Pages

8 Ağustos 2011 Pazartesi

0 Havêrkan Aşiret Konfederasyonu | Hoybun'un Kurucu ve Yöneticileri


Milli Kürt Kurultayı’nın aldığı en önemli karar kuşkusuz o günün şartlarında Kürt davasında var olan bütün örgütlerin, siyasi oluşumların birleştirilmesidir. Yukarda isimlerini zikrettiğimiz bütün örgütler kendilerini feshederek bir çatı altında birleştiklerini açıklarlar. Böylece Kurultay aynı zamanda Hoybun’un kuruluş kurultayı olmuştur. Diğer bir ifadeyle 5 Ekim 1927 tarihi Hoybun’un da kuruluş tarihi olmuştur. Doğal olarak kurulan yeni oluşumun ilk yöneticileri de aynı kurultayda seçilmiştir. Bu konuyla da ilgili bazı belirsizlikler olmakla birlikte, bu gün Hoybun’un ilk yöneticileriyle ilgili net bilgilere sahibiz diye biliyoruz.
Araştırmacı yazar Rohat Alakom; Hoybun’nun ilk kuruluş toplantısına katılan Ahmet Abdurahman Ağa’nın anılarına dayanarak Hoybun’nun mer- kez komitesine seçilenlerin bir listesini veriyor. Söz konusu listede şu isimler vardır: Celadet Bedirxan, Memduh Selim Bey, Mehmet Şükrü Sekban, Haco Ağa, Ramanlı Emin, Şeyh Ali Rıza, Mustafa Şahin, Bozan Şahin, Kerim Bey, Tefik Bey, Kamil Bey, Bedrettin Ağa, Liceli Fehmi. Her ne kadar farklı kaynaklar bu listeyi kimi değişikliklerle veriyorlarsa da doğruya en yakın bir liste olduğu söylenebilir. Örgütün Merkez komitesine seçilen bu kişiler kendi aralarında Celadet Bedirxan Beyi de ilk başkan olarak seçerler.
Listede yer alan kişilerin sosyal, toplumsal, kültürel konum ve yapılarının çok renkliliği hemen dikkati çekmektedir. Yüksek tahsilli, bir kaç dil bilen aydınlardan, okuryazar bile olmayan aşiret reisine, öğretmeninden toprak sahibi ağasına, tarikat kökenli şeyhine kadar her kesimden şahsiyetler yer almıştır. Adeta Kürt toplumunun küçültülmüş, daraltılmış bir numunesi gibidir. Oldukça namlı, karizmatik kişiliğin yanında entelektüel, bilge kişilik, oldukça nüfuzlu derebeyi veya tarikat mensubunun yanında, oldukça mütevazı bürokrat, öğretmen kişilik yan yana olmuş, kafa ve gönül birliği yapmıştır. Sosyal, ekonomik, kültürel farklılıklarına rağmen hepsinin ortak bir özelliği de vardır; hepsi Kürt milliyetçisidir. Günahlarıyla sevaplarıyla, tarihe mal olmuş, Kürt davasına büyük katkıları olmuş,  bu uğurda büyük çileler çekmiş, bedeller ödemiş şahsiyetlerin tanınması amacıyla yaşam öykülerinden kısa kesitler vermenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Celalet Bedirxan(1893-1951);
Celadet Bedirxan, Kürt özgürlük hareketinin koca çınarı, namlı Bedirxan hanedanın bir üyesidir. Mir Ali Bedirhan’nın oğlu ve son Botan Miri Bedirhan Beyin torunudur. Annesi Çerkez kökenli Senihe Hanımdır. 26.04 1893’te Istanbul’da doğdu.
Kürt özgürlük hareketine, Kürt kültürüne, diline, edebiyatına büyük katkıları olan, Hoybun’un “bilge” tabirini en çok hak eden üyelerinden ve ilk başkanıdır. Avrupa’da eğitim görmüş, batı kültürünü özümsemiş, bir kaç dil bilen siyaset, kültür ve edebiyat adamıdır. Bir yandan özgürlük düşmanlarına karşı mücadele ederken diğer yandan Kürt dili ve edebiyatı üzerinde çalışmalar yapmış, Kurmanci lehçesinin gelişimine katkılar sağlamıştır. Şam’da Kürt yayıncılığında çok önemli bir yeri olan ve ‘Kürt Ansiklopedisi’ olarak nitelendirilen, Hawar dergisinin sahibi ve editörüdür. Denilebilir ki Kürt özgürlük mücadelesinin her alanında mücadele etmiştir. O büyük hanedanın varisi, bu uğurda çekmedik çile kalmamıştır desek yeridir. Son dönemlerinde içine düştüğü ekonomik sıkıntıları gidermek için çiftçiliğe başlar. Ancak ektiği tarlanın su ihtiyacını karşılamak için kazdığı kuyuya düşerek boğulmuştur. Mehmet Uzun’un Kader Kuyusu romanı, Celadet ve ailesinin yaşam öyküsünü konu almıştır.

Memduh Selim Bey (1880-1976);
Kürt coğrafyasının yetiştirdiği en büyük aydınlardan biridir. Aslen Vanlı dır. Birçok kaynakta Hoybun örgütünün kuruluş düşüncesini ortaya atan ve öncülüğünü yapan kişi olarak kabul edilmektedir. Felsefe ve siyaset tahsili görmüş. Antakya’da felsefe öğretmenliği yapmış. Günümüz Türkiye’sinin önemli simalarından Cemil Meriç, Avukat Halit Çelenk, Sendikacı Kemal Sülker onun öğrencileridir.[1] Hoybun’dan önce birçok örgütsel faaliyette bulunmuştur. Rojî Kurd(1913) ve Jîn (1918) dergilerinin yayınlanmasında rol oynamış ve yazarlığını yapmıştır. Teşkilat-ı Iştimaiye, Kürt Milli Fırkası adıyla kurulan cemiyetlerin kuruluş ve yönetimlerinde yer almıştır. Hoybun Merkez Komitesinde görev aldı, aynı zamanda Antakya şubesinin de kurcu ve yöneticiliğini yaptı. “Buradaki Türkler kendisini Türkiye karşıtı etkinliklerinden dolayı döverler”[2]
Naci Kutlay, modern ve gösterişten uzak bir Kürt aydını olarak nitelendirdiği Memduh Selim Beyle ilgili şunları yazar: “Hoybun-Xoybûn- örgütü’nde, Bedirhani kardeşlerden Celadet ve Kamuran Bey’ler ile Cemil Paşazade’lerin isimleri çok geçer. Bu arada öğreniyoruz, sessiz ve gösteriş- ten uzak bir kişiliği olan Memduh Selim’in büyük emekleri geçmiş.”[3] Oldukça zengin bir kitaplığa sahipmiş. Kürt devrimcisi Necmettin Büyükkaya anılarında “O’nun kitaplığını almak istedim. Ancak hanımı umduğum gibi çıkmadı. Dört bin Suriye lirası ödemek istedim. Kabul etmedi. Kitapların bir bölümünü alıkoyup diğerlerini vermek istedi. Kabul etmeyip geri döndüm.”[4] diye yazar.
Mehmet Uzun’un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde( Ber Siya Evinê) adlı romanı, Memduh Beyin yaşamını konu etmiştir.

Dr. Mehmet Şükrü Sekban (1881-1960);
Ergani doğumludur. Hoybun’un aydın kadrolarındandır. Ilk kuruluş kongresini o yönetti. Hoybun’dan önce kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürt Talebe Hêvî Cemiyetî (1912), Kürdistan Tealî Cemiyeti’nin (1918) kurcuları arasında yer almış, bu örgütlerde aktif çalışmıştır. Uluslar arası platformlarda, Milletler Cemiyeti nezdinde Kürt ulusal haklarını hararetle savunmuştur. Hoybun’un Bağdat Şubesi başkanlığını yapmıştır.
Daha sonraları arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düştüğü ve onlardan ayrıldığı bilinmektedir. Yayınladığı (1933) Kürt Sorunu adlı esrindeki düşüncele- rinden dolayı Hoybun’daki arkadaşlarına tamamen ters düşmüş ve yollarını ayırmıştır. Paris’te Fransızca olarak La Question Kurde yayınlanan bu eserde daha önce savunduğu düşüncelerinin aksine; Kürtlerin ana vatanın Orta Asya olduğunu, Turanî bir kavim olduğunu, “antropolojik bakımdan, saf Türk olan Türkmen ile Kürd’ü ayırt etmenin güç olduğunu.. Türkiye’den ayrı bir Kürdistan’ın yaşamasının mümkün olamayacağını” savunmuştur.[5]

Ramanlı Emin (Eminê Perîxanê);
Ramanlı Emin, Batman yöresinde büyük bir aşiret olan Raman aşiretinin lideridir. Kürtlerde sık rastlanan güçlü kadın tiplerinden biri olan annesi Perihan Hanım’dan dolayı Eminê Perîxanê diye anılır. Perîxan Hanım,  kocasının öldürülmesinden sonra Kürt geleneklerine uyularak kocasının kardeşiyle evlendirilir. Güçlü kişiliğiyle aşirete liderlik eder. Bir ara tu- tuklanır ve Diyarbakır cezaevinde yatar. Beş erkek çocuğu vardı. Her beş çocuğu devlet tarafından öldürülmüştür.
Emînê Perîxanê, 1925 başkaldırısında “devlet güçlerinin yanında yer alır.”[6] Ancak devletle işbirliği yapan birçok Kürt gibi o da yaranamaz ve isyan sona erdikten sonra devletin yaptırımlarına hedef olur. Sürgüne gönderilmeye çalışılırken bir yolunu bulur ve Suriye’ye kaçar. Burada milliyetçi Kürt hareketine katılır, Hoybun’un kuruculuğunu yapar. 1928’de çıkartılan afla Türkiye’ye döner. Dönüşüyle ilgili ilginç, ilginç olduğu kadar ibret verici bir hikâye anlatılır.
Derler ki aftan yararlanmak için yurda dönüş kararı verince Suriye’deki dostlarıyla vedalaşmaya başlar. Bu arada Haco ile de vedalaşmak için konağına gelir. Haco, ‘Emin duydum ki aftan yararlanmaya karar vermişsin, doğru mu?’ Emin’in ‘Evet, seninle vedalaşmaya geldim’ demesi üzerine Haco, konakta bulunanlara dönerek ‘haydin Emin’in ruhuna bir fatiha okuyalım.’ der.  Emin, ‘Haco ben daha hayttayım, ölmedim, neden fatiha okuyorsun?’ diye sorar. Bunun üzerine Haco, ‘Emin sen Türklerin sözlerine güvenerek yurda dönüyorsun ve adım gibi biliyorum ki seni öldürecekler ama biz senin taziyene gelemeyeceğiz. Bunu için şimdiden fatihanı okuyorum.’ der.
Emin Haco’nun bu uyarılarına kulak asmaz ve aftan yararlanarak Türk yetkililerine teslim olur. Teslim olmakla kalmaz, bir kez daha devlete yaranmaya çalışır; Kuruculuğunu yaptığı Hoybun ve birlikte çalıştığı, arkadaşlarının örgütsel sırlarını en ince detaylarına kadar devlete anlatır.  Bununla da yetinmemiştir, öz kardeşi Evdila’yı ve arkadaşlarını ihbar ederek devlet güçlerine öldürtür. Artık devlete iyi hizmet ettiğine inanıyor ve oldukça rahat görünmektedir. Ancak yanıldığının farkına bile varmadan uğrunda halkına ihanet ettiği, kardeşini öldürttüğü devlet, tarafından öldürü- lür. Dramatik değil ama ibret verici ölüm şeklini Cegerxwin anlatıyor:
Bir çavuş ve birkaç jandarma (Emin’inin N.C) evine gelerek, ‘komutanımız seni istiyor’ diyerek yalnız ve silahsız olarak evden alırlar. Yolda üzerinde bir dereyi geçerken onu yakalayıp ısız bir harabe olan Erzen harabelerine götürürler ve orada öldürürler. Sonrada bir el silah sıkarak ‘Emin’in oğlu Şükrü yolumuzu kesti ve babasını öldürdü.’ Diyerek hem babayı öldürdüler hem de oğlunun fermanını çkarttılar. Çaresiz kalan Şükrü Suriye Kürtlerinin yanına sığındı.”[7]

Ali Rıza;
Şeyh Sait’in oğludur. Isyan sonrası kardeşi Selahattin’le Irak’a geçer. Daha sonra Suriye’ye geçerek Hoybun’un kuruluş çalışmalarına katılır ve merkez yönetime seçilir. Ancak bir süre sonra örgüt içinde fikir ayrılığına düşer. Aşırı ümmetçi fikirlere sahip olduğu söylenir. Bu yelpazede örgüt içinde anlaşmazlığa düşer ve bir süre sonrada ayrılır. 1928 de çıkartılan aftan yararlanarak Türkiye ye geçer.

Liceli Fehmi (Fehmiyê Licî) ya da Fehmi Bilal (1887-1967);
Örgütün aydın kadrolarındandır. 1925 Hareketi liderlerindendir. Şeyh Sait’in en yakın arkadaşlarından ve sekreteriydi. Özel mektupları dâhil her türlü yazışma işlerini yapmıştır. Hareketin başarısızlığindan sonrası Suriye ye göçmüştür. Bir müddet Fransa’da yaşamıştır.
Ilginç ve renkli bir kişiliktir. Kendi tabiriyle ‘halk arasında farmason, dinsiz ve Allah tanımaz’(Naci Kutlay) olarak tanınır. Cegerxwin onunla ilgili bir anısında şöyle diyor: “Fehmi efendi ile Ali Rıza Efendi (Şeyh Sait’in oğlu N.C) sık sık tartışırlar… Fehmi Efendi (Ali Rıza’ya N.C) ‘zaten baban ve babanın bu sofuluğu evimizi yıkmadı mı? Uçaklar üzerimize geldiğinde baban, kalkın birlikte namazımızı kılalım diyor ve Ömerê Faro’nun dediklerine inanıyordu.”[8]
Liceli Fehmi Hoybun içinde Bedirxanilerle fikir ayrılığına düşer.
Bu ayrılığı en çok Hoybun’un Ermenilerle ilişkileri konusunda olmuştur. Fehmi örgütün Ermenilerle kurduğu ittifak ve yakınlığa karşı çıkmıştır. Bu nedenle Celadet Bedirxan Beyle çok sert tartışmalar yapmıştır. Bu tartışmaların birini Naci Kutlay Diyarbakır Umum Müfettişi Ibrahim Tali’nin yerel bir gazeteye verdiği bir açıklamadan aktarır;
“Hoybun toplantısında da Lice’li Fehmi, Hoybun ve Taşnak örgütlerinin anlaştıkları haritaya karşı çıkarak Celadet Bey’e bağırdı: ‘Beyim iki Ermenistan arasındaki Kürdistan, iki tırnak arasında kalan bit gibidir…’
Celadet Bey: Oğlum Fehmi, bana karşı konuşan sen değilsin…’
Liceli Fehmi: Beyim sana saygılıyım, ama Kürdistan söz konusu olduğunda, yalnız(sana N.C) karşı değil, Allaha da karşı çıkarım…”
Bunun üzerine toplantıda kavga olur, Fehmi Efendinin başı kırılır ve sonunda toplantı dağılır.
Ingiliz kontrolünde bulunan Irak’ta Bahdinan’da bir okul açar ve bu okulda Kürtçe dersler verir. Öğrencileri için Kürtçe öyküler yazdı. Fransızcadan şiir ve öyküler çevirdi. (yage)
1928 Affı’ndan yararlanarak Türkiye’ye döndü. Burdur’a sürgün edildi. Son dönemlerini büyük maddi ve manevi sıkıntılar içinde geçirdi. Ölene kadar Kürt davasına hizmet etti. Kürtlüğe bağlılığını şu tabirle dile getiriyordu: “Fenafil Kurd” Anlamı; (yên kû xwe jı kurditiyê re kirîye nok, bo kurda gor bûye) Kürtlük için ölen, Kürtlük için yok olan kimsedir (yage)

Bozan Şahin(1895-1968);
Barazi aşiretinin liderlerindendir. M. Kemal’in kurduğu I. TBMM de milletvekiliydi. (1920) yine M. Kemalin Başlattığı harekete katılmış ve Yunanlara karşı savaşmış. Savaştan sonra Kürtçülük eğilimleri nedeniyle baskılara maruz kaldı ve Suriye’ye geçmek zorunda kaldı.

Mustafa Şahin(?- 1953);
Barazi aşiretinin ileri gelenlerindendir. Suriye parlamentosunda milletvekilliği yaptı. Diplomat özelliğiyle tanınır. Hoybun’daki iç hizipleşmelerde uzlaştırıcı ve yapıcı özelliğiyle tanınır.
Hoybûn’un kurucu üyeleri ve ilk merkez komitesinde yer alan bu kişilerin bir kısmı daha sonra çeşitli nedenlerle ayrılırken, diğer yandan yeni katılımlarda olmuştur. Ancak burada bizi en çok ilgilendiren, araştırma konumuzun kahramanı olan Haco Ağadır.

Hoybun’nun Kurucularından, Haco Ağa:
Yukarda Rohat Alakom’dan aldığımız listede görüldüğü gibi hikâyemizin asıl kahramanı olan Haco Ağa da Hoybun’un kurucularından ve ilk merkez komite üyesidir. Örgütün geleneksel aşiret güçlerinin en önemli temsilcilerindendir. “Bilinen yollardan (binicilik, kan davası gütme ve devletle iyi ilişkiler sürdürme) politik olarak güçlenmesinin yanı sıra, Haco’nun etkisini artırabileceği bir üçüncü yol daha vardı: Bu da Kürt milliyetçisi olmasıdır. Hoybun Kürt cemaatinin önde gelen üyelerinden biri oldu.”[9]
Kuruluş kurultayının toplanması için en çok çaba harcayanların başında gelir. Örgütün kuruluşunda ve daha sonraki süreçte bütün etkinliklerinde yer almıştır. Örgüte verdiği önemi ve beklentilerini kurultayda yaptığı ko- nuşmada şöyle dile getiriyordu:
“Hoybun partisinin varlığı, varlığımızın, var olduğumuzun kanıtıdır. Bir çok hata yaptık. Düşmanda bu hatalarımızdan yararlandı. Galip devletler, özellikle Ingiltere ile Fransa, Cihan Savaşı’nın sorumluları ülkemizi parçaladı, belimizi kırdı. Davamız büyük. Hoybun bu davanın gerçek takipçisi olmalı.”[10]
Kurultay oturumları süresince üyelerinin ihtiyaçlarının giderilmesi için bütün imkânlarını seferber etmiştir. Kurultayın güvenliğini sağlayan yine ona bağlı Hvêrkanlı silahlı güçlerdi. Gücünü kaybettiği, dağılmaya yüz tuttuğu dönemde toparlanması ve yaşatılması için de en büyük çaba sarf edenlerin başında gelir. Hoybun’un oldukça uzun bir süre ayakta kalmasında Haco’nun ve Havêrkan güçlerinin bu çaba ve desteğinin büyük katkısı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Denilebilir ki Haco, ailesinin bütün imkânlarını örgütün hizmetine sokmuştur. O dönemi yaşayan birçok şahsiyet anılarında bu duruma değinmiştir. Kendisiyle birlikte üç oğlu; Hasan, Cemil ve Çaçan fiilen örgüt saflarında militanca çalışmıştır. Evlerini adeta örgüt’ün birer karargâhı olarak kullanmışlardır. Hevêrkan’da o günleri hatırlayan konuştuğumuz görüştüğü-müz, birçok şahsiyet; “Hacoların bütün evleri, hiçbir zaman konuksuz kalmazdı. Onlarca, yüzlerce konuk, yer içer, yatardı.  Kazanlar 24 saat kaynar, onlarca yüzlerce kişi sürekli yemek taşır, koşuşturur, hizmet verirdi.” Diye belirtiyordu. Bu kişilerden biri aynen şunları söyliyordu: “Binxet’e (Hevêrkan’da, TC’nin Suriye ile olan sınırının güneyine Binxet, kuzeyine Serxet denilmektedir.) geçip de Hacoların yemeğini yemeyen yok gibidir.”
Haco’nun Hoybun içindeki en önemli hizmeti Cezire’de Kürt milli- yetçiliğinin yayılması için yaptığı yoğun çalışmalar ve 1930’lardan itibaren ciddi bir etkinlik arz eden Kürt kültür hareketine yaptığı katkılardır diyebiliriz. Fransızlar Cezire’ye girdikleri yıllarda(1920), Kürtler arasında gözle görülür bir milli uyanış veya etkinlikten söz etmek oldukça zordur. Hatta yer yer gelişen Arap milliyetçiliğine entegre olduğu da söylenebilir. Kürtler arasında ümmetçi eğilimler oldukça güçlüydü ve kolayca Arapların, Türklerin yaydığı bu doğrultudaki propagandalara, “gâvura karşı Islam Kardeşliği” gibi pan-islamcı söylemlerin etkisinde kalıyorlardı. Birçok Kürt aşireti bu nedenle Arapların yanında Fransızlara karşı savaşmıştır. Işte Hoybun’un önündeki en önemli sorun, yaymaya çalıştığı modern milliyetçi fikirleri, irili ufaklı birçok aşirete bölünmüş, pan-îslamcı fikirlerin etkisinde, aşiretsel-yerel sorunlarla boğuşan ve ötesini göremeyen Kürt toplumuna ve liderlerine kavratmaktı. Ama bu fikirler “büyük ölçüde batının liberal düşüncesinden yoğun olarak etkilenen entelektüel çevrelerden geliyordu.” Dolaysıyla “kendi aşiretleri, köyleri ve aşirete ilişkin konularla sınırlı bir ufuka sahip aşiret mensupları tarafından kolayıca anlaşılamıyordu.” Bu da, “Hoybun’un milliyetçi mesajlarını daha yerel konulara uygun hale getirilmesi gerekiyordu.” Örgütün bu açmazı büyük çapta Haco Ağa ve diğer milliyetçi duygular taşıyan aşiret liderlerinin katkısıyla aşılmıştır. “1927’den itibaren örgütün aşiret propagandası, Hvêrkan Aşiret Konfederasyonu’ndan Haco Ağa ile Mustafa ve Bozan Ibn Şahin Beg Berazi tarafından koordine edildi… Haco Ağa Hoybun’un Haseke şubesinin bir üyesiydi. Bunun dışında, Kuzey Suriye’deki Berazi aşiretinin reisi Şahin Bey Berazi’nin oğulları Mustafa ve Bozan’ın ise Hoybun’un Halep koluna üye” idiler. “Bu aşiret reisleri, aşiretleri ziyaret ederek veya aşiret reisleriyle görüşerek, kişisel propaganda faaliyetlerine girişmişlerdi. Örneğin, Haco Ağa Türkiye topraklarında yer alan Nusaybin, Mardin, Midyat çevresinde ve Irak Ceziresi’nde yaşayan Kürtler arasında etkin bir konumdaydı ve Bağdat’ta sürgünde bulunan çok sayıda Kürt milliyetçisiyle çok kereler görüşmüştü.”[11]
Görüldüğü gibi Haco, Mala Osman Hanedanı’nın yüz yıllardır devam eden ulusalcı geleneğini Hoybun’un batılı, modern anlayışıyla sentezleyerek sürdürmüştür. Örgütün batı kültürünü almış aydın kadrolarının modern milliyetçi söylemlerini başta Havêrkan ve Cezire Kürdistanı’nın en ücra birimlerine, Kürdistan’ın diğer parçalarına ulaşmasını sağlamıştır.
Haco Örgütün Aydın kadroları, özellikle Bedirxan Kardeşlerin Hawar etrafında başlattıkları kültürel etkinliklerine faal olarak katılmış, çok yönlü bir katkı sağlamıştır. Bazil Nikitin, Kürt milli mücadelesinde çok önemli bir yeri olan bu hareket ve Haco’nun harekete katkılarına dikkat çekerek şunları yazıyordu:
“Bu kültür hareketini başlatanlar, Türkiye’de Haco Ağa direnişine katıldıktan sonra Şam’a ( Kürt Mahallesi) yerleşen Emir Celadet Bedirhan ile onun Beyrut’ta oturan kardeşi Kamuran Ali Bedirhan olmuştur. Hereketin başlıca organı da Kürtçe ve Fransızca olarak yayımlanan… Hawar(Çağrı) dergisi’ydi. Yalnız Suriye’den değil, Irak’tan, Ürdün’den de birçok Kürt aydını bu esere katkıda bulunmuştur. Hevindê Sorî, Elî Seydo gibi profesörler, Doktor Ehmed nafiz gibi hekimler, Cegerxwîn Kurdî, Evdilhalik Esîrî, Qedrîcan, Ehmed Botî gibi şairler de bu arada sayılabilir. Daha dikkate değer bir olayda; çok sayıda aşiret ya da fraksiyon reisinin de harekete katılmış olmasıdır: Haco Ağa (Havêrkî’ye) ve oğlu Cemil Ağa; Mustafa Şahin (Alaeddin) ve oğlu Şahin, Evdirrehman Fafzî(Botan), Ehmed Melîk(Alaeddin),vb.”[12]
Haco Ağa, hazırlanan gazete, bildiri, kitap vb. yayınları başta Havêrkan’da, Cezire’deki diğer Kürt aşiretleri arasında, Kürdistan’ın diğer parçalarında dağıtımını üstlenmiş, Milliyetçi söylemin yayılmasını sağlamıştır. Hasekê’deki evine gelen her misafire Kürtçe kitap, gazete hediye etme bir gelenek haline gelmişti. Kürt Prensi Celadet Bedirxan tarafından çıkartılan aylık edebiyat ve fikir dergisi olan Hawar’ın basılması ve dağıtılmasında büyük hizmetleri olmuştur. Hawar Kitaplığı bünyesinde birçok Kürtçe kitap, broşür, dergi ve gazetenin basılıp yayınlanmasını sağlamış, bizzat yayıncılığını üstlenmiştir. Haco’nun yayıncılığı ve dağıtımını üstlendiği bu yayınlardan en önemlilerinden biri, ünlü Kürdolog ve tarihçi Bazil Nikitin’in “Kürt Meselesi” konulu makalesi ile mektubudur. Haco, sadece yayıncı kimliğiyle değil, yazar kimliğiyle de Kürt davasına hizmet vermeye çalıştığını görüyoruz. Aşağıda Kürtçe ve Türkçesini aktardığımız ve Hawar’ın 15. sayısında (1933) Ağa, Şeyh ve Entelektüeller başlıklı bir makalesinde Kürtlerin siyasal, sosyal sorunlarıyla ilgili belirlemelerde bulu- nuyor, çözümler öneriyor.
“Makale, bazı aşiret reislerini, Kürtçe eğitimin önemi ve yaygınlaşması gerektiği konusunda ikna edici olmuştur.  Böylece, bölge ağalarının himayesinde bulunan ve din ilimleri ve Klasik Kürt edebiyatı konularının Kürt dilinde öğretildiği özel Kur’an kursları açılmıştı. Kendi kuşağının en etkili aşiret reisi olan Haco Ağa, Hasekê’deki karargahına kendini ziyarete gelen kişilere Kürtçe kitaplar hediye etmiş ve Kürtçenin öğrenimini sonuna kadar desteklemiştir.”[13]
Yine Haco’nun oğlu Cemil Haco, “Kurmanc Qenc in lê Nezan in(Kürtler iyidir ancak bilinçsizdirler)” başlıklı makalesi Hawar’ın 7. Sayısında yayınlandı. Kürtçenin dışında başka bir dil bilmeyen ve o günün Suriye şartlarında aldığı Kürtçe eğitimin sonucunda ana diliyle okuma ve yazmayı öğrenip makale yazması ve bu konudaki gayretkeşliği Celadet Bedirxan’ın övgüsüne mahzar olmuştur. Cemil Haco, Makalesinde bilgisizlik ve cahilliğin Kürtlere verdiği zararları dile getiriyor.
1928 de Suriye parlamentosuna giren Haco diğer Kürt milletvekilleriyle birlikte Kürt bölgesinde Kürtçenin resmi dil olarak tanınmasını ve Kürtçe eğitimin yaygınlaştırılması için önlemlerin alınmasını talep eder. Fransız manda yönetimi bu talebi resmen kabul etmediyse de kesin olarak reddetmedi. Gayrı resmi söylemde oldukça esnek ve müsamahakâr davrandılar. Bunun üzerine Cezirede Kürtçe eğitim veren birçok okul ve kurs açtırdı. Ikamet yeri olan Hasekê’de Latin Alfabesi’yle eğitim veren bir okul açtı. Kürtler arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamak, Kürt gençlerinin ana dilleriyle eğitim imkânı yaratmak, Kürtçe kitaplar yayınlamak amacıyla yörede birçok hayır cemiyeti ve Kürt kulübünün kurulmasına ön ayak oldu. Büyük ozan Cegerxwîn’nin de katkılarıyla kurulan cemiyetlerin bazıları şunlardır: Hayır Cemiyeti(Civata Xêrê), Büyük Hayır Cemiyeti(Civata Xêrê Ya Mezin), Fransız Dostları Cemiyeti, Kürt gençlik derneği (Ciwankurd).  Haco bu yoğun çalışma temposu içindeyken, Hasekê’ deki evinin önünde Kürt bayrağını astırmayı da ihmal etmiyordu.
Cezirede bu çalışmalar sürdürülürken diğer yandan Kürdistan’ın diğer parçalarındaki yurtsever kişi ya da örgütlerle ilişkiler geliştiriliyor, sürekli, haberleşiyordu. Bu çalışmalar sırasında aşiretler arası çekişmelerin, dini saplantıların bırakılması gerektiğini, “aşiretler arsı ayrılıkları ‘Türklerden sonra ikinci büyük kötülük olarak’ telakki ediliyor; aşiret bağları ise aşiret reislerinin kişisel çıkarlarının bir ifadesi olarak…”[14] nitelendiriyor ve milliyetçi söylemi ön plana çıkartıyordu. Güney Kürdistan’daki Kürt ileri gelenlerine gönderilen ve aşağıya aktardığımız uzun mektubun altında onun da imzası vardır:

“Gönderilen Adres:
Sancak’tan Musul’a, Revanduz’lu Amin Beylere.

Değerli Kürt Konseyi, Milletin Değerli Dostları,
Tarihsiz bildirileriniz “bilinen kişiden” alınmıştır. Göstermiş olduğunuz yakın ilgiye memnun kaldık.
Her ne kadar oluşturulan Kürt konseyleri ve aydın kişiler birbirlerini anlamaktaysa da, Türk kışkırtmalarının ve kendi aramızdaki kıskançlığın sebep olduğu aşiretler arası ayrılıklar şu ana kadar umutlarımızın önünde engel olmuş ve bizi esirliğe sürüklemiştir.
Amacı milletin yükselmesi olan Erzurumlu Halit Bey, örgütünün Diyarbekir’de bir şubesi olmasına rağmen (çeşitli) sebeplerle aşiretler arasındaki ciddi bir çalışma yapmadı. Şey Sait isyanı sırasında da benzer kişisel çatışmalar sebebiyle hareketle birleşemedi ve sonuçta Türkleri dışarı atamadık.
Devletin niyeti, Kürt halkına boyun eğdirmek ve sonrada bunları Türkleştirmektir.  Bu çocuklarımız tarafından bile iyice anlaşılmıştır. Önceki durumumuzdan dolayı pişman olmuş ve şimdi kendi aramızda ilişkiler kurmuşuzdur.
Şu ana kadar Türklere kayıplar verdirilmiş ve hala verdirmeye devam etmekteyiz. Nusaybin ve Cizre arasındaki tüm telgraf hatları kesiktir. (…) Tay, Jawala ve Şamar gibi komşu Arap aşiretleriyle ilişkilerimiz iyidir. Onların bize yardım etmeleri olasıdır.
Şu anda sınırın yarım saat güneyinde Sancak’ta Aşitan Kürtleri arasındayız. Şataslar olarak şu anda oluşturulan güç, 500 kişidir. Gerektiğinde bu sayı 1000’e çıkartılacaktır.
Ömerkan aşiretinden Ahmed El Süleyman da göç etmiş ve güneye gelmiştir; bulunduğumuz yerden 6 saat uzaklıktaki Nagara’dadır. Gerektiğinde 1000 kişiye çıkartabilmek üzere 500 adamı vardır. Derevari köyü reisleri Tıfo ve Nuri’nin kuvveti -gerektiğinde 100 kişiye çıkarılabilir- 50 adamdır. Ömerkan aşireti (Sor Bölgesi) reisleri Ali Ibn Ahmet ve Yusuf Ibn Osman’ın şu anda Amudê’deki kuvveti 50-100 adamdır. Şu anda Kahramaniyan’da bulunan Dumbulan aşiretinden Hüseyin Sadun’un kuvveti 100-200 adamdır. Şu anda Kaşhanlar’ın arasında olan Sinıkan, Reşkotan  ve Bekıran aşiretlerinden Temo, Rızo, ve Hasan’ın kuvvetleri 1000-1500 kişi kadardır.. Hepsi uygun bir fırsatı beklemektedirler.
Rasulyan’daki Mılli’li Mahmut Ibn Ibrahim Paşa ile birlikte gerektiğinde 5000’e çıkarılmak üzere 3000 adam hazırdır.
Karakeçili aşiretinden Abdülkadir Bey Ibn Darala Bey’in 1000-2000 adamı vardır. Kendisi şu anda Ibrahim Paşanın oğullarıyla iyi ilişkiler içerisindedir.
(…)
Bitlis vilayetinden Mela Şerif(Mala Şerif olmalı N.C), Mela Şêho(Mala Şêxo olmalı N.C) ve Bedri’nin aşiretleri isyan halindedir ve yaklaşık bir yıldır Türklerle çarpışmaktadırlar.
Palu çevresinde Çîta Spî eteklerinde Şey Sait’in kardeşleri Şey Tahir ve Şey Abdürrahim, 500 Zaza Kürd’ün başında savunma pozisyonu almışlardır.
Yakınlarda Dersim’den Musul’a geçmiş bulunan Lolan Aşiret Reisi Doktor Ahmet Sabri Beyden alınan bir mektuptan bu bölgedeki aşiretlerin ayaklanmış oldukları anlaşılmaktadır.
Sizden ne tür yardım bekleyebiliriz? Ülkenin kuzeyinde uyanmış ve kollamayan tek bir kişi yoktur. Türkleri hiçbir zaman kendi hallerine bırakmayacağız. Allaha şükür ki içerde ve dışarıda binlerce savaşçıya sahibiz. Fakat nerede bizim aydınlarımız? Şu an için tek umduğumuz, cephane, bir veya iki top ve subaylarıyla birlikte iki makinalı tüfekle bize gelmenizdir. Allahın yardımıyla buluşma kolayca gerçekleştirilecektir. Ülke-mizi kısa bir süre içinde Türklerden temizlemeye muvaffak olacağız.
Siyasetteki değişikliklere ilişkin ve aynı zamanda doğu aşiretleri, Simko Ağa, Şeyh Ubeydulah’in oğlu Seyit Taha,  Barzan ve Botan aşiretleri hakkında bilgi istiyoruz. Hem lehimizdeki hem de aleyhimizdeki haberleri iletin. Şu ana kadar Fransızlardan hiçbir düşmanlık görülmemiştir.
Hala oturmanın bizim için hiçbir yararı yoktur. Gece gündüz çalışmak zorundayız. Propaganda işi için gerekli bildiri ve gazete gönderin. Sizden gelen mektup ve bildirilerin bizce bilinen mühürle mühürlenmiş olması gerekmektedir.
Sonuç olarak saygılarımızı kabul ediniz.
Hararetle cevabınızı bekliyoruz.

Imzalar:
Haco: Havêrki Aşiret Reisi( Nusaybin Kazası, Badebli Köyü)
Muhammed Emin: Raman Aşiret reisi (Diyarbakır, Beşiri kazası)
Bedrettin: Habızbıni Aşiret Reisi( Midyat Kazası)
Muhammad: Habısbıni Aşiret Reisi: Midyat Kazası)
Ibrahim: Habısbıni Aşiret Reisi( Midyat kazası)
Ismail Hakkı: Hassari Aşiret Reisi
Mehdi “

Içe dönük, Kürtler arasında bu çalışmaları sürdürürken diğer yandan Fransız manda yönetimi ve bölgedeki Hıristiyanlarla dostluk ilişkilerini geliştirmesi, aşiretsel ya da dinsel hedeflerden çok milli hedeflere yönelmesi Kürtlerin olaylara bakışında değişimler yaşandığının işaretiydi. Bu değişimden rahatsız olan Arap Milliyetçileri ve yörede palazlanan bir çok yobaz şeyh “Önemli olan Fransızların buradan kovulmasıdır. Kürtler ve Araplar iki Müslüman halktır. Kürtler gelsinler Arap kardeşleriyle birleşip bir millet olsunlar. Hepimiz Müslümansız. Kürt veya Arap ne fark eder?.. Ancak Haco Ağa’nın takımı Müslüman değildir. Onlar gâvurla çalışıp Müslümanların düşmanlığını yapıyor.”(Cegerxwîn) diyorlardı. Haco’nun Fransız yanlısı çalışmalardan rahatsız olan sadece Arap milliyetçileri değildi; Hoybun’un en etkin kadrolarından Cemilpaşazadeler ve daha birçok Kürt, Araplar gibi düşünmekteydi.  Hesen Hişyar  bu gelişmelere değinerek şöyle diyordu:
“1937’de Fransa ‘Kürtleri ve Hıristiyanları (Süryanileri) Araplara karşı ayaklandırmak istedi. Biz mülteciler, Xweybun (Hoybun) üyeleri bir toplantı yaptık. Orada iki grup olduk. Kadri Bey, Ekrem Bey, Hemze Efendi, Evdurehman Ağa ben ve Dêrika Çiyayê Mazî’den Reşid, ‘Araplar haklıdır, biz Fransa’nın haksızlığına destek olmayız’ dedik. Fakat Haco Ağa, diğer bazı ağalar ve Cegerxwîn, Hıristiyanlarla birlikte Fransa’yı desteklediler. Halkı bütünüyle Kürt olan Amudê şehri baştanbaşa yakıldı. Kadri Bey ve Ekrem Bey’i yakalayıp Tütmür’e sürdüler. Biz geriye kalanlar saklandık.”[15]
Ama buna karşılık Haco Ağa’nın takımı(!) ve Hoybun’nun milliyetçi kadroları, “Biz Kürdüz. Atacağımız her adım, yapacağımız her şey Kürtlerin çıkarına olmalı. Salt dini nedenlerle Araplarla birlik olmak cahilliktir; daha da ötesi Kürt düşmanlığıdır. Kürt yurtseverliğinden bihaber olmaktır.”[16] di-yerek tamamen milli hedeflere yönelik söylemler geliştiriyor, Kürtlerin bilinçlenmesine çalışıyor, Arapların aldatıcı ve özünde Arap milliyetçiliğine hizmet eden Islamcı propagandalarını etkisizleştirmeye çalışıyorduk. Bu eksende devam ettirilen çalışmalar 1936 yılında Kürt-Hıristiyan ittifakıyla sonuçlandı.  Ittifak; Haco, Milli Aşiret Konfederasyonun lideri Mahmud Bey ve Cezire Hıristiyanlarının Komutanı vasfıyla Michel Dome Tarafından imzalanmıştı. Ittifak’ın amacı Cezire’de Kürt ve Hıristiyan koalisyonuna dayalı, tarafların karşılıklı hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, Fransız hima- yesi altında otonom bir Kürt yönetiminin oluşmasını sağlamaktı. Haco ve Hıristiyan liderler, bunun için uğraşıyor, Fransız yetkililerin nezdinde bu amaçla girişimlerde bulunuyorlardı. Fransızlar bu istemlere oldukça olumlu yaklaşıyor ve “Kürtlerin bağımsızlığını uluslararası düzeyde gündemleştireceklerine” dair sözler veriyorlardı. Haco Aynı talepleri içeren bir mektubu yine Fransızların aracılığıyla Birleşmiş Milletlere gönderdi. Cegerxwin anlatıyor:
“Bir süre sonra bir kısım Kürt ve Hıristiyan, isteklerini içeren bir mektupla Birleşmiş Milletlere başvurdu. Haco Ağa beni çağırdı, mektubu tercüme ettirdi, ‘bunu iyi oku, görüşünü bana bildir’ dedi. Okuduktan sonra Ağa’ya ‘çok iyi, yalnız eksik olan bir yönü var’ dedim. Kuracağınız devletin dilini belirtmemişsiniz. Devletin dili Kürtçe olmalı ve bunda ısrar etmeliyiz ki gelecekte ulusal kimlikte yanılmayalım. O zaman sen veya Meternhibê (Hıristiyanların Lideri) cumhurbaşkanı olsanız da kimlik Kürt’tür. Eğer dil Kürtçe olmazsa ilerde Süryaniler devleti kendi dinsel kimliğine çevirebilirler. Herkes milletinin ağasını ve büyüğünü tanımaz mı?’ (Bunun üzerine N.C ) Haco Ağa yeniden Fransızca bir sayfa yazdırdı. Ve mektuba ekledi. Hıristiyanların temsilcilerine yeniden imzalatıp mektuba ekleyip gönderdi. Cevap Haco Ağa’nın adına kısa sürede geldi: ‘Istekleriniz elimize ulaşmış bulunuyor. Şimdilik değerlendirme aşamasındadır. Yakın bir zamanda talebinizin yerine getirileceğini umut ediyoruz.”[17]

Haco’nun bu faaliyetleri zaman zaman Türk basınına da yansıyordu. Cumhuriyet gazetesi’nin 02.01.1933 tarihli baskısında şu haber vardı:
“Adana (Hususi)- Kaddur Bey, Haço (Haco) Ağa ve Cemil Paşazadelerden Şam’da oturan birkaç kişi ve bazı Süryani ve Ermeniler, geçenlerde Şam’da toplanarak Mahut Bedirhanilerin de iştirakiyle kendi aralarında uzun uzadıya müzakere ve münakaşada bulunmuşlar ve neticede şu kararı vermişlerdir.
Suriyeden tamamiyle ayrı, müstakil bir El-Cezire Hükümeti Kurmak!”[18]

Amudê Olayları:
Ne var ki alınan kararlar ve bu çabalar hemen yaşama geçirilemiyor, istenilen sonuçların alınması öyle kolay olmuyordu.  Gerek Cezire’de gerek Suriye genelinde gerekse de dünya genelinde çok hızlı değişimler yaşanıyordu. Arap milliyetçiliği giderek güç kazanıyordu. Cezirede Kürt- Hıristiyan ittifak’ına karşı, Şam’daki Milliyetçi Hükümet’in desteğini alan ve başını Bedevi Şamar Aşireti’nin lideri Daham El Hadi’nin çektiği Arap ittifak’ını kurdular. Yıl 1936 idi. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, yani yıl 12 Mart 2004, Ortadoğuda Kürtlerin lehine gelişen süreci hazmedemeyen Aynı Arap aşiretleri Kamışlı’da oynanan bir futbol maçında provokasyon yaratarak Kürtlere karşı yine ittifak kurup saldıracaklardır. Saldırılar sonucunda onlarca Kürt’ün ölümüne, yüzlercesinin tutuklanmasına, ev işlercesinin tutuklanmasına, ev iş yerlerinin tahrip ve talan edilmesine neden olacaklardır, tarih tekerrür edecektir. Biz yine 1936’ya dönelim; Kurulan Arap ittifak’ı Kürt-Hıristiyan ittifak’a karşı oldukça yıpratıcı ve çok yönlü bir kampanya başlattı. Diğer yandan Kürt insanının içinde bulunduğu sosyal ekonomik gerilikler, dini saplantılar, aşiretsel ya da ailevi hesaplar, denilebilir ki Arapların başlattığı kampanyadan daha büyük zararlara sebebiyet veriyor, engeller çıkartıyordu. Özellikle Kuzey Kürdistan’da Kemalist hareketin uygulamalarından kaçıp yöreye yerleşen birçok yobaz şeyh’in bu anlamdaki zararlı çalışmaları Amudê olaylarının çıkışında belirleyici etkiye sahip olmuştur desek abartmış olmayız. Bruinessen adı geçen eserinde anlatıyor:
“Yirmili ve otuzlu yıllarda Türkiye’den birçok şeyhin kaçmış olduğu Suriye’de ise, şeyhlerin durumu daha da vahimdi…
1930’larda küçük bir kent olan Amudê’de otuzdan fazla şeyh bulunuyordu. Halkın büyük çoğunluğu (aldığım bilgilere göre nüfusun yüzde 80-90’ı) bir şeyhin müridiydi. Cuma günleri şeyhler müridleriyle birlikte şehirden geçit yaparak camiye giderlerdi, bazıları bu sırada davulda çalardı…
Bölge Fransız mandası altındayken Fransızlar Amudê’de Kürt Milli Birliği (1927’de kurulan ve ağırlıkla aristokratik kökenli aydınlardan oluşan) Hoybun’un üyelerini ikamete zorlamışlardı. Şeyhler milliyetçi ve din dışı görüşlerini devamlı lanetledikleri bu örgütün kentte çalışma yapmasını imkânsız kılmışlardı. Özellikle hepsi seyyid olan Kadirî şeyhleri kendilerini kürtten ziyade Arap kabul ettiklerinden, Müslümanlığın müminler ve kâfirler olmak üzere iki milleten başka millet tanımadığını sabah akşam tekrar ediyorlardı. Onlara göre milliyetçilik Müslümanları parçalamak için icat olunmuş şeytani bir plandı ve milliyetçiler de putperesttiler.”
Haco ve diğer Kürt milliyetçilerinin çalışmaları bu engellere takılıyor, kuşkuyla karşılanıyor hatta “Bunlar (Kürt milliyetçileri) kâfirdir ve öldürülmeleri caizdir.” diyen bu şeyhler, öte tarafta Arap milliyetçilerle birleşip aynı ağızdan “Haco Ağa maaş için Fransızlarla, Hıristiyanlarla işbirliği yapıyor.” “Nede olsa Müslüman gâvurdan iyidir”[19] diye yaygın bir propaganda yapıyorlardı. Bu propagandaların etkisinde kalan yöredeki Kürt nüfusunun önemli bir bölümü Arap ittifak’ını desteklemeye başladı. Işte 1937 yılında bu ittifak’ın kışkırtmalarının etkisinde kalan saf ve dini tüm Kürtler Amudê, Kamışlo ve Hasekê şehirlerinde bulunan Hıristiyanlara saldırarak birçok Hıristiyan’ın ölümüne, evlerinin yıkılması ve mallarının yağmalanmasına neden oldular. Olaylar önceden planlanmış, Haco ve diğer Kürt milliyetçilerinin girişimleri sonucu geliştirilen Kürt-Hıristiyan, Kürt-Fransız ilişkilerinin bozulmasına, dolayısıyla da giderek güçlenen Kürt özgürlük hareketine darbe vurma amacına yönelik bir provokasyondu. Milli duygulardan yoksun, dini alet ederek kişisel çıkarlarını korumaktan başka hiçbir amaç gütmeyen kimi Kürt şeyhleri ve çevreleri de bu provokasyonun aleti ve aktörü oldular. Öte yanda yurtsever duygularla hareket eden bir kısım “Kürt ulusal-demokratik güçler, Fransız karşıtı harekete aktif bir biçimde katılıyorlardı. Arap milliyetçilerinin (Kavimist- ler), Kürt ulusal haklarını, sömürgecilerin ülkeden kovulmasından sonra verileceği yönündeki vaatlerine… Büyük bir saflıkla inanmışlardı.(italikler ba.)”[20]
Rohat Alakom, Hoybun ve Ağrı Isyanı adlı esrinde, Amudê Olayı ve Haco’nun bu olaydaki rolüne değiniyor:
“Haco Ağa ölümünden üç yıl önce Amudê yöresinde patlak veren olaylara da öncülük eder. 1937 yılında Amudê ve yöresinde etnik bazı gerginliklerin yaşandığını görüyoruz. Arap milliyetçiliğinin Kürt ve Ermenilere yönelik olarak geliştirdiği kötü propagandanın etkisi, yöredeki halkları karşı karşıya getirir. Kürtler ve Ermeniler arasındaki dayanışmanın karşısında Araplar ve bazı Arap yanlısı ‘Kürtler’  yer alır. Kürtlere Haco Ağa, Araplara Şeyh Daham Hadi önderlik eder. Çıkan kanlı olaylar sonunda Amudê kasabasında büyük çatışmalar meydana gelir. 9. Ağustos 1937 günü Ermenilerin iş yerleri harap edilir ve yağmalanır. Fransız birliklerinin olaylara müdahalesi çok sert olur. Amudê kasabası bu birliklerce bombalanır. Uçak ve piyade birliklerinin katıldığı bu saldırılar sonucunda Amudê harabe bir kent haline gelir. Etnik bazı istemlerine kavuşmak için mücadele eden Kürtlerin karşısına dikilen Araplar, Amudê olayı vasıtsıyla Kürtlerin kendilerini yönetecek güçte olmadıklarını kanıtlamak istiyorlardı. (Cegerxwin ve French Planes Bomb Rebellious, The New York Times’ten aktaran Rohat Ala Kom, yage) Fransa da bir azınlığın karşısına başka bir azınlığı çıkartarak, Suriye’deki ömrünü uzatmak niyetindeydi.[21]
Olayları sona erdirmek için çabalayan Haco, düzenlenen bir toplantıda, olaylara neden olanları eleştiren Cegerxwin’in sözlerini destekleyerek şunları söyler: “Seyda’nın söylediklerinin tümü doğru. Ben de bu onursuz, amaçsız ve faydasız vaziyeti tasvip etmiyorum. Kürt insanına zarar verenler hiç kuşkunuz olmasın hayvandan farksızdır.” Haco ve diğer yurtsever Kürt milliyetçileri olayları yatıştırmak için büyük bir uğraş verirler. Uğraşlar sonucunda Kürt-Hıristiyan çatışması sona erer ve açılan yaralar sarılmaya başlanır. Ama artık sarılması imkânsız yaralar açılmıştır; Kürt-Hıristiyan, Kürt-Fransız ilişkileri büyük zarar görmüştür.  O güne kadar Cezire’de milliyetçi Kürt etkinliğine olduğunca müsamaha gösteren, hatta destekleyen Fransızların tavrı değişti. Bölgede askeri tedbirler arttırıldı ve kontrol tamamen ele geçirildi. Artık Kürtlere güvenilmiyor ve “o dönemde halen Kürt hareketinin lideri kabul edilen Haco Ağa’nın faaliyetleriyle ilgili bir güvensizlik ve şüphe atmosferi oluştu. Fransız kontrolüne karşın 1930ların sonlarında Şam’daki Suriyeli milliyetçilerin sürdürdükleri politikalar Cezire Kürtlerini ciddi şekilde etkilemeye başladı. 1930’dan beri Haco Ağa’ya sağlanan sübvansiyonlar 1939’da aniden kesildi ve Kürtler, o dönemde Cezire nüfusunun üçte ikisini oluşturmalarına rağmen yerel yönetim konseylerinde çok az temsil edildiler ve onlara ağır vergiler getirildi.”(Le Movement Kurde du Jazira)
Haco ve arkadaşlarının BM’ye ulaştırdığı mektubun değerlendirilmesi sonuçlanmadan II. Dünya Savaşı başladı (1 Eylül 1939). Kısa bir süre sonra da Haco vefat etti.(22 Nisan 1940). Savaşın sonunda Fransa Suriye’den çekildi. Böylece Suriye tamamen Arapların kontrolüne girdi. Güçlü bir ulusal ordu kuruldu. Daha önce Arap-Kürt kardeşliğinden, din kardeşliğinden dem vuran Suriyeli Arap yöneticiler giderek şoven düşünceleriyle tanınan Mchel Eflak adlı bir Arap filozofun düşüncelerini bayraklaştırıyorlardı. Kürtlere yönelik baskılar günden güne artıyordu. Zamanla Kürtlere ‘gavur’ Fransa tarafından tanınan demokratik hak ve özgürlükler bir bir Müslüman Arap kardeşlerince(!) gasp edildi. Bırakın Kürtçe eğitim veren okullar açmak, kitap, gazete basmak, Kürdüm deme- leri bile yasaklandı. Daha da ötesi, Kürt kimliğini tanımadıkları gibi Arap vatandaşlığına da kabul edilmeyeceklerdir. Bugün bile Suriye’deki Kürtlerin büyük bir kısmının hala yasal vatandaşlık hakları yoktur. Yabancı uyruklu kabul edilmektedirler. Yani kendi vatanlarında, kendi topraklarında vatansız sayılıyorlar.

Haco’dan Ağrı Direnişini Rahatlatacak Bir Öneri:
Haco’nun diplomatik yeteneğinin yanında iyi bir asker ve taktiksiyen olduğundan daha önce bahsetmiştik. Hoybun’un 1930’da başlattığı Ağrı Isyanı sırasında bu özelliğini görmek mümkün. Ağrı zirvesinde Iran ve Irak’ın da desteğiyle Türk ordu birliklerince başlatılan kuşatma harekâtı, Ihsan Nuri Bey liderliğindeki direnişçi güçleri zor duruma sokmaktadır. Hoybun çare aramaktadır. Havêrkan Konfederasyonu’nun kollarından biri olan Seyidan aşiretinin ileri gelenlerinden Seyid Ibrahim’in anlatımına göre; Haco, Ağrı direnişçilerini rahatlatacak şu teklifi sunar: “Bütün güçleriyle Ağrıya saldıran devlet güçleri’nin dikkatini başka yöne çevirmek için farklı noktalardan saldırılar düzenlemek ve böylece Türk ordu güçlerinin bir kısmını o yönlere kaydırılmasını sağlamak.” Zekice düşünülmüş bir teklif olduğu anlaşılıyordu. Başta Celadet Bedirhan Bey ve diğer örgüt yöneticileri tarafından kabul görür. Bunun üzerine bir plan yapılır. Plana göre; “Türkiye’nin güney sınırı boyunca, devlet güçlerine karşı beş noktadan saldırılar düzenleyecek silahlı gruplar oluşturulacak ve bu gruplar aynı anda belirlenen tarih ve yerden saldırıya geçeceklerdi. Hemen saldırı noktaları ve saldırıyı düzenleyecek gruplar belirlendi;  Mardin-Derik yöresinde saldırı düzenleyecek grubun başında Diyarbakırlı Ekrem Cemil Paşa bulunacaktı. Viranşehir yöresindeki grubun başında Milli Aşireti Reisi Mahmut Bey, Urfa yöresindeki gurubun başında Berazi Aşiret lideri Bozan Bey, Havêrkan mıntıkasındaki grubun başında Haco Ağa ve Botan (Cizre) yöresindeki grubun başında ise Celadet Bedirhan Bey bulunacaktı.”[22]
Yapılan bu görev dağılımından sonra, gruplar 3-4 Ağustos 1930 günü harekete geçerler. Ne var ki harekât beklenilen başarıyı yakalayamadı. Ekrem Cemil Paşa grubunda yer alan Kadri Cemil Paşa anılarında bu harekâtla ilgili verdiği detaylı bilgilerin sonunda şunları yazıyordu: “Ben Mardin Vilayetinden Derik kaza merkezine kadar olan cephede, Ekrem Cemil Paşanın fermandarlığında Türkiye’ye geçen kuvvetle beraberdim…” Kadri Cemil Paşa; Mardin merkezine bir saldırı planının hazırlandığını ancak önceden görevlendirilen gruplar arasındaki iletişim ve organize eksikliği, bazı aşiret ve grupların isteksizliği vb. nedenlerle saldırı planını yaşama geçirilemediğini anlattıktan sonra şunları aktarıyordu:
“Belki bir harekât yapmaya imkân olur ümidi ile birkaç gün dağlarda dolaştıktan sonra nihayet merkeze dönmeğe mecbur kaldık. Diğer fermandarlar Haco Ağa, Celadet Bedirhan Bey ve arkadaşları ile beraber hareket istikameti olan Havêrka dağlarına geçmişlerdi. Haco Ağa hasımlarının muhalefetine uğradığından onlarda bir şey yapmağa muvaffak olmayarak döndüler. Dördüncü mıntıka fermandarı Milli Aşireti reisi Mahmut Bey Ibrahim Paşa alınan karara ve verilen vaade rağmen yerlerinden kımıldamadılar. Yalnız Bozan Bey gönderdiği bir müfreze ile Suruç Kazasına yakın bir karakola baskın yapmıştı.”[23]
Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi adlı eserinde aynı gelişmeyle ilgili olarak Haco Ayaklanması başlığı altında şunları yazıyor:
“Suriye’de mahalli bir Kürt şefi olan Haco, Hoybun Komitesi’nin de yardımıyla sınırı geçip, 5 Ağustos 1930’da Nusaybin yakınlarında küçük bir köyü ele geçiriyor ve Ağrı savaşçılarını desteklemek üzere halkı ayaklanmaya davet eden, Kürtlerin bağımsızlık talebini içeren bir bildiri yayımlıyor.
Fakat Haco Türkler tarafından süratle Suriye’ye çekilmek zorunda bırakılıyor.”
Bruinessen de bu konudan bahsetmektedir; Bu cemaat (Hoybun N.C) 1929-30 Ağrı ayaklanması’nın da örgütleyicisidir. Türk ordusu, Ağrı bölgesinde Kürt isyancılarını zorlarken, Haco Türkiye’nin güney doğusuna bir saldırı düzenleyerek Türk ordusunu o yöne çekmeye çalıştı.”(yage)
Ağrı Dağı Isyan’ın lideri Ihsan Nuri Paşa, Ağrı Dağı Isyanı adlı yapıtında Isyanın Kürdistan daki etkilerini ve ona bağlı olarak ülkede gelişen silahlı eylemlere değinirken Haco harekâtıyla isyan arasındaki ilişkiyi şöyle değerlendiriyordu:
“…Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki savaşçılar Ağrı savaşçılarından ilham alıyorlardı. Çünkü Ağrı, Kürt Ulusu’nun bağımsızlık savaşının merkezi haline gelmişti. ‘Türkiye Kürdistanı’nın’ güneyinde Midyat, Mardin ve Şırnak bölgelerindeki Hareketi de Hewarki( Havêrki NC) aşiretinin reisi Haco Ağa idare ediyordu. Onun grupları Eruh ve Hakkâri’ye kadar uzanıyordu.”[24]

Çaçan, yukarıda sözü edilen röportajında aynı konuya değiniyor;
“Babam başta Sarohan olmak üzere yöremizin bütün ağalarına, Derik yöresine mektuplar gönderdi. Her seferinde babama ‘sen gelirsen biz de seninle Türklere saldıracağız’ diye söz veriyorlardı. Bunun üzerine iki kez sınırı geçtik. Ancak o söz veren halkımız, aşiretimiz, akraba ve hısımlarımız silaha sarılıp bize karşı savaştı. Bu durum karşısında babam ‘ben Türklerle savaşmaya geldim, Kürtlerle değil’ diyerek dönmek zorunda kaldı. Sonunda Fransızlar, ‘Neden bizden habersiz sınırı ihlal ediyorsun’ diyerek babamı Şam’a sürgün ettiler. Ankara’yla yaptıkları anlaşmaya onu sınırdan 50 km. Uzaklaştırma şartı konulmuş.”

Hoybun Içinde Çekişmeler ve Haco Ağa’nın Tutumu
Hoybun, yukarıda isimleri verilen çeşitli Kürt örgütlerinin birleşmesiyle oluşan bir oluşumdu. Doğal olarak farklı siyasal eğilimleri barındırdığı gibi çok farklı sosyal tabakaları da için- de barındırıyordu. Hepsi Kürdistan’ın bağımsızlığı noktasında bir araya gel-miş olsalar da zamanla bu eğilimler arasına da tartışma ve çekişmeler baş gösterdi. Ilk büyük çekişme; Hoybun’un kuruluşundan dağılışına kadar büyük emekleri olan Bedirxan ailesiyle Hoybuna sonradan (1929) katılan ve örgütte etkinlik kuran Diyarbakırlı Cemil Paşazadeler arasında başladı. “Bedirhaniler ve Cemil Paşazadeler arasındaki çekişmenin asıl nedeni konusunda görüşlerini belirten şahsiyetlere göre, sorun bir liderlik soru- nudur. Yine bazı kaynaklara, Bedirhaniler Cemil Paşazadelerin ulusal mücadeledeki rolünü kabul ediyor ama Cemil Paşazadeler Bedirhanilerin rolünü kabul etmiyor.”[25]
Kadri Cemil Paşa anılarında Bedirhanileri oldukça ağır bir dille eleştirerek şöyle diyordu:
“Hoybun çalışmasına katılan, Botan emaretinin verdiği bir hissi gururla kendilerini daima arkadaşlarından üstün tutmayı farzetmek isteyerek, daima diktatörane bir tavır takınmaları, milli sahada yapılmakta olan hizmetin sırf kendi çalışmalrı ile meydana geldiği fikrini dışarıya telkin etmek istemeleri milli çalışmalara katılan arkadaşların kendilerine karşı kırgınlıklarına sebep olmakta idi.”[26]
Bu çekişme Celadet ve Kamuran Bedirxan beylerin örgütten kopmalarına kadar sürdü. Bedirhan kardeşler Hoybun’dan ayrıldıktan sonra Kürt davasına, edebiyatına, kültürüne olan katkı ve çalışmalarına ara vermediler ama ayrılmaları örgütün büyük darbe almasına neden olmuştur.

Dipnot : Bu yazı, Nezirê CİBO "Heverkan Sultanları-1" isimli kitabından alınmıştır.

0 yorum: