Pages

fethullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fethullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2012 Cumartesi

0 Fethullah Gülen’den 'Onur’ Ödülü Alanlar ve Verenler


Hoşgörü Ödülleri ve Hoşgörü Yılının Taç Gecesi…
Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan ‘onur’ yüklemesinde bulunanlar!.. Yıl:2006
Hoşgörü Ödülleri ve Hoşgörü Yılının Taç Gecesi
Sevgi ve hoşgörü toplumu oluşturma yolunda büyük atılımlar yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı önceki gece büyük bir organizasyona daha imza attı. İstanbul Çırağan Sarayı’nda düzenlenen törenle “hoşgörü 1995 Ödülleri” sahiplerini buldu. Samanyolu Televizyonu töreni canlı olarak yayınlayarak salonda esen kardeşlik havasını milyonlara teneffüs ettirdi
Hoşgörünün Davetine İcabet
Çırağan Sarayı’nın büyük salonu, hoşgörünün davetine icabet eden değişik kesimlerden çok sayıda seçkin simayla dolup taştı. Bilim adamları, siyasetçiler, mülki ve idari erkan temsilcileri, sanatçılar, sporcular, medya mensupları, işadamları, sivil kuruluş önderleri ve temsilcileriyle toplumsal mozaiğin bütün tasları örnek bir uyum ve dostluk içinde bir araya gelmişti
Örnek Kardeşlik Platformu
Yıllar yılı suni ayrımlarla birbirine düşman olan, konuşarak halledilebilecek meselelerin üzerine hiddet ve şiddetle giden, milli ve manevi köklerimizden gelen sevgi ve hoşgörü kültürüne yabancı kalan toplumumuz, önceki gece adeta bir inkılap gerçekleştirerek, bütün insanlığa örnek olabilecek bir kardeşlik platformu oluşturdu. Latif Erdoğan (Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı): hoşgörü adına söylenecek her şeyi, gördüğümüz bu tablo söylüyor. Hz. Mevlana “Öfkelenme” diyor senin güzelliklerin hiçbir şeyle saklanacak gibi değil. İnsandaki bu mahiyeti gördükten sonra her halde her insani sevmek bir vecibe bir vazifedir. Hoşgörüde dengeyi de Efendimiz söylüyor: “Sevdiğini bir dereceye kadar sev. Belki bir gün düşmanın olur; düşmanına da bir dereceye kadar düşmanlık yap. Belki bir gün sevgilin ve dostun olur.” Bu denge içinde hoşgörüyü dengeleyip topluma taşıyabilmek bütün emelimiz arzumuz.
Rıza Akçalı (Çevre eski Bakanı):hoşgörü toplumumuzun, dünyanın arzuladığı, istediği ve ulaşmaya çalıştığı bir kavram. Sevgi ve aşk kainatın yaratılısının en önemli sebebi. Sevginin, aşkın olduğu yerde mutlaka hoşgörüyü de görmemiz, onu yanına koymamız, paylaşmayı uzlaşmayı onunla beraber düşünmemiz halinde bir anlam taşıyor. Dolayısıyla kainatın esas yaratılış gayesine ulaşmada hoşgörü önemli bir vasıta. ”Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü” özdeyişi de benzer bir anlayışı, o insan denen harika mahlukun her türlü yaşantısında ibret alınacak taraflarının olduğunu ortaya koyan bir unsur. Artık sınırların kalktığı, dünyanın tek olmaya doğru adim attığı bir dönemde hoşgörünün barisin ve uzlaşmanın başlangıcı olduğu noktasından hareket edersek çok anlamlı bulduğumuzu ifade ediyorum. Bu çerçeve içerisinde bu ödül töreninin Türkiye’den başlayarak bütün dünyaya bu hoşgörüyü taşıyan halkanın başlangıcı olmasını Allah’tan diliyorum.
Hamdi Üçpınarlar (Çevre Bakanı): Dünya üzerinde yasayan insanların bana göre iki şeye dikkat etmesi gerekiyor. Birincisi başka bir dünya olmadığına göre bu dünya üzerinde yasayan insanların birbirine hoşgörülü davranması. İkincisi de bu dünyayı tertemiz tutabilmek için çevre konusunda o derece hassas olunmalı.
Mehmet Nuri Yılmaz (Diyanet İsleri Başkanı): Bu alemde herkes olacaktır. Bu Cenabı Hakkın iradesinin bir tecellisidir. Bu alem zıtlıklar alemidir. Bu dünyada iyilikler de vardır, kötülükler de vardır. Bu alemde bütün bu zıtlıklar içerisinde bir vahdet vardır, birlik vardır. Çokluk zehiri ile vahdet şekeri karıştırılarak macun haline getirilmeli ve o şekilde yemeli. İste hoşgörü bu demektir. Çokluk zehirine vahdet sekerini katip yemek.
Abdullah Gül (RP Milletvekili): Hoşgörüye en iyi örnek kendi tarihimizde vardır. İslam ve Osmanlı toplumlarında vardır. Türkiye’nin su anda böyle bir ortama ihtiyacı vardır.
Muhsin Yazıcıoğlu (Sivas Milletvekili): Kinin ve nefretin geliştiği dönemde bütün insanların Hoşgörüye muhtaç olduğuna inanıyorum. Bütün insanlık Mevlana’yı, Yunus’u keşfetmeye çalışıyor. Mevlana’yı ve Yunus’u çıkaran asil kaynağı keşfetmek gerekiyor. Bu toplantının o kaynağa vesile olmasını ümit ediyorum.
Namık Kemal Zeybek (DYP İstanbul Milletvekili ):hoşgörü en güzel ifadesini bizim kültürümüzde buluyor. UNESCO’ya 1992 yılının Mevlana hoşgörü yılı olması için müracaat ettik. Ama bu 1996′da hoşgörü yılı olarak gerçekleşti.
Ertuğrul Günay (Eski Milletvekili): UNESCO 1995′i hoşgörü yılı olarak ilan ederken, BM kendi ezikliğinin itirafını yapıyordu. Bunu kamufle etmeye çalışarak 1995′i hoşgörü yılı olarak ilan etti.
Necla Akben (Sanatçı) : Bundan birkaç yıl evvel dünya dostluk yılı ilan edilmişti. Yunus Emre, böyle bir dostluğu dünyaya kabul ettirdi. Onun deyimiyle: Gelin birlik olalım, İşi kolay kılalım, Sevelim sevilelim, Dünya kimseye kalmaz. hoşgörü ve sevgi şairi Hüdai ise bir şiirinde: Faydası olmayan bahardan yazdan, Yüce dağ başının kişi makbuldür, Cahilin yaptığı sohbetten sözden, Alimin hayali düşü makbuldür, Lokma yeme muhanetin elinden, kurtulamazsın sonra acı dilinden, Namertlerin kaymağından balından, Merdin kuru yavan asi makbuldür, Hüdai söyler incecikten, Hal ehli olmayan ne bilir halden, Bilgisiz görgüsüz ,duygusuz hoşgörüsüz kuldan, Ölülerin mezar taşı makbuldür.
Recep Tayyip Erdoğan (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı):Bu hoşgörü yılında beş tane ilke söylüyorum: Nefret ettirmeyiniz, sevdiriniz; zorlaştırmayınız kolaylaştırınız; korkutucu olmayınız, müjdeleyici olunuz; yargılayıcı olmayınız, bağışlayıcı olunuz; selamı yaygınlaştırınız, onda rahmet vardır.
Nail Güreli (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı): hoşgörünün çeşitli düşüncelerle farklı inançlarda ortak nokta olması mutluluk veriyor. 1996′da hoşgörü bütün insanların yüreğine yerleşmeli.
Mehmet Altan (Gazeteci): Herkesi saygıyla selamlıyorum. Hoşgörü bu salonda olduğu için, Hoşgörü adına bir şey söylemiyorum.
Hasan Cemal (Gazeteci): Rahat konuşan biri değilim. Beni hoş görmenizi diliyorum.
Zeynep Göğüs (Gazeteci): Hoşgörüyü sadece kendimiz için istemeyelim.
Mazlum Aslan (Tunceli Belediye Başkanı): Ülkemiz 96′ya girerken hoşgörüye ihtiyacı vardır. Hoşgörü içerisinde kardeşçe yaşayalım.
Cemil Çiçek: (ANAP Ankara Milletvekili): Bizim kültürümüzün, inancımızın temelinde Hoşgörü var. Dünyada hosgörünün en güzel örneklerini biz vermişizdir. Geçtiğimiz pazartesi Mekke’nin Fethi’nin yıldönümüydü. Doğduğu yerden zorla çıkartılan, Peygamber Efendimiz, Mekke’yi fethederken göstermiş olduğu Hoşgörü, hoşgörülerin en güzelidir. Bugün Çırağan Sarayı’ndaki bu tablo hosgörünün en güzel örneğidir. Bu Hoşgörü ortamında aziz milletimizin birer evladı olan liderlerimiz ve siyasetçiler bu Hoşgörü ile bir uzlaşma yapıp bu meseleyi aşacaklardır.
Abdulkadir Aksu (İçişleri eski Bakanı): hoşgörüye sürekli ihtiyacımız vardır. Bugünkü bu tablo bunun en iyi örneğidir.
İsmail Kahraman (RP İstanbul Milletvekili): Her senenin Hoşgörü yılı olarak geçmesini istiyoruz.
Necati Çetin Kaya (DYP Konya Milletvekili): Bu güzel tablo hakikaten 21. asra yaklaşırken, büyük milletimizin dünyaya fevkalade bir mesajıdır. Yıllarca hasretini çektiğimiz su tablonun 21. asrin doğum sancıların çeken büyük Türkiye’nin idealini gerçekleşmesine vesile olacaktır. Türkiye tüm dünyaya göstermiş olduğu bu tavırla örnek olacaktır.
Orhan Gencebay (Sanatçı): Simdi ise yeni bir beste yaptım: Gelin birlik olalım, yarin çok geç olmadan / Gelin birlik bulalım vazgeçin öç almadan / Nefreti yok edelim, gel sen de katil bize / İntikam eşkıyası sevgiyle gelir dize / Yedi döven önünden kim kurtardı bu yurdu / Mehmetçik değil miydi Lazı, Çerkezi, Kürdü / Hangimizin ecdadı feda olmadı yurda / Hangi bahçede bir gül solmadı bu uğurda / Asırlardır dinmedi bir bölücüğün ninnisi / Ayni dinden değil mi Alevisi, Sünnisi / Bin kere lanet olsun Yezid denen deliye / Muhabbet ile bağlıyız Muhammed’e, Ali’ye / Geçin o sınıfları geçin / Barışta buluşalım mutlu Türkiye için / Düşmanı sevindirmenin ne alemi var simdi / Milletçe kenetlenip, sarılmamız kar simdi.
Melih Gökçek : Basta Fethullah Gülen Hocaefendi olmak üzere Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yöneticilerini böyle bir organizeyi gerçekleştirdiklerinden dolayı tebrik ediyorum. Ayrıca Parlamentomuzdan hoşgörülü bir yıl bekliyoruz.
Vitali Hakko (İşadamı): Bu tablo karşısında söyleyecek başka bir şey bulamıyorum. Beni buraya çağırdığınız için teşekkür ediyorum. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, “1995 Hoşgörü Ödülleri” Çırağan Sarayı’nda gerçekleştirilen muhteşem bir ödül töreni ile sahiplerini buldu.
Davetlilere Zeytin Dalı
Önceki gece yapılan ödül töreninde Hoşgörü rüzgarları esti. Tören, saat 19.00′da kokteylle başladı. Davetlilere, vakıf görevlilerince girişte Hoşgörüyü temsilen zeytin dalı verildi.
STV Canlı Yayın Yaptı
Sponsorluğunu Bayındır Holding, Aydınlı Pier Cardin, Pen Ajans ve İhlas Finansman, koordinatörlüğünü Prof. Dr. Mim Kemal Öke, sunuculuğunu ise Mustafa Çalışan’ın yaptığı ödül töreni Samanyolu TV tarafından canlı olarak yayınlandı.
10 Ayrı Dalda 14 Ödül
Dr. Agah Oktay Güner, Ali Coşkun, Hülya Koçyiğit, Kamran İnan, Latif Erdoğan, Mustafa Çalışan, Prof. Dr. Nilüfer Göle, Togay Bayatlı ve Zülfü Livaneli gibi toplumun her kesiminden mozaik şahsiyetlerin oluşturduğu jüri, uzun süren çalışmaları neticesinde 10 ayrı dalda, 14 kişiyi ödüle layık gördü.
Ödül sahiplerinin hayatinin barkovizyondan kısaca aktarıldığı gecede ilk ödül, jüri üyesi Spor yazarı Togay Bayatlı tarafından, spor dalında başarıya layık görülen Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim’e verildi.
Diplomasi dalında ödül alan trafik kazasında hayatini kaybeden Bati Trakya eski milletvekili Dr. Sadık Ahmet’in esi Işık Sadık Ahmet’e ödülü, Dr. Agah Oktay Güner tarafından verildi.
Doğa ve Çevre dalında ödüllendirilen TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca, ödülünü ANAP İstanbul Milletvekili Ali Coşkun’dan aldı.
Medya dalında köse yazarı Cengiz Çandar’ın ödülünü Bosna-Hersek İstanbul Başkonsolosu Talat Süleymani verirken, ayni dalda ödüllendirilen Taha Akyol’un ödülünü ise jüri üyesi Hülya Koçyiğit verdi.
Bilim dalında ödüllendirilen Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın ödülünü, Devlet eski Bakanı Cemil Çiçek verdi.
Medya TV programcısı dalında ödüllendirilen Prof. Dr. Toktamış Ateş- Abdurrahman Dilipak ikilisinden Ateş’e ödülünü YÖK eski Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Sağlam verdi. Gazeteci-Yazar Dilipak ise ödülünü, Danıştay üyesi Sabri Tandoğan‘dan aldı.
Medya dalında gazeteci olarak ödüle layık görülen gazeteci Münire Acım’a ödülünü Hak-İş Başkanı Saim Uslu verdi.
Sanat dalında ise Mevlana filmiyle ödüllendirilen Kutsi Ergüner ve Fehmi Gerçeker ise ödüllerini Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan‘dan aldılar.
Aile dalında sinema oyuncusu Perihan Savaş da ödülünü Engin-Esin Noyan çiftinden aldı.
Özürlülerle ilgili çalışmalarından dolayı bu dalda sanatçı Müjdat Gezen‘in ödülünü Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş verdi. Ayni dalda ödüllendirilen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Koordinasyon Merkezi adına da ödülü Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İsleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’dan aldı.
Sanat dalında ödül almaya hak kazanan Barış Manço‘ya ödülünü ise Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Latif Erdoğan verdi.
Hocaefendi Gülle Ödüllendirildi
Tören sonunda hoşgörü ortamının oluşmasına yaptığı katkılardan dolayı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Şeref Başkanı Fethullah Gülen Hocaefendi bir buket gül ile ödüllendirildi. Katılımcıların ısrarı üzerine bir konuşma yapan Gülen Hocaefendi, “Hoşgörü bizim yamaçlarımızın gülü, çiçeğidir. Onu gerçek derinlikleriyle, buutlarıyla başka yerde aramak beyhudedir zannediyorum. Karakterimiz olarak, o bizim. Mevlana’nın düşüncesi, Yunus Emre’nin düşüncesi… Eğer biz İslam dininde Habibullah sözcüğündeki espriyi kavrayabilirsek, seven ve sevilen olma sözcüğündeki espriyi kavrayabilsek dinimizin temelinin neden ibaret olduğunu anlayacağız. Öyle inanıyorum ki zıvanadan çıkmış dünya başını sağa sola vurduktan sonra tokmağına dokunması gerekli olan kapının tokmağına dokunacak hale geldi. Önümüzdeki yılların kin, nefret, hiddet ve şiddet üzerine değil; sevgi üzerine bina edilmesi ümidini Allah’tan niyaz ediyorum” dedi.
Kimler yoktu ki?
Siyaset dünyası: Rıza Akçalı, Bülent Akarcalı, Cemil Çiçek, Hamdi Üçpınarlar, Namık Kemal Zeybek, İsmail Kahraman, Abdullah Gül, Abdulkadir Aksu, Muhsin Yazıcıoğlu, Vehbi Dinçerler, Necati Çetinkaya, Ali Coşkun, Ertuğrul Günay, Tayyar Altıkulaç, Mehmet Sağlam, Hasan Denizkurdu.
İş dünyası: Mehmet Hasırcılar, İhsan Kalkavan, Hüseyin Yaman, Erol Yarar, Selim Uslu, Vitali Hakko, Alaaddin Kaya, Sefa Selgeçen, Teoman Baygan.
Bilim dünyası: Mehmet Aydın, M. Nuri Yılmaz, Suat Yıldırım, Tuna Taner, Namık Çevik.
Vali ve Belediye Başkanları: İstanbul Valisi Rıdvan Yenişen, R. Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek, Burhan Özfatura, Galip Öztürk, Adnan Yüksel, Kemal Baysak, Gürbüz Çapan, Mazlum Arslan, Ahmet Çetinsaya, Ahmet Genç, Nusret Bayraktar.
Sanat dünyası: Orhan Gencebay, Barış Manço, Hülya Koçyiğit, Burhan Çaçan, Mustafa Keser, Ahu Tuğba, Neslihan Yargıcı, Esin Avşar, Faruk Tınaz, Enver Demirkan, Eser Engin Noyan, Necla Akben, Mustafa Topaloğlu, Gökhan Güney, Aysel Gürel.
Basın dünyası: Nail Güreli, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Mehmet Kutlular, Cengiz Çandar, Taha Akyol, Zeynep Göğüş, Hasan Cemal, Cemil Tokpınar, Meriç Köyatası, Mehmet Ocaktan, Ayşe Önal, Yasar Kaplan, M. Ali Bulut, Ahmet Şişman, İlnur Çevik, Beşir Ayvazoğlu, Zekeriya Kahraman, Murat Birsel, Aytunç Altındal, Osman Demirci, Ahmet Şahin, Süleyman Ünal.
Spor dünyası: Togay Bayatlı, Fatih Terim, Rıza Çalımbay, Emir Turam, Şadan Kalkavan, Rıdvan Dilmen. Ve daha birçok ünlü isim Çırağan Sarayı’nın muhteşem atmosferinde Hoşgörü salonunda buluşmuştu.
06.01.1996
© 2005 – 2009 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı  +90 (212) 232 17 10
Bu alıntı ise; http://tr.fgulen.com  sitesinden!..
UNESCO tarafından ilân edilen 1995 Hoşgörü Yılı, Türkiye’den de destek gördü. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından dağıtılan “1995 Hoşgörü Ödülleri” önceki gece Çırağan Sarayı’nda gerçekleşen görkemli ödül töreninde sahiplerine verildi.
Çok sayıda davetlinin katıldığı ödül töreninde herkese birer zeytin dalı hediye edildi. Vakıf görevlilerinin ve jüri üyelerinin yakalarına ise, Hz. Ali’yi temsil ettiği belirtilen kırmızı karanfil takıldı. Dr. Agâh Oktay Güner, Ali Coşkun, Hülya Koçyiğit, Kamran İnan, Latif Erdoğan, Mustafa Çalışan, Prof. Dr. Nilüfer Göle, Togay Bayatlı ve Zülfü Livaneli‘den oluşan jüri heyeti, 10 ayrı dalda 14 kişiye ödül verilmesini kararlaştırırken, Türkiye’de hoşgörü ortamının oluşmasına yönelik katkılarından dolayı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Şeref Başkanı Fethullah Gülen’e de, program sonunda bir buket gül verildi. Davetlilerin ısrarı üzerine kürsüye gelen Fethullah Gülen Hoca, önümüzdeki yılların kin, nefret, hiddet ve şiddet üzerine değil, sevgi ve hoşgörü üzerine bina edilmesi gerektiğini söyledi. Gülen; konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Onu gerçek derinlikleriyle, buutlarıyla başka yerde aramak beyhudedir. Karakterimiz olan hoşgörü, Mevlanamızın, Yunus Emre’mizin düşüncesi. Eğer biz İslâm dininde, Habibullah’ın sözlerindeki espriyi kavrayabilirsek, dinimizin temelinin neden ibaret olduğunu anlarız. Öyle inanıyorum ki, şirazesinden çıkmış dünya, başını sağa sola vurduktan sonra gerçeği anlayacaktır. Önümüzdeki yılların kin, nefret, hiddet ve şiddet üzerine değil, sevgi ve hoşgörü üzerine bina edilmesini, Allah’tan niyaz ediyorum.”

21 Eylül 2012 Cuma

0 Cemaatçileri tanıma rehberi

Cemaatçileri tanıma rehberi
STRATFOR "Viski içerken AKP'yi yerden yere vuran biriyle oturabilirsiniz ve o kişi muhafazakâr bir Gülenci olabilir" diyerek bir “Gülenci tanıma rehberi” hazırlamış.


Stratfor’un Türkiye analisti, “Washington’da yaşayan son derece bilgili ve iyi bağlantılara sahip biri” diye tanımladığı başka bir Türk kaynağına Gülen cemaatiyle ilgili sorular sormuş. Kaynağının cemaat üyesi ailelerin ‘uyuyan hücreler’ gibi hareket ettiğini doğruladığını söyleyen Bhalla “Kadınların modern, başörtüsü takmadığı, erkeklerin içki içmeye, Rus hayat kadınlarını görmeye gidebildiği, çocukların laik büyüdüğü, asker çocuklarıyla sosyalleştiği bir aile düşünün. [...] Kısaca, kiminle konuştuğunuzu anlamanız çok zor. Viski içerken AKP’yi yerden yere vuran biriyle oturabilirsiniz ve o kişi muhafazakâr bir Gülenci olabilir” diye yazmış. Bhalla, sohbetlerinde birinin cemaat üyesi olduğunu anlamak için nelere dikkat edilmesi gerektiği üzerine kaynağının anlattıklarını da 20 Şubat 2010’daki bir yazışmada şöyle aktarıyor:
» “Gülenciler Gülen hareketinden Gülen diye değil, Hocaefendi diye söz ediyor. Gülen karşıtları ise Gülen, veya daha da kötüsü liderlerinin ismi Fethullah ile hitap ediyor”.
» “Konuştuğunuz kişinin telefon kullanımı konusunda ne derece paranoyak olduğuna bakın. Eğer bir toplantıda telefonun pilini içinde bırakırlarsa Gülenci olabilirler, yani konuşmaktan çekinmiyorlardır. Eğer paranoyakça davranıyorlarsa, telefonlarını parçalara ayırıyorlarsa telefonlarını girişte emanete bırakıyorlarsa (bu anlaşılan Türkiye’de çok yaygın olmaya başlamış), o zaman bu kişiler Gülen/polis gözetiminden korkuyorlar demek”.
» “Bir erkekle konuşurken, yüzüğünün metaline dikkat edin. Muhafazakr İslamcılar altın takmaz ve bunun yerine gümüş kullanır. Türkiye’de dini açından altından gümüşe veya tam tersi bir değişim yapmak son derece sembolik”.
» “Gülenciler kuruluşları için kozmos veya evrene ilişkin başka isimler - uzayla, samanyoluyla, zamanla, barış ve harmoniyle ilgili ne varsa - kullanmaya bayılıyorlar”


‘Hocaefendi’, Amerikalıları Kemalizmden fazla etkilemiş

Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Reva Bhalla, Gülen cemaati hakkında daha fazla bilgi edinmek için Washington’da da bir dizi görüşmeler yapmış. Bhalla 21 Mart 2010 tarihli yazışmasında “10 yıl boyunca muhafazakâr bir Gülenci olan ancak birkaç yıl önce ABD’ye yerleşerek hareketten kaçan” bir kaynağıyla yemekte biraraya gelmiş. Bhalla, hassas askerî konularla ilgili çok şey bildiği için Gülen hareketinin karşısına almaktan çekindiğini söylediği kaynağını şöyle tanımlıyor: “Konuştuğumda bir hayli paranoyak davranıyor, ancak hareketten ‘serbest kaldığı’ için artık şarap içiyor ve bir süre sonra rahatlayabiliyor.” Bhalla, Amerika’da uzun süredir yaşayan kaynağın, diplomatların Gülen cemaatine yönelik olumlu tavrı ile ilgili anlattıklarını ise şöyle aktarıyor: “Gülen modeli açık bir şekilde çok başarılı. ABD’li diplomatlar bile bunun giderek daha fazla etkisi altında kalıyor. Kemalist modelin Türkiye’yi Batı’yla daha fazla yakınlaştırmak konusunda başarısız olduğunu, fakat Gülen‘in ticari ve diplomatik çabalarıyla bunu başardığını söylüyor.” Kaynak Bhalla’ya Fethullah Gülen’in şeker hastası olması nedeniyle hareket içinde eskisi kadar aktif olmadığını, cemaatin çoğu ABD’de yaşayan 12 kişilik bir akil adamlar grubu oluşturduğunu da anlatmış. Bhalla ayrıca kaynağının da tıpkı kendisi gibi Gülen okullarının veri tabanını hazırlamaya çalıştığını, ancak çabalarının boşa gittiğini belirtiyor: “Ona da bize verdikleri aynı cevabı vermişler - eğitim çabalarının merkezî olmadığı bu yüzden de iyi bir veri tabanları bulunmadığı. [...] Listeyi çok gizli tutuyorlar.”

Taraf - 19.03.2012


26 Temmuz 2012 Perşembe

0 Pensilvanya'da "Gülen" bir sürgün

Houston'daki "Türkçe Olimpiyatı"nın ardından New York'a döndük. Döner dönmez de Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, Genel Yayın YönetmeniErhan Başyurt ve rehberimiz Muharrem Atlığ'la Pensilvanya'ya doğru yola çıktık...
Pensilvanya ABD'nin 50 eyaletinden biri... İlk anayasanın yazıldığı eyalet olması ve daha sınırda " Bağımsızlık" vurgusuna dikkat çekilmesi önemli olduğunu da gösteriyor.
Son on yıldır bizim ülke insanları için de önemli. Çünkü Fethullah Gülen orada adeta bir sürgün hayatı yaşıyor.
Bu nedenle Anadolu'dan, hatta dünyanın farklı coğrafyalarından binlerce insan Pensilvanya'ya akın ediyor.
Daha yola çıkarken oraya "kamp" denildiğini öğreniyorum. Belli ki çok sayıda insan geliyor, hatta orada kalıyor ki böyle niteleniyor.
Bir süre sonra namaz kılmak isteyen arkadaşlar için New Jersey'de ağırlıkla Türklerin yaşadığı bir semtteki "Ulu Cami" nin önünde duruyoruz.
Çevre ağırlıkla Türk işletmeleriyle dolu... İstanbul Market, Konya Etli Pide gibi... Biz de New Jersey'de Konya'nın etli pidesini yiyip yeniden yola çıkıyoruz.
Yaklaşık 1 saat sonra ormanlık bir yola sapıyoruz. Çok sürmeden rehberimiz"kampa yaklaşıyoruz" diyor.
Çevrede tek tek villa türü binalar ağırlıkta. Çok sürmeden de Saylorsburg yazan levha çıkıyor karşımıza... 
"İşte geldik..." diyor rehberimiz.
Dikkatle çevreye bakıyorum. Önümüzde çift kanatlı elektronik bir demir kapı ve birkaç görevlinin olduğu bir kulübe var. 

Türkiye'yi hatırlatıyor 
Biraz bekliyoruz. Çevrede güvenlik kameraları olduğu söyleniyor. Kar yağmıyor ama sert soğuk insanı çarpıyor. Ve demir kapı açılıyor. Tam içeri girecekken güvenlik nedeniyle cep telefonlarımız alınıyor.
Yaklaşık iki saat sonra Pensilvanya Eyaleti'nin her yanı ormanlık bölgesinde içinde Türkiyeli bir kanaat önderinin, bir sivil toplum liderinin veya küçümsenerek söylenen " Taşralı Bir İmam" ın ne derseniz deyin, sürgün hayatına mahkûm edildiği "kamp" tayız.
Doğru o geceyi geçireceğimiz villaya gidiyoruz. İçeri girdiğimde hiçbir şey yabancı gelmiyor bana. Ayakkabıların çıkartılıp konulduğu dolap, salon ve odalara konulan, yatak olmaya uygun kanepeler ve duvarlarda Fethullah Gülen sözleri...
Her şey Türkiye'yi hatırlatıyor...
Geceyi orda geçiyoruz.
Kahvaltıda Fethullah Gülen Hoca'yla buluşacağız. Sabah sekiz gibi kaldığımız villadan çıkıyoruz.
Kar hafif hafif yağıyor. Ana binaya doğru yürüyoruz. Çevreye bakıyorum... Müthiş güzel ormanlık bir alan. Tam ortalarda büyük bir inşaat sürüyor. Yeni merkez bina olduğu söyleniyor. Anlaşılan bu kampa kalıcı gözüyle bakılıyor.
Onun çevresinde de Türkiye'den ve başka bölgelerden gelen insanların kaldığı ikiüç katlı çok sayıda villa var.
Sonradan öğreniyorum, her gün yaklaşık 30-40 kişi bu villalarda misafir ediliyor. 
Biraz yürüdükten sonra ana binaya giriyoruz. İçerisi bir hayli kalabalık. Bir yanda gençler mutfaktan kahvaltılıkları masalara taşıyor. Misafirler ise ayakta üç beş kişilik kümeler halinde ve sessizce bekliyorlar. 

Gurbet yaşlandırmış 
Hem kahvaltı salonunu hem de insanların kümelendiği ara bölmeyi geziyorum. İki ayrı yere, Fethullah Gülen'e dünyanın dört bir yanından getirilen hediyelerin sergilendiği cam bölmeler yapılmış...
Bir yerde Anadolu'dan gönderilen el yapımı bir kağnı arabası, bir başka bölümde bir tank...
Biri Kosova'dan gelmiş öteki Azerbaycan'dan, Mısır'dan... Simgesel, küçük yerel hediyeler...
Biz de, kalabalık da Fethullah Gülen'in kahvaltıya inmesini bekliyoruz. Ve saat 8 civarında hoca bulunduğumuz alana doğru geliyor...
Yürümekte biraz zorlandığı hemen fark ediliyor.
Tam on yıl önce SabahAtv'nin İkitelli binasında yakından gördüğüm Fethullah Hoca'yı yıllar ve gurbet bir hayli yaşlandırmış...
Karşısındaki insana incelikle ilgi gösteren, mütevazılığıyla insanı etkileyen Gülen Hoca, tek tek elimizi sıktıktan sonra kahvaltı salonuna geçiyoruz.
Biz gazetecileri yakınına oturtuyor.
Ve kahvaltı başlıyor.
Derin bir sessizlik hâkim salona. Sadece çatal bıçak ve çay yetiştirmeye çalışan gençlerin ayak sesleri hissediliyor.
Bir süre hiç kimse konuşmadan kahvaltısını yapıyor.
Bu sessizliği Hoca'nın ilaçları ve çay üzerine söyledikleri bozuyor ve bizim merakla beklediğimiz sohbet başlıyor. Bu sohbet biraz da biz üç gazetecinin soruları ekseninde gelişiyor. 
Çok derine inmeden, pek çok konuda gelişen bir sohbet söz konusu. O sohbetin içinde yerel seçimler de, Ergenekon dava süreci de, GATA'ya yatay geçiş yapanlar da, Demirel ve Cindoruk da, Neoconlara karşı Neoosmanlılar yaklaşımı da var.
Dipnot : Sabah Gazetesi Yazarı - MAHMUT ÖVÜR
Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür Cüneyt Özdemir tarafından sunulan 5N1K Programı'na katıldı. Mahmut Övür, Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşmesinde Ergenekon davası, Ak Parti, Yerel seçimler ve AB'ye ilişkin sorularına aldığı cevapları anlatıyor. 

0 Teksas'ta Fethullah Gülen'in ne işi var?

 Sahnede çok güzel genç bir kız; Adı Juliana ... Şarkısını söylemeden önce şöyle diyor: 

"Sizlere El Paso'dan kucak dolusu sevgiler getirdim..." 
El Paso nere, Türkiye nere... 
Meksika sınırındaki El Paso'lu Juliana Cuartes bu sözleri Houston'da Türkçe söylüyor. Sonra da "Kızım Diyor" u söylemeye başlıyor hüzünlü ve buğulu sesiyle: "Ben ne zaman bir of çeksem hatırıma annem geliyor..." 
Onu San Antoniolu, Dallaslı, Houstonlu diğer çocuklar izliyor. 
Kimi Necip Fazıl'dan, Ömer Lütfü Mete'den şiir okuyor, kimi Gesi Bağları'nı söylüyor, kimileri de Silifke'nin kaşıklı halk oyunlarını oynuyor.
Fethullah Gülen Hareketi'nin içinde yer alan Cosmos Vakfı tarafından Teksas Eyaleti'nin Houston kentinde düzenlenen "Türkçe Olimpiyatı"ndayız. 
Türkiye'ye dünyanın dört bir yanından konuk gelen farklı renklerden, farklı din ve dillerden çocukların Türkçe konuşmalarına az çok aşinayız.
Ama aynı şeyi Türkiye'nin 10 bin kilometre uzağında, ABD'nin Houston şehrinde izlemek gerçekten ilginç ve bir o kadar da etkileyici.
Burada sadece sahneye çıkan o çocuklar yok. Onları izlemeye gelen aileleri de var.
Etkinlik boyunca coşku ve sempatiyle Türkçe şiir okuyan, şarkı söyleyen, çocukları izleyip alkışladılar.
Siyah, beyaz, Hispanik, Asyalı tüm Amerikalılar oradaydı.
Ve hepsinin kafasında yeni bir Türkiye imajı doğuyordu.
Bunu en iyi biçimde seçimle gelen bölge vali yardımcısı Judge Ed Emmett ifade etti: 
"Yıllar önce bir garsondan Türkiye adını duymuştum. Ama şimdi çok daha fazla insan tanıyor ve Türkiye'yi biliyorum. Bu etkinliklerle Amerika çok kültürlü bir yapıya kavuşuyor." 

Türkiye'yi duyunca şaşırmıyorlar 
15-20 yıl önce böyle bir olasılıktan söz edilse kimse inanmazdı.
O dönemlerde onlar bizi hiç tanımıyor, biz ise daha çok Hollywood'un kovboy filmlerinden, Türkiye'yi kasıp kavuran Ceyar'lı Dallas dizisinden, Bush'un memleketi olmasından ya da rahmetli Turgut Özal'ın kalp ameliyatından Houston'u biliyorduk, biraz da Teksas'tan haberdardık.
Peki ya şimdi? 
Şimdi Houston'da, Dallas veya El Paso'da Türkiye dediğinizde en azından kent merkezlerinde artık kimse dönüp yüzünüze şaşkın şaşkın bakmıyor. 
Hatta alışveriş merkezlerine sorsanız çok rahat biçimde birkaç Türkiyeliyi bulma şansınız bile var.
Ama daha önemlisi Fethullah Gülen Hareketi içinde yer alan vakıfların Teksas'ın dört büyük şehrinde kurdukları okullar gerçeği... 

Gönüllü Türkiye reklamı 
O okullarda yaklaşık 8 bin öğrenci eğitim görüyor.
Onlarca Türk öğretmen bu okullarda görev yapıyor. Ve her biri birer gönüllü reklamcı gibi Türkiye'yi dünyaya tanıtıyor.
Bu durumda dünyanın bir ucu Teksas'ta okullar açmanın ne anlama geldiği açık değil mi? 
Daha önce de bu okulları ziyaret eden biri olarak her defasında hep aynı sorunun cevabını aradım: 
"Acaba Türkiye'de bu okullarda nasıl bir eğitim verildiğini ve Türkiye'ye hizmet edildiğini görecek bir devletaklı yok mu?" 
Çünkü o okullara girdiğinizde iki şey hiç değişmiyor: Biri o ülkenin bayrağının yanında bir Türk bayrağı, diğeri de resmi diller yanında Türkçenin seçmeli ders olarak okutulması...
Bu okullar, farklı diller, dinler, renkler ve kıtalar arasında tam bir barış köprüsü kuruyor. 
Ve ortaya yavaş yavaş da olsa "Küresel çağın barış çocukları" çıkıyor. Bu çaba sadece alkışlanır.

Dipnot : Sabah Gazetesi Yazarı - MAHMUT ÖVÜR

15 Kasım 2011 Salı

0 Fethullah Gülen'in 'Gizli' Tarihi

BİR ZAMANLAR NUR TALEBESİYDİ

Ankara DGM tarafından hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmesi, bu kararın İstanbul'da kaldırılması ve buna Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun sert tepki göstermesi Fethullah Gülen'i yeniden gündeme oturttu. Son yıllarda okulları, 'ışık evleri', siyaset ve medya dünyasıyla olan ilişkileriyle tanınan Gülen'in uzun yolculuğu Nur tarikatıyla başladı. Said Nursi 23 Mart 1960'ta Şanlıurfa'da yaşamını yitirince, tarikatı, "Bundan sonra ne olacak?" kaygısına düştüler. Nurcuların bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, bir kesimi de Said Nursi'nin en yakınlarından oluşan bir 'İstişare Heyeti'nin kurulmasını ve bu 'Ağabeyler Konseyi'nin hareketi yönlendirmesini uygun görüyordu. Bazıları ise siyasi bir teşkilat kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahlı mücadele verilmesini önerdi.

gülenTahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi 'Nur cemaatinin ağabeyleri', içlerinde 'en cevval ve en fedakar' gördükleri Zübeyir Gündüzalp'i bu hareketin başına seçtiler. Kendileri de, Zübeyir Gündüzalp'in altında bir istişare heyeti oluşturdular. Zübeyir Gündüzalp'in lider seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi.
 
Fethullah Gülen, Said Nursi'nin ölümünden sonra Nurcularla temasa geçti, ancak Nurcu olduğunu hiçbir zaman açıkça söylemedi. Ağlayarak verdiği vaazlarında Said Nursi'nin adını hiç kullanmadı. Yıldızı 70'li yıllarda MSP ile birlikte parladı.


Nursi'nin sağlığında başlayan 'Yazıcılar-Okuyucular' bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıktı. Said Nursi'nin ölümünden ve 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık daha da büyüdü.

'Yazıcılar', Hüsrev Altınbaşak önderliğinde ayrı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Tahiri, Hulusi Bey, Demirel'in de akrabası olan İslamköylü Hafız Ali, Mübarek Mustafa, Santral Sabri gibiler 1930 ve 1940'larda, Said Nursi'nin yazmış olduğu risaleleri bizzat el yazısıyla kaleme alarak çoğaltmışlardı. Bu yazma ve yazarak çoğaltma işini yapanlar Nurcular arasında 'Yazıcılar' diye anıldılar. Zübeyir Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci ve Bekir Berk gibi isimler ise ikinci kuşaktan Nurculardı. Cemaate sonradan katılmışlardı. Bu ekip, Nursi'nin eserlerini Latin harfleriyle kitap halinde basıyordu. Bu nedenle onların adı 'Okuyucular'a çıkmıştı.

Bir başka lider adayı Mehmet Kayalar, etrafındakileri silahlandırma çabası gösteriyordu. O, 'okumakla-yazmakla' değil, 'silahla' Nurculuğun yaygınlaşacağı inancındaydı. Mehmet Kayalar gibi düşünen bir başka isim de Elazığ'dan Müslüm Gündüz'dü. Gündüz'ün Kayseri tarafında yandaşlarıyla atış talimleri yapacak kadar işi ileri götürdüğü söyleniyordu. Bir başka aday Ankara'dan Said Özdemir'di. Nurcular için önemli bir 'ağabey' olan Said Özdemir, cemaat içinde oldukça etkili bir isimdi. Daha sonra Nurculuğun 'Tenvir' kolunu oluşturacak olan Said Özdemir'in Ankara'da adamlarıyla silahlı dolaştığı söylentisi de yaygındı.

O dönemde bir lider adayı daha gizli hazırlıklar içindeydi: Erzurumlu bir vaiz olan Fethullah Gülen. Nurculuğun Erzurum'da en etkili ismi Mehmet Kırkıncı Hoca, Osman Demirci Hoca (AP'nin Nurcu milletvekili) ve Muzaffer Aslan sayesinde cemaatle tanıştı ve onlara katılmak istedi.

1963-66 yılları arasında Edirne ve Kırklareli'nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmaları yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış, Nurcuları ve diğer dini çevreleri etkilemişti. Hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ite dikkatleri üzerine çekiyordu. Okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele gibi tarzlardan ayrı olarak 'hitabet' yoluyla etkiliyordu çevresindekileri. Bir başka tarz daha geliştirdi: Açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeyleriyle hep mesafeli bir temas içindeydi, konuşmalarında Said Nursi'nin adını pek kullanmadı. Daha Edirne ve Kırklareli'ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilcisi olmayı, etrafında yetiştirdiklerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör'ün teşvikiyle Fethullah Gülen 1966'da İzmir'e tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi.

'Yazıcılar'ın lideri Hüsrev Efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle 'Yazıcılar', Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi Yazıcıların kalesi oluvermişti. Fethullah Gülen ve yeni oluşan çevresi de, 'Yazıcılar'la birlikte hareket ediyordu. Bunun üzerine 'ağabeyler konseyi'nden Zübeyir Gündüzalp, Mehmet Fırıncı ve Bekir Berk, Ege bölgesine gitti. Çoğu yerde dersanelere alınmadılar, kimi yerde tartışmalar, kavgalar yaşandı, kimi yerlerde ağır hakaretlere maruz kaldılar.

Zübeyir Gündüzalp, ancak daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğini
düşünüyordu. İstanbul'a dönünce Süleymaniye'de Kirazlı Mescit Sokağı'nda bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsis etti. Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, daha sonra aralarına katılacak olan Mehmet Kutlular, Kirazlı Mescit Sokağındaki evin müdavimi oldular. Cemaatle ilgili kararlar, Said Nursi'nin eserlerinin basımı, açılan dersanelerin tespitleri hep bu evde düzenlendi. Öyle bir zaman geldi ki, cemaat bu evle anılır oldu: Kirazlı Mescit Cemaati...

1960'lı yılların sonlarında Necmeddin Erbakan'ın Odalar Birliğinden Demirel'in emriyle atılması olayı bütün İslami kesimleri olduğu gibi Nurcuları da etkiledi. 'Mason' bilinen Demirel'in, 'Müslüman' bilinen Erbakan'a karşı gösterdiği bu tutum, genelde bütün İslami çevrelerde büyük tepki oluşturmuştu. Müslümanlara hitap eden bir parti düşüncesi de bu olayla birlikte gelince, bütün islami kesimler heyecanlandı. Ardından gelişen Hatice Babacan olayı bu süreci daha da hızlandırdı. Hatice Babacan'ın başörtüsü yüzünden İlahiyat fakültesinden kovulması islamcıları ayağa kaldırmıştı. Bu olay islamcı kesimler arasında AP'ye olan güveni azalttı ve yeni parti kurma görüşü destek kazandı. Ancak Nurcuların 'ağabeyleri' içinde parti konusunda bir birlik yoktu ve bazı' ağabeyler' Erbakan ismine çok sıcak bakmıyordu.

NURCU-MHP SAVAŞI

Bu süreçte Nurcular Erbakan'dan endişelenirken, karşılarına MHP çıktı. MHP, islamcıların desteğini sağlamak amacıyla onları partisine davet ediyor, oy vermeyecekleri de mason uşaklığıyla suçluyordu.

MHP'liler Hüsrev Altınbaşak'la da görüşmüşler ve Yazıcıların desteğini almışlardı. Fethullah Gülen'in tavrı da onlardan yanaydı. Bir anda Isparta, Kastamonu ve Elazığ'daki Nurcular MHP'ye tam destek sağladılar. Ankara, Adana, Yozgat gibi illerde de bir grup Nurcu MHP'ye sıcak davranıyordu. Bunun dışında Alparslan Türkeş, Nurcuların arasına adamlarını sızdırdı. Türkeş'in Nurcular içindeki adamları Nur derslerinde "Başbuğun Risale-i Nur okuduğunu, ileride tam bir Nurcu lider olacağını" yaydı.

Zübeyir Gündüzalp, liderliğindeki Ağabeyler Konseyi MHP'nin bu müdahalesine karşı çıktı. Bu



Fethullah Gülen, 'dinler arası diyalog' projesi kapsamında
Papa II. Jean Paul ile de bir araya gelmişti (üstte).
ekip, yayınladığı "Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş" adlı bir kitapla MHP'ye açık tavır aldı. Bu eser aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Bu kitapta, Türkeş'in aslında M. Kemal ve İnönü'den farklı olmadığı, din konusunda onlar gibi düşündüğü, Arapça ezana, çarşafa karşı çıktığı kendi sözleriyle aktarıldı. Kitap, Gündüzalp'in talimatıyla Türkiye'nin her tarafına gönderildi ve Nurcuların MHP'ye oy vermemesi için geniş bir kampanya yürütüldü. Said Nursi'nin CHP'ye karşı DP'ye oy verdiği, AP'nin de DP'nin devamı olduğu tekrar hatırlatıldı.

Fakat bu ilk açıktan muhalefet bir takım sıkıntıları ve tereddütleri de beraberinde getirdi. Kimi yerde "MHP'ye karşı olmak ve onlarla uğraşmak cemaate zarar verir dendi" ve broşürün dağıtımına karşı çıkıldı. MHP aleyhtarı kampanyaya karşı çıkanlar arasında ilginç bir isim vardı: Fethullah Gülen.


"Belirli bir noktaya gelinceye kadar hizmete devam edin. Erken huruç diyeceğim çıkışlar yaparsanız, dünya Cezayir'deki gibi başımızı ezer... Arkadaşlarımızın mevcudiyeti bizim İslami geleceğimiz adına işin garantisidir." Fethullah Gülen kasetinden
Fethullah Gülen, o sırada İzmir ve Ege bölgesinde vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Nurculann önde gelenlerinin tavsiyelerine pek uymadığı da görülüyordu. Ağabeylerden Mustafa Sungur ona "Nur dersaneleri aç" demesine rağmen, Fethullah Gülen bu isteğe başlangıçta uymadı. Daha sonra yakınlarından Mustafa Birlik ve Mehmet Metin ile birlikte kendine özgü, sonraları "Işık Evleri" diye anılacak olan dersaneleri açmaya başladı. Üstelik Said Nursi'nin kitaplarını değil, sadece kendisinin hitabetini ön plana alan bir çalışma tarzı tutturdu.

Fethullah Gülen'in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle özellikle Ege bölgesinde hem taraftar, hem de para sağlanıyordu.

Abdullah Yeğin, Hulusi Efendi, Şerafettin Kartal, Bayram Yüksel ve diğer önemli Nurcu Ağabeyler "Bantla hizmet olmaz" diye bu örgütlenme tarzına karşı çıktılar. Buna rağmen, Fethullah Gülen bu tarzda ısrar etti. Kemal Erimez, Mustafa Birlik, İlhan İşbilen, Cahit Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi bölgenin ileri gelen Nurcuları da Fethullah Gülen'in yanında yer aldılar.

Fethulfah Gülen, Nurculuğun içinde bir 'Fethullahçılık' oluşturma çabasına girmişti. Üstelik Fethullah Hoca vasıtasıyla cemaate katılanların bazıları Fethullah Hoca'va Mehdi, Hz isa, Kahtani qibi manevi sıfatlar yakıştırıyorlardı.

Fethullah Gülen, 'ağabeylere' ilk muhalefet bayrağını MHP'ye yönelik savaşın hizmete yakışmadığını ifade ederek, açtı.

Erbakan etrafındaki hareketlenme de, Nurcuların zeminini önemli ölçüde etkiliyordu. Özellikle Ankara'daki Nurcuların Erbakan'ın yanında yer alması, İstanbul'daki Nurcuları kızdırdı. Bu yüzden İttihad gazetesinde AP yanlısı yayınlara ağırlık verildi ve yeni parti kurmak isteyenlerin aleyhinde yazılar çıkmaya başladı. Bu durum ise bir anda yeni parti kurmak isteyenlerin tepkisini çekti.

ERBAKAN PARLAMENTOYA GİRİYOR

12 Ekim 1969'da yapılan seçimde Konya'dan bağımsız adaylığını koyan Necmettin Erbakan milletvekili seçilince, AP içinde kendine yakın kimi milletvekilleriyle yakınlaştı. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ile kurulacak parti için birlikte çalışmaya girişti. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ve arkadaşları, Nurculardan açıkça destek almaya çalıştıkları için beklemek zorunda kaldılar.

Zübeyir Gündüzalp, Paksu ve arkadaşlarına yüz vermedi. Buna rağmen Erbakan ve arkadaşları "Hak geldi, batıl zail oldu" ayetini slogan haline getirerek 26 Ocak 1970'te Milli Nizam Partisi'ni (MNP) kurdu.

Anayasa Mahkemesi'nin MNP hakkında kapatma davası açması da o güne kadar partiye mesafeli duran birçok Nurcunun "İslam'ın partisi olduğu tescil edildi" diyerek, MNP'ye yönelmesinde etkili oldu Nurcuların tabanında çatlamalar ve kaymalar olmuştu. Bilhassa küçük şehirlerdeki, kasaba ve köylerdeki Nurcular, MNP'nin saflarında faal olarak çalışıyordu.

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP ÖLÜNCE...

12 Mart 1971 muhtırası Nurcuları da tedirgin eden bir darbe oldu. Muhtıradan hemen sonra, 2 Nisan 1971 'de cemaatinin lideri Zübeyir Gündüzalp öldü. Otorite, kontrol ve yönetme yeteneğine sahip Zübeyir Gündüzalp'in boşluğu doldurulacak gibi değildi. Nurcu Yeni Asya cemaati için, "Bundan sonra ne olacak?" kaygısı yeniden başladı.

12 Mart yönetimi genelde Nurcuları kollamasına rağmen, İzmir'de Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik tutuklandı. Bekir Berk onları savunmak için İzmir'e gitti, itiraz dilekçelerini yazdıktan sonra Balıkesir'e geçti ve orada bir 'nur ayini' sırasında yakalandı.

Tutuklanan Bekir Berk, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığına sevkedildi. Bademli Askeri Hapishanesinde Nurculuktan içeriye alınan dört gruba mensup elli üç kişi vardı. Bekir Berk ve diğerleri açıkça Nurcu olduklarını söyleyip müdafaa yaparlarken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik Nurcu olduklarını gizlediler. Ama bunun bir faydası olmadı; Bekir Berk 1 yıl ceza alırken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik üçer yıla mahkum edildi. Diğerleri ise beraat etti.

Erbakan ve arkadaşları 12 Mart'tan sonra MSP'yi kurdu. MSP kısa zamanda örgütlendi ve ilk seçimde Türkiye'nin üçüncü partisi olmayı başardı.

MSP'den sonra Yeni Asya cemaati en büyük dini gruptu. Fethullah Gülen ise Yeni Asya cemaatinin içinde, adeta bir uçbeyi gibiydi. Gülen, bağımsızlığını ilan etmek için uygun zaman kollayan bir küçük grubun lideriydi. Zübeyir Gündüzalp'in ölümünden sonra Yeni Asya cemaatinin yıprandığını, MSP'nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözlüyordu.

Kafasındaki hedeflere ulaşabilmek için, MSP'nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardı. MSP'ye yakınlaşmak, uzun vadede Fethullah Gülen için daha yararlı olacaktı. Bu düşünceyle MSP çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar gönderdi. Yeni Asya cemaatini eleştirdi, MSP'nin gayretini övdü. Böylece MSP ile Gülen arasında bir yakınlaşma başladı.

MSP'liler bu durumdan memnundu. Çünkü Yeni Asya cemaatini Fethullah Gülen vasıtasıyla bölmek, zayıflatmak mümkündü. Erbakan, kurmaylarına "Fethullah Gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun" talimatı verdi.

İşte bu yakınlaşmayla Fethullah Gülen'in yıldızı parlamaya başladı. Temelini attığı, alt yapısını oluşturduğu cemaat bir anda hareketlendi. İzmir Bornova Camii'ne her taraftan akın akın insanlar gidiyor, cuma vaazları veren Fethullah Hoca'yı dinliyordu. Vaazdan sonra misafirler, Gülen cemaatine ait dersanelerde ağırlanıyor ve teyp kasetlerinden yine Fethullah Hoca'nın önemli vaazları dinletiliyordu.

Yeni Asya ileri gelenleri Fethullah Gülen ve cemaatini tamamen kopmaması için, Fethullah Gülen'in vaazlarından bazılarını 'Hitap Çiçekleri' adıyla kitaplaştırdı. Fakat istenilen yakınlık kurulamadı.

Bunun üzerine Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Mustafa Bayram gibi ileri gelenler Fethullah Gülen'i ziyaret ettiler. Ama artık kemikleşmiş bir çevre oluşturmayı başaran Fethullah Gülen, kendi hareket tarzında ısrarlıydı. Kemikleşmiş taban MSP'lilerden oluşmuştu. Mustafa Birlik, Kemal Erimez gibi Nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de Fethullah Gülen'in yanındaydı. MSP teşkilatları Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi.

MSP'liler her yerde Fethullah Gülen'in propagandasını yapıyorlardı. MSP'lilere göre, Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP'liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu.

Nurcular arasındaki bölünmelerden yararlandı. Zaman zaman 'yazıcılar'la zaman zaman da 'okuyucular'la davrandı. Nurcu-MHP kapışmasında MHP'den yana tavır koydu.

GÜLEN YENİ ASYA'DAN KOPUYOR

Fethullah Gülen "ortadaki insanlara" MSP'lilerin teşkilatları sayesinde ulaşmayı hedeflemişti.

Nurcular arasındaki bölünmelerden yararlandı. Zaman zaman 'yazıcılar'la zaman zaman da 'okuyucular'la davrandı. Nurcu-MHP kapışmasında MHP'den yana tavır koydu.
Daha henüz dikkate alınmıyordu, yeterince güçlü değildi ama bu yolda sessiz ve derinden ilerlemesini sürdürüyordu. En büyük avantajı, hitabeti, gözyaşı dökmesi, etkileyici yapısıydı. Zaten Yeni Asya cemaati gibi, kendi cemaati de artık kamplara, dersanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi zenginliğe sahipti. Yeni Asyacılar gibi Nurcuların şematik örgütlenmesini kurmuştu. O cemaatten tek farkı, Yeni Asya'yı bir heyet yönetirken, cemaati Gülen tek başına yönetiyordu. O bir yıldızdı.

Bu dönemde Fethullah Gülen devlete yakınlığını da ilan etmeye başladı. 1977'de yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirdi, "İslam'da boykot yoktur" diye konuşarak boykotu kırdı ve gücünü gösterdi.

MSP'lilerin tam desteğini alan, başka cemaatlerden de taraftar kazandığını gören, maddi ve manevi olarak güçlendiği belli olan ve Yeni Asya cemaatinin özellikle siyasi fanatikliği nedeniyle yıprandığını gören Gülen, artık bağımsızlığını ilan etme zamanı geldiğini anlamıştı. Yeni Asya'yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlayıp, cemaatini Yeni Asya cemaatinden ayırdı. Yeni Asya cemaatinden bazı dersaneler de Fethullah Hoca'nın tarafına geçince büyük bir şok yaşandı. Yeni Asya cemaatinde tam bir şaşkınlık hakimdi.

FETHULLAH GÜLEN - ERBAKAN KAPIŞMASI

Fethullah Hoca'nın gözü yaşlı vaazları çok etkili oldu. 1978'de yayınlamaya başladığı Sızıntı dergisi etrafında oluşan beyin takımına sahipti. MSP'lilerin teşkilatlarının desteği de buna eklenince Fethullah Gülen ve cemaati etkili bir cemaate dönüşmeye başladı. Yeni Asya cemaatinden kopan, ama MSP'nin gölgesinde kalan Fethullah Gülen cemaati, bu hamlelerle cemaatler arasında üçüncü sıraya yükseldi. Yazıcılar ve diğer Nurcu gruplar zaman içnde etkinliklerini yitirmiş, çoğu Fethullah Hoca'nın cemaatinde yer almaya başlamıştı.

Fethullah Gülen yeteri kadar güçlendiği inancına varınca MSP'lilikten de kurtulması gerektiğine karar verdi. Yurt müdürlüğü, cemaatin çeşitli kurumlarındaki görevler, dersane sorumlukları gibi çekirdek kadrolar, MSP'li olanların elinden alınıyor ve kendisini Fethullahçı kabul edenlere devrediliyordu.

Çoğu kimse bu dönüşümün farkında değildi. Yapılan değişiklikler 'hizmette nöbet değişimi' olarak sunuluyor ve öyle değerlendiriliyordu.

Fakat bir süre sonra MSP'liler durumu fark ettiler. Bu yüzden ortaya "MSP'lilik-Fethullahçlık" tartışmaları çıktı. 'Nazik' başlayan tartışma giderek sertleşti. Fethullah Gülen 24 Haziran 1980'de yaptığı bir vaazda isim vermeden MSP'yi ve MSP'nin yayın organı Milli Gazete'yi eleştirince, kapalı devre süren tartışmalar açığa çıktı.
Gülen özellikle Orta Asya'da açtığı okullarla dikkat çekti ve bu nedenle ödüllendirildi (altta).

Bu olay, Fethullahçılarla MSP'lilerin ilk gerginliğiydi. Bu sürede Fethullahçılar MSP'lilerin öfkesi

Gülen özellikle Orta Asya'da açtığı okullarla
dikkat çekti ve bu nedenle ödüllendirildi (altta).


ve görülmedik tepkisi yatışsın diye sessiz kalmayı tercih etti. Bu süreç içinde kendilerini bu noktaya getiren MSP'lilerin büyük bölümünü, bazı müridlerini de kaybetti Fethullahçılar. Ama, MSP'lilerin öfkesi ve tepkisi zamanla yatıştı. İki taraf da birbirlerini 'kazanmak' düşüncesiyle hareket ediyordu. MSP yönetimi Fethullah Gülen'e karşı açıktan tavır almamıştı. Erbakan da, açıktan Fethullah Gülen'i hiç eleştirmemişti. Ayrıca ülkedeki gelişmeler bu kavganın açıkça sürmesini de engeller. 12 Eylül askeri darbesi sonucu MSP kapatılır, Erbakan da cezaevine gönderilir.

12 Eylül 1980 darbesinin ilk günlerinde İslamcı çevreler büyük bir korku yaşadı. Fakat çok geçmeden durumun pek de korkulacak gibi olmadığını farkettiler. Darbenin lideri Kenan Evren, neredeyse dini cemaatlerin yapmak istediklerini yapar hale gelmişti.

Evren yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda ayetler, hadisler okuyor, İslamı övüyordu. Darbeciler, cemaatlerin desteği karşılığında okullarda dini eğitimi zorunlu hale getirdiler. Buna karşı Felsefe zorunlu ders olmaktan çıkarılıp seçmeli hale getirildi. Evren'in bu tutumu dini cemaat ve tarikatları rahatlattı. Ortam neredeyse tam aradıkları gibiydi.

DARBECİLER VE CEMAATLER İTTİFAKI

12 Eylül darbecileri de, özellikle Anayasa oylamasına taban bulmak amacıyla, İslamcı çevrelere hoşgörülü davrandılar. Hatta kimi cemaatlerle de doğrudan ilişkiye geçtiler. Nurcuların kimi ileri gelenleri, darbecilerle yakınlık kurmuştu. Erzurum'da bulunan Mehmet Kırkıncı Hoca bunların başında geliyordu.

Mehmet Kırkıncı Hoca, Kenan Evren'e mektup yazarak neler yapılabileceğine dair önerilerde bulunmuş, darbecileri överek dualar etmişti. Mehmet Kırkıncı'nın Demirel'e bağlı Yeni Asya cemaati içinde çok etkili olduğunu öğrenen darbeciler de ona yakınlık gösterir ve özel görüşmelerde kendisine yardımcı olacaklarını söylerler. Kırkıncı Hoca, Fethullah Gülen ile işbirliği yapınca, ortaya büyük bir güç çıkar.

Fethullah Gülen hakkında aranıyor afişleri asılı olmasına rağmen darbecilere tam destek veriyordu. Sızıntı dergisinde askerleri öven başyazılar yazdı. Darbeden bir ay sonra yazdığı 'Asker' ile, daha sonra kaleme aldığı 'Son Karakol' başlığını taşıyan başyazılarda askerlerin 'tepe' bir varlık olduğunu söyleyerek, anadan doğma asker millet olduğumuzu belirtti. Gülen'e göre, asker tam zamanında yetişmeseydi, "Bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı." Ve Gülen 12 Eylül'den günümüze kadar 'ağlayarak' vaazların sürdürdü...

Kaynak: Haberbilgi.com (şubat 2001)



FETHULLAH GÜLEN VE NURCULAR I


FETHULLAH GÜLEN VE NURCULAR II


FETHULLAH GÜLEN VE NURCULAR III


14 Eylül 2011 Çarşamba

0 Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat - Nedim Şener


Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat - Nedim Şener
Cemaat mi?, Hareket mi, Örgüt mü?
Faethullah Gülen Hareketi (FGH), Gönüllüler Hareketi (GH), F Tipi yapılanma ya da Fethullahçılar ne derseniz deyin, cemaatin en önemli sorunu şeffaflıktır.
Demokrasilerde –yasalara aykırı olmadığı sürece- hiç kimse, kimsenin örgütlenme hakkına karışamaz ve herhangi bir hareket veya faaliyet etrafında toplanmasına engel olamaz.
Fethullah Gülen 10 bin kilometre uzaktan Pensilvanya’dan yaptığı “Elimde olsa mezardan ölüleri kaldırıp evet oyu verdirirdim.” açıklaması ile Türkiye’de Anayasa değişikliğinin kaderi değişebiliyorsa, ne kendisi ne de cemaati şeffaflık taleplerine kayıtsız kalamaz. Çünkü o artık bir ülkenin kaderi üzerinde etkisi olacak noktaya gelmiş demektir. Demokrasi üzerinde yeni bir ‘vesayet’ kurumu mu yoksa bir iyilik hareketi mi olduğuna şeffaflaştıkça karar verilecektir.
IHH’nın Gazze’ye götürdüğü yardım gemisi konusunda “Yardımı götürmeye kalkışmadan önce İsrail ile gerekli görüşmelerin yapılması gerekirdi.” diyerek Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin açıklamalarının tersine tavır alıyorsa bu gücü nereden bulduğunun bilinmesi gerekir.
“Bu işte bir Gatakulli” var diyerek henüz kesinleşmemiş Ergenekon davası hakkında hüküm açıklıyorsa eleştirilere de açık olması gerekir.
Bu kitap, Ergenekon iddianamelerinin ek klasörleri içinde yer alan MİT, polis ve jandarma raporlarına dayanıyor. Şeffaflık taleplerine kayıtsız kalan cemaatin işleyişini resmi belgelere dayalı olarak anlatıyor. Belgeler doğruysa neden şaffaf olamayacağı konusunda da cevap niteliği taşıyor.
Çoğu istihbarat raporları olan bu belgeler son günlerdeki tartışmalar ışığında okunduğunda daha da önem kazanıyor.

Fileserve
http://www.fileserve.com/file/5Z7ywVV/Ergnkn-Cmt-By-GizemLi.rar

Rapidshare
https://rapidshare.com/files/3748064861/Ergnkn-Cmt-By-GizemLi.rar