonra uzun bir süre gündeme gelmedi. 2000 yılında ise Türkiye ilginç bir vakayla, yani‘mezar evler’le tanıştı. Bu dehşet verici manzarayı yaratan da bölgede Hizbul-Kontra olarak bilinen Hizbullah örgütü oldu. Yaptığı eylemlerle 90’lı yıllarda kamuoyunun gündemine gelmeye başlayan Hizbullah örgütüne yönelik operasyon İstanbul’da 17 Ocak 2000 tarihinde yapıldı. Polis, aralarında Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım'ın da bulunduğu işadamlarının kaçırılmadan önce cep telefonlarıyla yaptıkları görüşme ve mesajları inceledi ve Kanlıca Kaptanlar Mahallesi Mühendis Çıkmazı Sokak'taki bir eve baskın düzenlendi. Polisin örgüt üyeleriyle girdiği ve televizyonlar tarafından naklen yayınlanan 4.5 saatlik operasyon sonucunda evde bulunan Hizbullah örgütü lideri Hüseyin Velioğlu ölü, örgütün Marmara ve Ege sorumlusu Edip Gümüş ve askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar sağ olarak ele geçirildi.Evde yapılan aramada, İslamcı yazar Konca Kuriş ve Malki cinayeti davası sanığı MehmetSümbül’ün sorgulandığı video kasetler, kayıp 11  işadamının da aralarında bulunduğu yüzkişilik “kaçırılacak insan listesi” de bulundu.Operasyondan iki gün sonra Edip Gümüş’ün ifadesi doğrultusunda Üsküdar’da bir eveyapılan operasyonla da Hizbullah’ın, eşi görülmemiş bir toplu mezar vahşetine giriştiği ortaya çıktı. Evin kazılan her köşesinden toprağa gömülmüş cesetler çıktı. Elleri ve ayakları bağlı olan ve cenin pozisyonunda gömülen 10 cesetten bazılarının kafatasında beton çivisi bulunduğu, kol ve bacaklarının kırıldığı ve kesildiği, maktullerin işkenceye maruz kaldıkları belirlendi. Yakalananların ifadeleri doğrultusunda Etimesgut'ta bir gecekondu olan evin bo drum katında yapılan kazılarda İstanbul'daki gibi elleri arkadan bağlı ve çıplak gömülmüş 3 ceset bulundu.


Türkiye genelinde sürdürülen operasyonlar çerçevesinde 21 Ocak 2000'de
Konya’nın Meram İlçesi’n de düzenlenen operasyonda da bir evin bodrum katında, biri kadın 3 cesede ulaşıldı. İstanbul'da 28 Ocak 2000’de Kartal Çavuşoğlu Mahallesi’nde villa tipi evde yapılan aramada da 9 ceset bulundu.
Batı illerindeki mezar evlerin bulunmasının ardından gözler binlerce kaybın bulunduğu bölgeye çevrildi. Örgütün ele geçen belgeleri
doğrultusunda Diyarbakır 'da bir mezar evde kazı çalışması yapıldı ve çürümüş cesetlere rastlandı. 4 gün boyunca süren kazı çalışmaları sonucunda aynı evden 11 ceset çıkarıldı.

Beykoz operasyonun ardından 19’u İstanbul Üsküdar ve Kartal’da olmak üzere, Diyarbakır Mardinkapı’da, Tarsus’ta, Konya’da,Ankara’da ve Batman’da bulunan mezar evlerden tam 52 kişinin cesedi çıkartıldı.

Unutulmaya yüz tutmuş mezar evler 2006 yılında tekrar ortaya çıktı. Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde Hizbullah’a ait olduğu öne sürülün bir evin bahçesinde yapılan kazıda 2 kişiye ait kafatası ve kemikler bulundu.

21 Eylül 2012 Cuma

0 Suikast, Hizbullah lideri ile Esad’ı birbirine düşürdü

WikiLeaks’in sızdırdığı Stratfor’un derin postalarına göre Hizbullah’ın önde gelen liderlerinden İmad Muğniye’ye Şam’da düzenlenen suikast, iki yakın müttefik, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı birbirine düşürmüş.


WikiLeaks’in sızdırdığı Stratfor’un derin postalarına göre Hizbullah’ın önde gelen liderlerinden İmad Muğniye’ye Şam’da düzenlenen suikast, iki yakın müttefik, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı birbirine düşürmüş. Yazışmalarda, Alman Die Welt gazetesinin daha önce ortaya atmış olduğu, Muğniye’nin, Suriye istihbarat birimleri içinde Esad’a yönelik bir komplo hazırlığı yürütüldüğünü yönetime duyurması iddiasını güçlendiren ayrıntılar bulunuyor.

Reva Bhalla’nın, 25 Mart 2008’de analistlere gönderdiği bir e-postaya göre, Esad’ın işadamı kuzeni Rami Mahluf’a yakın bir kaynak, Hizbullah’ın, dönemin Suriye istihbarat şefi Asıf Şevket’i Muğniye cinayetinde kilit role sahip olmakla suçladığını ve ifadesini almak istediğini söylemiş. Kaynak, Hizbullah’ın baskısı üzerine Esad’ın aynı zamanda kayınbiraderi olan Şevket’i Muğniye soruşturmasından alarak, yerine güvenlik konularına son derece uzak olan Rami Mahluf’u geçirdiğini belirtmiş.

Bhalla’nın çeşitli yazışmalarda bahsi geçen Hizbullah kaynakları ise, Suriye istihbaratını, Muğniye cinayetinin emrini Nasrallah’ın verdiğine dair söylentiler yaymak ve soruşturmayı bunu ispatlamak amacıyla yürütmekle suçluyor.

‘ABD’yi neden suçlamadın’

Tüm bu gelişmelerin ortasında ise 7 Mart 2008 tarihli bir yazışmada Hizbullah’tan bir kaynak Bhalla’ya Muğniye’nin ölümü üzerine Suriye istihbaratının içindeki ani değişikliklerin “Mahir Esad’ın kardeşine [Beşşar’a] yönelik ağustosta bir darbe planı olduğunu öğrenmesi üzerine gerçekleştiğini” aktarmış. Bhalla, yine 7 Mart 2008’de analistlere gönderdiği bir e-postada, Esad ile Nasrallah arasındaki gerginliği şöyle açıklıyor: “Kaynağım, Nasrallah’ın, Muğniye’yi anma konuşmasında suçlamalarını İsrail ile sınırlı tuttuğu için Suriye’nin çok rahatsız olduğunu söylüyor. Esad, Nasrallah’a kendi iletişim yollarından öfkesini iletmiş. Esad’ı rahatsız eden Nasrallah’ın, Muğniye’nin öldürülmesinde ABD istihbaratının rolünden söz etmemiş olması. Esad, Nasrallah’ın suçlamayı İsrail ile sınırlandırarak, Suriye’nin İsrail Başbakanı Olmert’i Şam ile barış görüşmelerine dönmeye ikna etme çabalarını suya düşürebileceği duygusunu taşıyor. Nasrallah’ın suçlaması, İsrail Başbakanı’nın, kendisine Suriye’nin görüşmelerin başlaması için İsrail’in koyduğu ön şartları kabul ettiğini ileten Türk mevkidaşı ile toplantısına denk geldi. [...] Nasrallah, Mossad’ın Suriye istihbaratının içine sızdığını ileri sürüyordu. CIA’i de dahil etmek siyaseten daha doğru olurdu çünkü Esad her zaman Arapların ABD’yi durdurma imkânı olmadığını söyleyebilir ancak Mossad konusunda başarısızlığa uğramış olmak ters etki yaratacaktır.”

Taraf - 13.03.2012 

6 Haziran 2012 Çarşamba

0 Kürd Kalmak mı Türkiye’nin Kürdü olmak mı?


Son günlerde ne hikmetse hem “Kürd siyasetçiler” hem de “Türk aydın ve yazarlar “ telaş içinde Türk medyasında, “ Kürdistan Kuruluyor “ konusunda bir tartışmadan ziyade; bir ihbar ile yer almaya başladılar! Bunun altında yatan niyet ne olursa olsun pek hayra yorumlanamaz. Çünkü apaçık bir ihbar söz konusudur ve bunu yapanların içine düştükleri konum ise muhbirliktir. Muhbirliğin pek muteber bir iş olmadığını hepimiz biliyoruz. Muhbirlik illa bir ücret karşılığında yapılıyor diye bir kural yok. Bazen kıskançlıktan, bazen bir şeyleri kotarmak için, bazen birilerine yaranmak, bazen bir şeyleri sabote etmek, bazen başarıya ulaşılmasın diye yapılır. Muhbirlik ajanlık olmasa da yapılan  iş itibarı ile paralellik söz konusudur. Diğer adıyla ispiyoncu demek daha doğru olur.

Konuyu telaş ve korku içinde medyaya yansıtan  isimleri sıralamak gerekirse: Murat KARAYILAN, Selahattin DEMİRTAŞ, Aysel TUĞLUK, Osman BAYDEMİR, Hasan  CEMAL, Cengiz ÇANDAR  ve de Altemur KILIÇ görülüyor. Ortak tema “ Kürdistan kuruluyor, bağımsızlık söz konusu, PKK ile anlaşmazsanız yarın geç olabilir “ türünden uyarı ve ihbar iç içe  veriliyor. Süreci takip edenler bu açıklamaların ne anlama geldiğini iyi biliyorlar, TC devletinin çıkarlarının zedeleneceği kendisine hatırlatılıyor. Sanki devlet ve kurumları olayı bilmeyecek kadar bilinçsiz veya umursamayacak kadar duyarsızmış da bunlar farklı pencereden uyarı görevlerini tez elden ulaştırmanın derdindeler! Bu konuda utangaç ve örtülü  bir dil kullansalar da ne dediklerini gayet iyi anlıyoruz ! “ Bir an önce Öcalan ve PKK ile anlaşmaya bakın yoksa işin içine uluslar arası aktörler girerse iş Kürdistan devletinin kuruluşu ile sonuçlanacak” demeye getiriyorlar.
Bunu dillendirenlerden Kürd olanlar; “Biz  Türkiye’den kopmak istemiyoruz. Bağımsız bir Kürd devleti filan da istemiyoruz. Bize Kürd bölgesinin yönetimini verin yeter, bunun için ‘demokratik özerklik’ uygundur. Hatta yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve kültürel bazı haklar bile yeterlidir “ demeye getiriyorlar. Bunun garantörlüğünü de Öcalan olarak belirtiyorlar. 18-20 kadar özerk bölge öneriliyor, zaten yedi bölge mevcut bunların sayısını çoğaltmak ile Kürd halkının hangi ulusal talebi karşılanacak bilemiyorum ! Daha ileri giden KARAYILAN “Türkiye’de yönetim anlayışı ademi merkeziyetçi olursa, seçimler de demokratik yapılırsa, kim kazanırsa bölgesel yönetimi o yönetir “ derken, seçimin tek kıstas olduğunu ve bununla MHP’nin dahi  bölgeyi yönetme adayı olabileceği ihtimaline açık hale getirebiliyor. Aysel TUĞLUK “Kürt meselesi sadece Öcalan üzerinden “kazan-kazan” prensibiyle çözülebilir. Diğer bütün yollar “kaybet-kaybet”e çıkar...”  diyerek bir halkın iradesini, özgürlüğünü  bunun karşılığında pazarlık konusu edebiliyor. DEMİRTAŞ “ Suriye Kürdleri de özerklik elde ederlerse Türkiye’nin üç tarafı Kürdistan ile sınır olacak, Türkiye’deki Kürdleri (biz olmadan) nasıl zapt edeceksiniz ?” demeye getirirken, Kürdleri topraksız bir konumda değerlendirebiliyor. İyi o zaman “ Afrika’dan yurtluk” isteyin, sorun kökten çözülmüş olsun mantığınıza hayran olmamak mümkün mü!
Hasan CEMAL ve Cengiz ÇANDAR ise “ sorunu Öcalan ve PKK ile  hemen çözmenin  yollarını bulun,  yoksa, uluslar arası aktörler devreye girerlerse kaybederiz. Kürdistan kurulur, Kürdler bizden koparlar. CEMAL, “  Türkiye rahatlar, manevra alanı ve bölgesel nüfuzu genişler. Yoksa işimiz zor.” Devletinin çıkarlarını bu şekilde açıkça dile getiriyor. İşte ‘Kürd dostları’ dediğimiz ‘demokrat Türk aydını’na iki tipik örnek.
Irkçı ve faşist Altemur KILIÇ’da “ Büyük Kürdistan kuruluyor, devlet nerede uyuyor mu? “ diyerek bu muhbirlere farklı bir ses olarak katılıyor. Söylenenler bu manada ispiyonlamadır, niyetler  ne olursa olsun ifadeler aynı kapıya çıkmıyor mu? Bu açıklamaların Kürdistan Ferderal Bölgesinin başkanı Mesut BERZANÎ’nin  Amerika’da Obama tarafından resmi düzeyde kabulüne rastlaması ayrı bir telaşın yaşanmakta olduğunu göstermiyor mu ?
Kürdistan sorunu yakıcı bir şekilde Orta Doğu’nun en büyük depreminin habercisi olmaya devam ederken, bir ayrışmanın da habercisi oluyor. Bu ayrışmanın Kürdler arasında yaşanıyor olması, sağlıklı bir mücadelenin zeminini de oluşturacak. Kürdistanî Kürd kalmak ile Türkiyeli Kürd olma arasındaki tercihin yapılacağı bir sürece girilmiş demektir.

Tevger Çekdar - 15 Nisan 12

3 Ağustos 2011 Çarşamba

0 Türkiye Tarihi I - II - III - IV [E-Book]

Türkiye Tarihi I; Osmanlı Devletine Kadar Türkler
Halil Berktay, Ayla Ödekan, Ümit Hassan - Yayın Yönetmeni: Sina AKŞİN


İNDİR
Türkiye Tarihi II; Osmanlı Devleti 1300-1600
Metin Kunt, Hüseyin G. Yurdaydın, Ayla Ödekan - Yayın Yönetmeni: Sina AKŞİN


İNDİR
Türkiye Tarihi III; Osmanlı Devleti 1600-1908
Sina Akşin, Metin Kunt, Zafer Toprak, Hüseyin G. Yurdaydın, Ayla Ödekan - Yayın Yönetmeni: Sina AKŞİN


İNDİR

Türkiye Tarihi IV; Çağdaş Türkiye 1908-1980
Yayın Yönetmeni: Sina AKŞİN
Mete Tuncay, Cemil Koçak, Hikmet Özdemir, Kokut Boratav, Selahittin Hilav, Murat Katoğlu, Ayla Ödekan



İNDİR