Pages

haco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2011 Salı

0 Kürt'lerin Efsanevi Dengbêji Karapêtê Xaço


Kürt'lerin Efsanevi Dengbêji Karapêtê Xaço

Çocuktum. Neredeyse bundan kırk yıl önceydi. Diyarbekirin yakıcı, kavurucu, gündüz güneşinde yumurta pişiren, yaz gecelerinde de uyumak için taht dediğimiz ahşaptan yapılma ve etrafı sıtara denilen beyaz cibinlikle çevrili toprak damlı şehir evlerinin sefalı mekânlarında sabahı getirmeye çalışırdık.


Bir Garip Garabêt


"Diyarbekir li rastêda
Olî camî di ortêda
Xvedê muradamın u bejna zırav bike
Nava text u starê da. " *

Dengbêj sesini duyduğumdan ve ilk dengbêji tanıdığımdan bu yana hep düşünmüşümdür. Acaba dünyanın bir başka coğrafyasında enstrümana bağlı kalmadan salt insan sesiyle müzik yapılan bir başka ülke var mıdır ? Cehaletimi okuyanlar bağışlasın ama bunca yıllık ömrümce ben duymadım. İşte dengbêjlik asıl böylesine bir müzikâl otantizmi bünyesinde barındırıyor gibi.
Çocuktum. Neredeyse bundan kırk yıl önceydi. Diyarbekirin yakıcı, kavurucu, gündüz güneşinde yumurta pişiren, yaz gecelerinde de uyumak için taht dediğimiz ahşaptan yapılma ve etrafı sıtara denilen beyaz cibinlikle çevrili toprak damlı şehir evlerinin sefalı mekânlarında sabahı getirmeye çalışırdık.
Gündüzün kavurucu sıcaklarının bazalt taşlarda yarattığı sıcaklık, istesek de avluda ya da toprak damın altında uyku tutmaya izin vermezdi. Biraz da böylesine bulunmuş bir yaşam becerisiydi yaz akşamlarının dam sefası.
Diyarbekir gündüzünün parke taşlı daracık sokaklarının komşu yarenliği, akşamları damlarda bitişik komşularla bir başka şekilde sürerdi. Örnek olsun diyedir. Toprağı bol olsun bitişik komşumuz Şeyh Ali amca kılıç artığı eşi Fatma teyzeye, sırf komşulara espri konusu olsun diye biraz da sesini yükselterek derdi ki ;

" İsfahanda işlerem,
Xençerımi gümüşlerem,
Fatê kafam kızarsa
Hem öperem hem dişlerem." İfadesi ortalığı neşeye boğardı.

Sırt üstü tahtta uzanmış ve avuçlarımızla gök yüzünün silme yıldızlarını toplayacakmış gibi duygularla yüklüyken, birden çok da uzak olmayan bir komşu damın tahtındaki radyodan bir dengbêj sesi alıp bir yerlere götürürdü dinleyenleri. Nereden bilebilirdim ki ;

" Lo lo Diyarbekir bi dikan e
Wele berê wan dikanan
Li baxçe û hasîlan e "

diye başlayan o günlerin tutkulu ve yasaklı sözlerinin sahibinin Karabetê Xaço olacağını.

Sonrasında o radyonun kimliğini merak edip öğrenecektim 1960'lı yılların sonu ve Erivan Radyosu'ydu o radyo. Radyo ê Dengê Erîvan ê , Kilamên Cemeta Kurdan ( Erivan radyosunun sesi, Kürtçe Şarkılar ) diye başlayarak Lawikê Metînî, Dêre sore biçuk e, Bawê Fexriya parçalarının cızırtılı seslerle ünlenen dinleyicileriydik.

Bu denli uzunca bir girizgahtan sonra sözü bende derin izler bırakan Salihê Kevîrbiri'nin Karabetê Xaço kitabına** getirmek istiyorum. Salih'in kitabını geçtiğimiz 2002 yılının 2 Ağustosunu 3 Ağustosa bağlayan gününde ve bana göre de çok anlamlı bir günde okumuştum.

Bütün yazılı ve görsel basın söz ve ağız birliği etmişçesine " Kürtçe serbest " diyorlardı. Yine yakın zamanda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin ikinci kültür, sanat festivalinde Muhsin Kızılkaya'nın yönettiği " Dengbêjler Divanı"nı izlemiştim. Ve hemen ardından epeyce dışarıdan olsa da Yaşar Kemal'in iyice edebiyat yaptığı "Karıncanın su içtiği "kitabından Dengbêj Uso 'nun sesinden kuşların piri Feqîyê Teyran'ı okumuştum.

Bütün bunlar zamanlama açısından sanki Salih'in kitabı ile örtüşüyordu. Kitapta da ifadesini bulduğu gibi, Erivan radyosu bir dönem Kürtlerin kalplerinin aynası olmuştu da...Neden o radyodan seslerini dinlediklerimizin tümü değil de bir kaçı beni etkilemişti...Belki de en çok bu sorunun yanıtını aramaya itmişti Salihê Kevirbîri beni.

Bir masal devi sanki Karabet, sırtını bir zamanların yasak bölgesi sayılan Meleto Dağına dayamış ; Kevanê Qîre , Deşta Bîşerîyê ve El Medina (Batman)'ya karşı kılam söylüyor. Söylüyor, söylemesine ya ! peki beni neden Erivan radyosunda bir dolu dengbêj, stranbêj seslerini dillendirdiği halde ; iki komşu yerleşim biriminden yetişen, Bişêri ve Sason'lu Aram ê Dikran'la Karabetê Xaço etkiliyor.

Belki de coğrafyanın müzikâlitesinin gizi diye düşünmeden ve kendi kavlimce yorum getirmeden de edemiyorum.

Kitaba baş vuruyorum bu yorumumu güçlendirmek adına...Hemen bir sürprizle karşılaşıyorum. Halep'te kendisine verilen pasaporttan anlaşıldığı kadarıyla, Karabetê Xaço 3 Eylül 1900'de Diyarbekir'de doğmuş. Ayrıca Aram'ın da bir tarafı Silvan, nam-ı diğer Farkin'e dayanır. Sonuç da Silvan da Diyarbekir'in ilçesi.

Bir başka çarpıcı ilginçlik ise ; ikisi de Ermeni, ama beslendikleri kaynak ve de geliştirmeye çalıştıkları Kürt kültürü ve müziği....

" Ez pîr dibim, dil pir nabe. " diyor Salih'e 102 yaşındaki Karabêt. Ve ekliyor ; " Dengbêj odur ki ; yedi gece ve gündüz kılam söylese de hala söyleyecek kılamı olandır." Bu yargıya niye varmış Karabêt, çünkü kılıç artığıdır ve kardeşi öldüğü gün bile ağlamamış, kılam söylemiştir.

Evet söylemiştir. Halen de kılam söylemeyi sürdürmektedir de. Peki sonuç nedir ? Yaban ellerde koskoca bir yoksulluktur kısmetine düşen. Ermenistan'ın insanı tir tir titreten soğuğunda çoğu kez bir dal yakacak odunu bulamadığı günlerde yatağından çıkamamaktır Karabêt'in garipliği ve Salih'in tanıklığı.

Yıllar önce Ankara'da genç bir Mülkiye öğrencisi iken 1976'larda Sovyet Elçiliğine gitmiştim.Elçilik yetkililerinden Erivan'da yaşayan Kürtlerle ilgili yayın sormuştum. Yanıt vahimdi. Vahim olduğu kadar da çarpıcıydı. Sovyetlerde böyle bir halk yaşamıyordu. Derinden yaralanmıştım. Ben ki Allah'ına kadar Sosyalisttim. Ve de halkların ancak Sosyalizmle haklarına kavuşacağı tezleriyle yetişmiştim. Ama "Reel Sosyalizm" yok, diyordu işte, kader utansın. Peki ala o halde o Erivan radyosundaki Kürtçe kılamlar da neyin nesiydi. Yoksa onlar da Sovyetlerin dağ Rus'ları falan olmasındı !

Salihê Kevirbirî'nin Karabet ê Xaço'su buna da verilmiş okkalı bir yanıt belki de...

* Diyarbakır yerinde durmaktadır
Ulu Cami ise tam da orta yerde.
Tanrı benimle birlikte zarif boylu sevdiğimin de dileğini,
Taht ve sıtaranın içinde tamamlasın.

** Salihê Kevirbirî, Karabetê Xaço. Si Yayınları. İstanbul.
-------------------------------------
O bir asırlık çınardı.Tam bir asıra sığdırdı yaşamını.
Bir gün Kürtlerin gizli kalan, yasaklanan tarihi yazıldığında, gün ışığına çıkarıldığında, öyle zannediyorum ki dengbejlerin önemleri ve yerleri ayrıyaten bir inceleme dalı olacaktır. İşte bu dengbejlerin içinde de olmazsa olmazlardan biriside Karapete Xaço dur.O dengbejlerin piridir, üstadıdır. Onun 1902 de başlayan yaşam hikayesi tamda bir acılar tarihidir.
Yaşamı geçen yıl , 2005 yılında 16 ocakta, fiilen son buldu ama gönüllerdeki yeri her zaman baki. Onun hakkında yazan bir gazetecinin şu sözleri çok anlamlı: "Karapete Xaço Ermenidir. Ama iddia edebilirim ki, bütün Kürtlerden yada Kürt sanatçılardan hiç biri diyemez ki ben Karapete Xaçodan daha fazla Kürt kültürüne ve sanatına hizmet ettim yada sahip çıktım.Üstelik Kürtlerin de ona çok fazla bir faydası olmadı. Ona destek sunma, onun gelişme imkanlarını yaratma gibi bir durum olmadı. Bu da, Kürtlerin toplumsal sorunlarından ve gericiliğin, parçalanmışlığın etkisinden kaynaklıdır.

Kürtlerin ezilen bir halk olma durumu, fakirliklerinin de etkisinin payı var. Dolayısıyla istenilen düzeyde kendi sanatçılarına, kültürüne değer verilemiyor. Halbu ki, hepimiz biliyoruz: dille yapılan sanat, yani söylenen stranlarla (serhat bölgesinde kılam denilir buna ) Kürt dili ve kültür değerleri her şeye rağmen korunuyor.

Denbejlik geleneğini sürdüren sanatçıların ve eserlerinin şahsında, Kürt insanı kendi kültürünü ve kimliğini koruyabilmiştir. Ama buna rağmen kendi sanatçılarına ve değer olarak büyüyen süren kültürel taşıyıcılarını yeteri kadar sahiplenemedi. Bunlardan bir tanesi de Karapete Xaçodur....

Yüzlerce amatörce doldurulmuş kaseti vardı. Çoğu birilerinin istekleri üzerine, karşılıksız doldurduğu kasetlerden oluşuyor. Bu insanlardan bazıları, bunları daha sonra götürüp, çoğaltarak ticari gelir haline getirmişler. O da diğer bir çok dengbêj gibi kasetlerinin telif haklarını veya anlaşmalarını hiçbir zaman yapmamıştır. Bu onun samimiyetini ve insanlara olan güvenini gösteriyordu." Karapete Xaço, Ermeni ve Kürt uluslarının birbiriyle kesişen, çatışan yazgılarının bir sembolu, ortak duyarlılıklarının bir sesiydi.bu asırlık çınar göçtüğünde arkasında binlerce kılama sığmayan bir hoş seda, büyük bir kültürel miras bıraktı bizlere.

Kürt ve Ermeni halklarının bu ortak değerinin Aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.

Not:Göz yaşları altında toprağa verilen Karapete Xaço, ardından binlerce klam ve çok sayıda Kürtçe kaset bıraktı.
1-Eyşana Elî
2-Zembîlfiroş
3-Genc Xelîl
4-Xumxumê
5-Hesenîko
6-Lê dihol e
7-Bişêriyo
8-Lê lê Edûlê
9-Xezal
10-Filîtê Qutu
11-Silêmanê Mistî
12-De Xalo
13-Mîrzikê Zaza
14-Lawikê Metînî(dayîkê)
15-Evdalê Zeynê
16-Hey babikê
17-Nûrê
18-Ay lo Mîro
19-Mîro wayê
20-Derwêşê Evdî
21-Yane yane
22-Lo dilo
23-Diyarbekir
24-Lê Canê
25-Saliho û Nûrê

KARABETE XACO VİDEOLARI



8 Ağustos 2011 Pazartesi

0 Havêrkan Aşiret Konfederasyonu | Hoybun'un Kurucu ve Yöneticileri


Milli Kürt Kurultayı’nın aldığı en önemli karar kuşkusuz o günün şartlarında Kürt davasında var olan bütün örgütlerin, siyasi oluşumların birleştirilmesidir. Yukarda isimlerini zikrettiğimiz bütün örgütler kendilerini feshederek bir çatı altında birleştiklerini açıklarlar. Böylece Kurultay aynı zamanda Hoybun’un kuruluş kurultayı olmuştur. Diğer bir ifadeyle 5 Ekim 1927 tarihi Hoybun’un da kuruluş tarihi olmuştur. Doğal olarak kurulan yeni oluşumun ilk yöneticileri de aynı kurultayda seçilmiştir. Bu konuyla da ilgili bazı belirsizlikler olmakla birlikte, bu gün Hoybun’un ilk yöneticileriyle ilgili net bilgilere sahibiz diye biliyoruz.
Araştırmacı yazar Rohat Alakom; Hoybun’nun ilk kuruluş toplantısına katılan Ahmet Abdurahman Ağa’nın anılarına dayanarak Hoybun’nun mer- kez komitesine seçilenlerin bir listesini veriyor. Söz konusu listede şu isimler vardır: Celadet Bedirxan, Memduh Selim Bey, Mehmet Şükrü Sekban, Haco Ağa, Ramanlı Emin, Şeyh Ali Rıza, Mustafa Şahin, Bozan Şahin, Kerim Bey, Tefik Bey, Kamil Bey, Bedrettin Ağa, Liceli Fehmi. Her ne kadar farklı kaynaklar bu listeyi kimi değişikliklerle veriyorlarsa da doğruya en yakın bir liste olduğu söylenebilir. Örgütün Merkez komitesine seçilen bu kişiler kendi aralarında Celadet Bedirxan Beyi de ilk başkan olarak seçerler.
Listede yer alan kişilerin sosyal, toplumsal, kültürel konum ve yapılarının çok renkliliği hemen dikkati çekmektedir. Yüksek tahsilli, bir kaç dil bilen aydınlardan, okuryazar bile olmayan aşiret reisine, öğretmeninden toprak sahibi ağasına, tarikat kökenli şeyhine kadar her kesimden şahsiyetler yer almıştır. Adeta Kürt toplumunun küçültülmüş, daraltılmış bir numunesi gibidir. Oldukça namlı, karizmatik kişiliğin yanında entelektüel, bilge kişilik, oldukça nüfuzlu derebeyi veya tarikat mensubunun yanında, oldukça mütevazı bürokrat, öğretmen kişilik yan yana olmuş, kafa ve gönül birliği yapmıştır. Sosyal, ekonomik, kültürel farklılıklarına rağmen hepsinin ortak bir özelliği de vardır; hepsi Kürt milliyetçisidir. Günahlarıyla sevaplarıyla, tarihe mal olmuş, Kürt davasına büyük katkıları olmuş,  bu uğurda büyük çileler çekmiş, bedeller ödemiş şahsiyetlerin tanınması amacıyla yaşam öykülerinden kısa kesitler vermenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Celalet Bedirxan(1893-1951);
Celadet Bedirxan, Kürt özgürlük hareketinin koca çınarı, namlı Bedirxan hanedanın bir üyesidir. Mir Ali Bedirhan’nın oğlu ve son Botan Miri Bedirhan Beyin torunudur. Annesi Çerkez kökenli Senihe Hanımdır. 26.04 1893’te Istanbul’da doğdu.
Kürt özgürlük hareketine, Kürt kültürüne, diline, edebiyatına büyük katkıları olan, Hoybun’un “bilge” tabirini en çok hak eden üyelerinden ve ilk başkanıdır. Avrupa’da eğitim görmüş, batı kültürünü özümsemiş, bir kaç dil bilen siyaset, kültür ve edebiyat adamıdır. Bir yandan özgürlük düşmanlarına karşı mücadele ederken diğer yandan Kürt dili ve edebiyatı üzerinde çalışmalar yapmış, Kurmanci lehçesinin gelişimine katkılar sağlamıştır. Şam’da Kürt yayıncılığında çok önemli bir yeri olan ve ‘Kürt Ansiklopedisi’ olarak nitelendirilen, Hawar dergisinin sahibi ve editörüdür. Denilebilir ki Kürt özgürlük mücadelesinin her alanında mücadele etmiştir. O büyük hanedanın varisi, bu uğurda çekmedik çile kalmamıştır desek yeridir. Son dönemlerinde içine düştüğü ekonomik sıkıntıları gidermek için çiftçiliğe başlar. Ancak ektiği tarlanın su ihtiyacını karşılamak için kazdığı kuyuya düşerek boğulmuştur. Mehmet Uzun’un Kader Kuyusu romanı, Celadet ve ailesinin yaşam öyküsünü konu almıştır.

Memduh Selim Bey (1880-1976);
Kürt coğrafyasının yetiştirdiği en büyük aydınlardan biridir. Aslen Vanlı dır. Birçok kaynakta Hoybun örgütünün kuruluş düşüncesini ortaya atan ve öncülüğünü yapan kişi olarak kabul edilmektedir. Felsefe ve siyaset tahsili görmüş. Antakya’da felsefe öğretmenliği yapmış. Günümüz Türkiye’sinin önemli simalarından Cemil Meriç, Avukat Halit Çelenk, Sendikacı Kemal Sülker onun öğrencileridir.[1] Hoybun’dan önce birçok örgütsel faaliyette bulunmuştur. Rojî Kurd(1913) ve Jîn (1918) dergilerinin yayınlanmasında rol oynamış ve yazarlığını yapmıştır. Teşkilat-ı Iştimaiye, Kürt Milli Fırkası adıyla kurulan cemiyetlerin kuruluş ve yönetimlerinde yer almıştır. Hoybun Merkez Komitesinde görev aldı, aynı zamanda Antakya şubesinin de kurcu ve yöneticiliğini yaptı. “Buradaki Türkler kendisini Türkiye karşıtı etkinliklerinden dolayı döverler”[2]
Naci Kutlay, modern ve gösterişten uzak bir Kürt aydını olarak nitelendirdiği Memduh Selim Beyle ilgili şunları yazar: “Hoybun-Xoybûn- örgütü’nde, Bedirhani kardeşlerden Celadet ve Kamuran Bey’ler ile Cemil Paşazade’lerin isimleri çok geçer. Bu arada öğreniyoruz, sessiz ve gösteriş- ten uzak bir kişiliği olan Memduh Selim’in büyük emekleri geçmiş.”[3] Oldukça zengin bir kitaplığa sahipmiş. Kürt devrimcisi Necmettin Büyükkaya anılarında “O’nun kitaplığını almak istedim. Ancak hanımı umduğum gibi çıkmadı. Dört bin Suriye lirası ödemek istedim. Kabul etmedi. Kitapların bir bölümünü alıkoyup diğerlerini vermek istedi. Kabul etmeyip geri döndüm.”[4] diye yazar.
Mehmet Uzun’un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde( Ber Siya Evinê) adlı romanı, Memduh Beyin yaşamını konu etmiştir.

Dr. Mehmet Şükrü Sekban (1881-1960);
Ergani doğumludur. Hoybun’un aydın kadrolarındandır. Ilk kuruluş kongresini o yönetti. Hoybun’dan önce kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürt Talebe Hêvî Cemiyetî (1912), Kürdistan Tealî Cemiyeti’nin (1918) kurcuları arasında yer almış, bu örgütlerde aktif çalışmıştır. Uluslar arası platformlarda, Milletler Cemiyeti nezdinde Kürt ulusal haklarını hararetle savunmuştur. Hoybun’un Bağdat Şubesi başkanlığını yapmıştır.
Daha sonraları arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düştüğü ve onlardan ayrıldığı bilinmektedir. Yayınladığı (1933) Kürt Sorunu adlı esrindeki düşüncele- rinden dolayı Hoybun’daki arkadaşlarına tamamen ters düşmüş ve yollarını ayırmıştır. Paris’te Fransızca olarak La Question Kurde yayınlanan bu eserde daha önce savunduğu düşüncelerinin aksine; Kürtlerin ana vatanın Orta Asya olduğunu, Turanî bir kavim olduğunu, “antropolojik bakımdan, saf Türk olan Türkmen ile Kürd’ü ayırt etmenin güç olduğunu.. Türkiye’den ayrı bir Kürdistan’ın yaşamasının mümkün olamayacağını” savunmuştur.[5]

Ramanlı Emin (Eminê Perîxanê);
Ramanlı Emin, Batman yöresinde büyük bir aşiret olan Raman aşiretinin lideridir. Kürtlerde sık rastlanan güçlü kadın tiplerinden biri olan annesi Perihan Hanım’dan dolayı Eminê Perîxanê diye anılır. Perîxan Hanım,  kocasının öldürülmesinden sonra Kürt geleneklerine uyularak kocasının kardeşiyle evlendirilir. Güçlü kişiliğiyle aşirete liderlik eder. Bir ara tu- tuklanır ve Diyarbakır cezaevinde yatar. Beş erkek çocuğu vardı. Her beş çocuğu devlet tarafından öldürülmüştür.
Emînê Perîxanê, 1925 başkaldırısında “devlet güçlerinin yanında yer alır.”[6] Ancak devletle işbirliği yapan birçok Kürt gibi o da yaranamaz ve isyan sona erdikten sonra devletin yaptırımlarına hedef olur. Sürgüne gönderilmeye çalışılırken bir yolunu bulur ve Suriye’ye kaçar. Burada milliyetçi Kürt hareketine katılır, Hoybun’un kuruculuğunu yapar. 1928’de çıkartılan afla Türkiye’ye döner. Dönüşüyle ilgili ilginç, ilginç olduğu kadar ibret verici bir hikâye anlatılır.
Derler ki aftan yararlanmak için yurda dönüş kararı verince Suriye’deki dostlarıyla vedalaşmaya başlar. Bu arada Haco ile de vedalaşmak için konağına gelir. Haco, ‘Emin duydum ki aftan yararlanmaya karar vermişsin, doğru mu?’ Emin’in ‘Evet, seninle vedalaşmaya geldim’ demesi üzerine Haco, konakta bulunanlara dönerek ‘haydin Emin’in ruhuna bir fatiha okuyalım.’ der.  Emin, ‘Haco ben daha hayttayım, ölmedim, neden fatiha okuyorsun?’ diye sorar. Bunun üzerine Haco, ‘Emin sen Türklerin sözlerine güvenerek yurda dönüyorsun ve adım gibi biliyorum ki seni öldürecekler ama biz senin taziyene gelemeyeceğiz. Bunu için şimdiden fatihanı okuyorum.’ der.
Emin Haco’nun bu uyarılarına kulak asmaz ve aftan yararlanarak Türk yetkililerine teslim olur. Teslim olmakla kalmaz, bir kez daha devlete yaranmaya çalışır; Kuruculuğunu yaptığı Hoybun ve birlikte çalıştığı, arkadaşlarının örgütsel sırlarını en ince detaylarına kadar devlete anlatır.  Bununla da yetinmemiştir, öz kardeşi Evdila’yı ve arkadaşlarını ihbar ederek devlet güçlerine öldürtür. Artık devlete iyi hizmet ettiğine inanıyor ve oldukça rahat görünmektedir. Ancak yanıldığının farkına bile varmadan uğrunda halkına ihanet ettiği, kardeşini öldürttüğü devlet, tarafından öldürü- lür. Dramatik değil ama ibret verici ölüm şeklini Cegerxwin anlatıyor:
Bir çavuş ve birkaç jandarma (Emin’inin N.C) evine gelerek, ‘komutanımız seni istiyor’ diyerek yalnız ve silahsız olarak evden alırlar. Yolda üzerinde bir dereyi geçerken onu yakalayıp ısız bir harabe olan Erzen harabelerine götürürler ve orada öldürürler. Sonrada bir el silah sıkarak ‘Emin’in oğlu Şükrü yolumuzu kesti ve babasını öldürdü.’ Diyerek hem babayı öldürdüler hem de oğlunun fermanını çkarttılar. Çaresiz kalan Şükrü Suriye Kürtlerinin yanına sığındı.”[7]

Ali Rıza;
Şeyh Sait’in oğludur. Isyan sonrası kardeşi Selahattin’le Irak’a geçer. Daha sonra Suriye’ye geçerek Hoybun’un kuruluş çalışmalarına katılır ve merkez yönetime seçilir. Ancak bir süre sonra örgüt içinde fikir ayrılığına düşer. Aşırı ümmetçi fikirlere sahip olduğu söylenir. Bu yelpazede örgüt içinde anlaşmazlığa düşer ve bir süre sonrada ayrılır. 1928 de çıkartılan aftan yararlanarak Türkiye ye geçer.

Liceli Fehmi (Fehmiyê Licî) ya da Fehmi Bilal (1887-1967);
Örgütün aydın kadrolarındandır. 1925 Hareketi liderlerindendir. Şeyh Sait’in en yakın arkadaşlarından ve sekreteriydi. Özel mektupları dâhil her türlü yazışma işlerini yapmıştır. Hareketin başarısızlığindan sonrası Suriye ye göçmüştür. Bir müddet Fransa’da yaşamıştır.
Ilginç ve renkli bir kişiliktir. Kendi tabiriyle ‘halk arasında farmason, dinsiz ve Allah tanımaz’(Naci Kutlay) olarak tanınır. Cegerxwin onunla ilgili bir anısında şöyle diyor: “Fehmi efendi ile Ali Rıza Efendi (Şeyh Sait’in oğlu N.C) sık sık tartışırlar… Fehmi Efendi (Ali Rıza’ya N.C) ‘zaten baban ve babanın bu sofuluğu evimizi yıkmadı mı? Uçaklar üzerimize geldiğinde baban, kalkın birlikte namazımızı kılalım diyor ve Ömerê Faro’nun dediklerine inanıyordu.”[8]
Liceli Fehmi Hoybun içinde Bedirxanilerle fikir ayrılığına düşer.
Bu ayrılığı en çok Hoybun’un Ermenilerle ilişkileri konusunda olmuştur. Fehmi örgütün Ermenilerle kurduğu ittifak ve yakınlığa karşı çıkmıştır. Bu nedenle Celadet Bedirxan Beyle çok sert tartışmalar yapmıştır. Bu tartışmaların birini Naci Kutlay Diyarbakır Umum Müfettişi Ibrahim Tali’nin yerel bir gazeteye verdiği bir açıklamadan aktarır;
“Hoybun toplantısında da Lice’li Fehmi, Hoybun ve Taşnak örgütlerinin anlaştıkları haritaya karşı çıkarak Celadet Bey’e bağırdı: ‘Beyim iki Ermenistan arasındaki Kürdistan, iki tırnak arasında kalan bit gibidir…’
Celadet Bey: Oğlum Fehmi, bana karşı konuşan sen değilsin…’
Liceli Fehmi: Beyim sana saygılıyım, ama Kürdistan söz konusu olduğunda, yalnız(sana N.C) karşı değil, Allaha da karşı çıkarım…”
Bunun üzerine toplantıda kavga olur, Fehmi Efendinin başı kırılır ve sonunda toplantı dağılır.
Ingiliz kontrolünde bulunan Irak’ta Bahdinan’da bir okul açar ve bu okulda Kürtçe dersler verir. Öğrencileri için Kürtçe öyküler yazdı. Fransızcadan şiir ve öyküler çevirdi. (yage)
1928 Affı’ndan yararlanarak Türkiye’ye döndü. Burdur’a sürgün edildi. Son dönemlerini büyük maddi ve manevi sıkıntılar içinde geçirdi. Ölene kadar Kürt davasına hizmet etti. Kürtlüğe bağlılığını şu tabirle dile getiriyordu: “Fenafil Kurd” Anlamı; (yên kû xwe jı kurditiyê re kirîye nok, bo kurda gor bûye) Kürtlük için ölen, Kürtlük için yok olan kimsedir (yage)

Bozan Şahin(1895-1968);
Barazi aşiretinin liderlerindendir. M. Kemal’in kurduğu I. TBMM de milletvekiliydi. (1920) yine M. Kemalin Başlattığı harekete katılmış ve Yunanlara karşı savaşmış. Savaştan sonra Kürtçülük eğilimleri nedeniyle baskılara maruz kaldı ve Suriye’ye geçmek zorunda kaldı.

Mustafa Şahin(?- 1953);
Barazi aşiretinin ileri gelenlerindendir. Suriye parlamentosunda milletvekilliği yaptı. Diplomat özelliğiyle tanınır. Hoybun’daki iç hizipleşmelerde uzlaştırıcı ve yapıcı özelliğiyle tanınır.
Hoybûn’un kurucu üyeleri ve ilk merkez komitesinde yer alan bu kişilerin bir kısmı daha sonra çeşitli nedenlerle ayrılırken, diğer yandan yeni katılımlarda olmuştur. Ancak burada bizi en çok ilgilendiren, araştırma konumuzun kahramanı olan Haco Ağadır.

Hoybun’nun Kurucularından, Haco Ağa:
Yukarda Rohat Alakom’dan aldığımız listede görüldüğü gibi hikâyemizin asıl kahramanı olan Haco Ağa da Hoybun’un kurucularından ve ilk merkez komite üyesidir. Örgütün geleneksel aşiret güçlerinin en önemli temsilcilerindendir. “Bilinen yollardan (binicilik, kan davası gütme ve devletle iyi ilişkiler sürdürme) politik olarak güçlenmesinin yanı sıra, Haco’nun etkisini artırabileceği bir üçüncü yol daha vardı: Bu da Kürt milliyetçisi olmasıdır. Hoybun Kürt cemaatinin önde gelen üyelerinden biri oldu.”[9]
Kuruluş kurultayının toplanması için en çok çaba harcayanların başında gelir. Örgütün kuruluşunda ve daha sonraki süreçte bütün etkinliklerinde yer almıştır. Örgüte verdiği önemi ve beklentilerini kurultayda yaptığı ko- nuşmada şöyle dile getiriyordu:
“Hoybun partisinin varlığı, varlığımızın, var olduğumuzun kanıtıdır. Bir çok hata yaptık. Düşmanda bu hatalarımızdan yararlandı. Galip devletler, özellikle Ingiltere ile Fransa, Cihan Savaşı’nın sorumluları ülkemizi parçaladı, belimizi kırdı. Davamız büyük. Hoybun bu davanın gerçek takipçisi olmalı.”[10]
Kurultay oturumları süresince üyelerinin ihtiyaçlarının giderilmesi için bütün imkânlarını seferber etmiştir. Kurultayın güvenliğini sağlayan yine ona bağlı Hvêrkanlı silahlı güçlerdi. Gücünü kaybettiği, dağılmaya yüz tuttuğu dönemde toparlanması ve yaşatılması için de en büyük çaba sarf edenlerin başında gelir. Hoybun’un oldukça uzun bir süre ayakta kalmasında Haco’nun ve Havêrkan güçlerinin bu çaba ve desteğinin büyük katkısı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Denilebilir ki Haco, ailesinin bütün imkânlarını örgütün hizmetine sokmuştur. O dönemi yaşayan birçok şahsiyet anılarında bu duruma değinmiştir. Kendisiyle birlikte üç oğlu; Hasan, Cemil ve Çaçan fiilen örgüt saflarında militanca çalışmıştır. Evlerini adeta örgüt’ün birer karargâhı olarak kullanmışlardır. Hevêrkan’da o günleri hatırlayan konuştuğumuz görüştüğü-müz, birçok şahsiyet; “Hacoların bütün evleri, hiçbir zaman konuksuz kalmazdı. Onlarca, yüzlerce konuk, yer içer, yatardı.  Kazanlar 24 saat kaynar, onlarca yüzlerce kişi sürekli yemek taşır, koşuşturur, hizmet verirdi.” Diye belirtiyordu. Bu kişilerden biri aynen şunları söyliyordu: “Binxet’e (Hevêrkan’da, TC’nin Suriye ile olan sınırının güneyine Binxet, kuzeyine Serxet denilmektedir.) geçip de Hacoların yemeğini yemeyen yok gibidir.”
Haco’nun Hoybun içindeki en önemli hizmeti Cezire’de Kürt milli- yetçiliğinin yayılması için yaptığı yoğun çalışmalar ve 1930’lardan itibaren ciddi bir etkinlik arz eden Kürt kültür hareketine yaptığı katkılardır diyebiliriz. Fransızlar Cezire’ye girdikleri yıllarda(1920), Kürtler arasında gözle görülür bir milli uyanış veya etkinlikten söz etmek oldukça zordur. Hatta yer yer gelişen Arap milliyetçiliğine entegre olduğu da söylenebilir. Kürtler arasında ümmetçi eğilimler oldukça güçlüydü ve kolayca Arapların, Türklerin yaydığı bu doğrultudaki propagandalara, “gâvura karşı Islam Kardeşliği” gibi pan-islamcı söylemlerin etkisinde kalıyorlardı. Birçok Kürt aşireti bu nedenle Arapların yanında Fransızlara karşı savaşmıştır. Işte Hoybun’un önündeki en önemli sorun, yaymaya çalıştığı modern milliyetçi fikirleri, irili ufaklı birçok aşirete bölünmüş, pan-îslamcı fikirlerin etkisinde, aşiretsel-yerel sorunlarla boğuşan ve ötesini göremeyen Kürt toplumuna ve liderlerine kavratmaktı. Ama bu fikirler “büyük ölçüde batının liberal düşüncesinden yoğun olarak etkilenen entelektüel çevrelerden geliyordu.” Dolaysıyla “kendi aşiretleri, köyleri ve aşirete ilişkin konularla sınırlı bir ufuka sahip aşiret mensupları tarafından kolayıca anlaşılamıyordu.” Bu da, “Hoybun’un milliyetçi mesajlarını daha yerel konulara uygun hale getirilmesi gerekiyordu.” Örgütün bu açmazı büyük çapta Haco Ağa ve diğer milliyetçi duygular taşıyan aşiret liderlerinin katkısıyla aşılmıştır. “1927’den itibaren örgütün aşiret propagandası, Hvêrkan Aşiret Konfederasyonu’ndan Haco Ağa ile Mustafa ve Bozan Ibn Şahin Beg Berazi tarafından koordine edildi… Haco Ağa Hoybun’un Haseke şubesinin bir üyesiydi. Bunun dışında, Kuzey Suriye’deki Berazi aşiretinin reisi Şahin Bey Berazi’nin oğulları Mustafa ve Bozan’ın ise Hoybun’un Halep koluna üye” idiler. “Bu aşiret reisleri, aşiretleri ziyaret ederek veya aşiret reisleriyle görüşerek, kişisel propaganda faaliyetlerine girişmişlerdi. Örneğin, Haco Ağa Türkiye topraklarında yer alan Nusaybin, Mardin, Midyat çevresinde ve Irak Ceziresi’nde yaşayan Kürtler arasında etkin bir konumdaydı ve Bağdat’ta sürgünde bulunan çok sayıda Kürt milliyetçisiyle çok kereler görüşmüştü.”[11]
Görüldüğü gibi Haco, Mala Osman Hanedanı’nın yüz yıllardır devam eden ulusalcı geleneğini Hoybun’un batılı, modern anlayışıyla sentezleyerek sürdürmüştür. Örgütün batı kültürünü almış aydın kadrolarının modern milliyetçi söylemlerini başta Havêrkan ve Cezire Kürdistanı’nın en ücra birimlerine, Kürdistan’ın diğer parçalarına ulaşmasını sağlamıştır.
Haco Örgütün Aydın kadroları, özellikle Bedirxan Kardeşlerin Hawar etrafında başlattıkları kültürel etkinliklerine faal olarak katılmış, çok yönlü bir katkı sağlamıştır. Bazil Nikitin, Kürt milli mücadelesinde çok önemli bir yeri olan bu hareket ve Haco’nun harekete katkılarına dikkat çekerek şunları yazıyordu:
“Bu kültür hareketini başlatanlar, Türkiye’de Haco Ağa direnişine katıldıktan sonra Şam’a ( Kürt Mahallesi) yerleşen Emir Celadet Bedirhan ile onun Beyrut’ta oturan kardeşi Kamuran Ali Bedirhan olmuştur. Hereketin başlıca organı da Kürtçe ve Fransızca olarak yayımlanan… Hawar(Çağrı) dergisi’ydi. Yalnız Suriye’den değil, Irak’tan, Ürdün’den de birçok Kürt aydını bu esere katkıda bulunmuştur. Hevindê Sorî, Elî Seydo gibi profesörler, Doktor Ehmed nafiz gibi hekimler, Cegerxwîn Kurdî, Evdilhalik Esîrî, Qedrîcan, Ehmed Botî gibi şairler de bu arada sayılabilir. Daha dikkate değer bir olayda; çok sayıda aşiret ya da fraksiyon reisinin de harekete katılmış olmasıdır: Haco Ağa (Havêrkî’ye) ve oğlu Cemil Ağa; Mustafa Şahin (Alaeddin) ve oğlu Şahin, Evdirrehman Fafzî(Botan), Ehmed Melîk(Alaeddin),vb.”[12]
Haco Ağa, hazırlanan gazete, bildiri, kitap vb. yayınları başta Havêrkan’da, Cezire’deki diğer Kürt aşiretleri arasında, Kürdistan’ın diğer parçalarında dağıtımını üstlenmiş, Milliyetçi söylemin yayılmasını sağlamıştır. Hasekê’deki evine gelen her misafire Kürtçe kitap, gazete hediye etme bir gelenek haline gelmişti. Kürt Prensi Celadet Bedirxan tarafından çıkartılan aylık edebiyat ve fikir dergisi olan Hawar’ın basılması ve dağıtılmasında büyük hizmetleri olmuştur. Hawar Kitaplığı bünyesinde birçok Kürtçe kitap, broşür, dergi ve gazetenin basılıp yayınlanmasını sağlamış, bizzat yayıncılığını üstlenmiştir. Haco’nun yayıncılığı ve dağıtımını üstlendiği bu yayınlardan en önemlilerinden biri, ünlü Kürdolog ve tarihçi Bazil Nikitin’in “Kürt Meselesi” konulu makalesi ile mektubudur. Haco, sadece yayıncı kimliğiyle değil, yazar kimliğiyle de Kürt davasına hizmet vermeye çalıştığını görüyoruz. Aşağıda Kürtçe ve Türkçesini aktardığımız ve Hawar’ın 15. sayısında (1933) Ağa, Şeyh ve Entelektüeller başlıklı bir makalesinde Kürtlerin siyasal, sosyal sorunlarıyla ilgili belirlemelerde bulu- nuyor, çözümler öneriyor.
“Makale, bazı aşiret reislerini, Kürtçe eğitimin önemi ve yaygınlaşması gerektiği konusunda ikna edici olmuştur.  Böylece, bölge ağalarının himayesinde bulunan ve din ilimleri ve Klasik Kürt edebiyatı konularının Kürt dilinde öğretildiği özel Kur’an kursları açılmıştı. Kendi kuşağının en etkili aşiret reisi olan Haco Ağa, Hasekê’deki karargahına kendini ziyarete gelen kişilere Kürtçe kitaplar hediye etmiş ve Kürtçenin öğrenimini sonuna kadar desteklemiştir.”[13]
Yine Haco’nun oğlu Cemil Haco, “Kurmanc Qenc in lê Nezan in(Kürtler iyidir ancak bilinçsizdirler)” başlıklı makalesi Hawar’ın 7. Sayısında yayınlandı. Kürtçenin dışında başka bir dil bilmeyen ve o günün Suriye şartlarında aldığı Kürtçe eğitimin sonucunda ana diliyle okuma ve yazmayı öğrenip makale yazması ve bu konudaki gayretkeşliği Celadet Bedirxan’ın övgüsüne mahzar olmuştur. Cemil Haco, Makalesinde bilgisizlik ve cahilliğin Kürtlere verdiği zararları dile getiriyor.
1928 de Suriye parlamentosuna giren Haco diğer Kürt milletvekilleriyle birlikte Kürt bölgesinde Kürtçenin resmi dil olarak tanınmasını ve Kürtçe eğitimin yaygınlaştırılması için önlemlerin alınmasını talep eder. Fransız manda yönetimi bu talebi resmen kabul etmediyse de kesin olarak reddetmedi. Gayrı resmi söylemde oldukça esnek ve müsamahakâr davrandılar. Bunun üzerine Cezirede Kürtçe eğitim veren birçok okul ve kurs açtırdı. Ikamet yeri olan Hasekê’de Latin Alfabesi’yle eğitim veren bir okul açtı. Kürtler arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamak, Kürt gençlerinin ana dilleriyle eğitim imkânı yaratmak, Kürtçe kitaplar yayınlamak amacıyla yörede birçok hayır cemiyeti ve Kürt kulübünün kurulmasına ön ayak oldu. Büyük ozan Cegerxwîn’nin de katkılarıyla kurulan cemiyetlerin bazıları şunlardır: Hayır Cemiyeti(Civata Xêrê), Büyük Hayır Cemiyeti(Civata Xêrê Ya Mezin), Fransız Dostları Cemiyeti, Kürt gençlik derneği (Ciwankurd).  Haco bu yoğun çalışma temposu içindeyken, Hasekê’ deki evinin önünde Kürt bayrağını astırmayı da ihmal etmiyordu.
Cezirede bu çalışmalar sürdürülürken diğer yandan Kürdistan’ın diğer parçalarındaki yurtsever kişi ya da örgütlerle ilişkiler geliştiriliyor, sürekli, haberleşiyordu. Bu çalışmalar sırasında aşiretler arası çekişmelerin, dini saplantıların bırakılması gerektiğini, “aşiretler arsı ayrılıkları ‘Türklerden sonra ikinci büyük kötülük olarak’ telakki ediliyor; aşiret bağları ise aşiret reislerinin kişisel çıkarlarının bir ifadesi olarak…”[14] nitelendiriyor ve milliyetçi söylemi ön plana çıkartıyordu. Güney Kürdistan’daki Kürt ileri gelenlerine gönderilen ve aşağıya aktardığımız uzun mektubun altında onun da imzası vardır:

“Gönderilen Adres:
Sancak’tan Musul’a, Revanduz’lu Amin Beylere.

Değerli Kürt Konseyi, Milletin Değerli Dostları,
Tarihsiz bildirileriniz “bilinen kişiden” alınmıştır. Göstermiş olduğunuz yakın ilgiye memnun kaldık.
Her ne kadar oluşturulan Kürt konseyleri ve aydın kişiler birbirlerini anlamaktaysa da, Türk kışkırtmalarının ve kendi aramızdaki kıskançlığın sebep olduğu aşiretler arası ayrılıklar şu ana kadar umutlarımızın önünde engel olmuş ve bizi esirliğe sürüklemiştir.
Amacı milletin yükselmesi olan Erzurumlu Halit Bey, örgütünün Diyarbekir’de bir şubesi olmasına rağmen (çeşitli) sebeplerle aşiretler arasındaki ciddi bir çalışma yapmadı. Şey Sait isyanı sırasında da benzer kişisel çatışmalar sebebiyle hareketle birleşemedi ve sonuçta Türkleri dışarı atamadık.
Devletin niyeti, Kürt halkına boyun eğdirmek ve sonrada bunları Türkleştirmektir.  Bu çocuklarımız tarafından bile iyice anlaşılmıştır. Önceki durumumuzdan dolayı pişman olmuş ve şimdi kendi aramızda ilişkiler kurmuşuzdur.
Şu ana kadar Türklere kayıplar verdirilmiş ve hala verdirmeye devam etmekteyiz. Nusaybin ve Cizre arasındaki tüm telgraf hatları kesiktir. (…) Tay, Jawala ve Şamar gibi komşu Arap aşiretleriyle ilişkilerimiz iyidir. Onların bize yardım etmeleri olasıdır.
Şu anda sınırın yarım saat güneyinde Sancak’ta Aşitan Kürtleri arasındayız. Şataslar olarak şu anda oluşturulan güç, 500 kişidir. Gerektiğinde bu sayı 1000’e çıkartılacaktır.
Ömerkan aşiretinden Ahmed El Süleyman da göç etmiş ve güneye gelmiştir; bulunduğumuz yerden 6 saat uzaklıktaki Nagara’dadır. Gerektiğinde 1000 kişiye çıkartabilmek üzere 500 adamı vardır. Derevari köyü reisleri Tıfo ve Nuri’nin kuvveti -gerektiğinde 100 kişiye çıkarılabilir- 50 adamdır. Ömerkan aşireti (Sor Bölgesi) reisleri Ali Ibn Ahmet ve Yusuf Ibn Osman’ın şu anda Amudê’deki kuvveti 50-100 adamdır. Şu anda Kahramaniyan’da bulunan Dumbulan aşiretinden Hüseyin Sadun’un kuvveti 100-200 adamdır. Şu anda Kaşhanlar’ın arasında olan Sinıkan, Reşkotan  ve Bekıran aşiretlerinden Temo, Rızo, ve Hasan’ın kuvvetleri 1000-1500 kişi kadardır.. Hepsi uygun bir fırsatı beklemektedirler.
Rasulyan’daki Mılli’li Mahmut Ibn Ibrahim Paşa ile birlikte gerektiğinde 5000’e çıkarılmak üzere 3000 adam hazırdır.
Karakeçili aşiretinden Abdülkadir Bey Ibn Darala Bey’in 1000-2000 adamı vardır. Kendisi şu anda Ibrahim Paşanın oğullarıyla iyi ilişkiler içerisindedir.
(…)
Bitlis vilayetinden Mela Şerif(Mala Şerif olmalı N.C), Mela Şêho(Mala Şêxo olmalı N.C) ve Bedri’nin aşiretleri isyan halindedir ve yaklaşık bir yıldır Türklerle çarpışmaktadırlar.
Palu çevresinde Çîta Spî eteklerinde Şey Sait’in kardeşleri Şey Tahir ve Şey Abdürrahim, 500 Zaza Kürd’ün başında savunma pozisyonu almışlardır.
Yakınlarda Dersim’den Musul’a geçmiş bulunan Lolan Aşiret Reisi Doktor Ahmet Sabri Beyden alınan bir mektuptan bu bölgedeki aşiretlerin ayaklanmış oldukları anlaşılmaktadır.
Sizden ne tür yardım bekleyebiliriz? Ülkenin kuzeyinde uyanmış ve kollamayan tek bir kişi yoktur. Türkleri hiçbir zaman kendi hallerine bırakmayacağız. Allaha şükür ki içerde ve dışarıda binlerce savaşçıya sahibiz. Fakat nerede bizim aydınlarımız? Şu an için tek umduğumuz, cephane, bir veya iki top ve subaylarıyla birlikte iki makinalı tüfekle bize gelmenizdir. Allahın yardımıyla buluşma kolayca gerçekleştirilecektir. Ülke-mizi kısa bir süre içinde Türklerden temizlemeye muvaffak olacağız.
Siyasetteki değişikliklere ilişkin ve aynı zamanda doğu aşiretleri, Simko Ağa, Şeyh Ubeydulah’in oğlu Seyit Taha,  Barzan ve Botan aşiretleri hakkında bilgi istiyoruz. Hem lehimizdeki hem de aleyhimizdeki haberleri iletin. Şu ana kadar Fransızlardan hiçbir düşmanlık görülmemiştir.
Hala oturmanın bizim için hiçbir yararı yoktur. Gece gündüz çalışmak zorundayız. Propaganda işi için gerekli bildiri ve gazete gönderin. Sizden gelen mektup ve bildirilerin bizce bilinen mühürle mühürlenmiş olması gerekmektedir.
Sonuç olarak saygılarımızı kabul ediniz.
Hararetle cevabınızı bekliyoruz.

Imzalar:
Haco: Havêrki Aşiret Reisi( Nusaybin Kazası, Badebli Köyü)
Muhammed Emin: Raman Aşiret reisi (Diyarbakır, Beşiri kazası)
Bedrettin: Habızbıni Aşiret Reisi( Midyat Kazası)
Muhammad: Habısbıni Aşiret Reisi: Midyat Kazası)
Ibrahim: Habısbıni Aşiret Reisi( Midyat kazası)
Ismail Hakkı: Hassari Aşiret Reisi
Mehdi “

Içe dönük, Kürtler arasında bu çalışmaları sürdürürken diğer yandan Fransız manda yönetimi ve bölgedeki Hıristiyanlarla dostluk ilişkilerini geliştirmesi, aşiretsel ya da dinsel hedeflerden çok milli hedeflere yönelmesi Kürtlerin olaylara bakışında değişimler yaşandığının işaretiydi. Bu değişimden rahatsız olan Arap Milliyetçileri ve yörede palazlanan bir çok yobaz şeyh “Önemli olan Fransızların buradan kovulmasıdır. Kürtler ve Araplar iki Müslüman halktır. Kürtler gelsinler Arap kardeşleriyle birleşip bir millet olsunlar. Hepimiz Müslümansız. Kürt veya Arap ne fark eder?.. Ancak Haco Ağa’nın takımı Müslüman değildir. Onlar gâvurla çalışıp Müslümanların düşmanlığını yapıyor.”(Cegerxwîn) diyorlardı. Haco’nun Fransız yanlısı çalışmalardan rahatsız olan sadece Arap milliyetçileri değildi; Hoybun’un en etkin kadrolarından Cemilpaşazadeler ve daha birçok Kürt, Araplar gibi düşünmekteydi.  Hesen Hişyar  bu gelişmelere değinerek şöyle diyordu:
“1937’de Fransa ‘Kürtleri ve Hıristiyanları (Süryanileri) Araplara karşı ayaklandırmak istedi. Biz mülteciler, Xweybun (Hoybun) üyeleri bir toplantı yaptık. Orada iki grup olduk. Kadri Bey, Ekrem Bey, Hemze Efendi, Evdurehman Ağa ben ve Dêrika Çiyayê Mazî’den Reşid, ‘Araplar haklıdır, biz Fransa’nın haksızlığına destek olmayız’ dedik. Fakat Haco Ağa, diğer bazı ağalar ve Cegerxwîn, Hıristiyanlarla birlikte Fransa’yı desteklediler. Halkı bütünüyle Kürt olan Amudê şehri baştanbaşa yakıldı. Kadri Bey ve Ekrem Bey’i yakalayıp Tütmür’e sürdüler. Biz geriye kalanlar saklandık.”[15]
Ama buna karşılık Haco Ağa’nın takımı(!) ve Hoybun’nun milliyetçi kadroları, “Biz Kürdüz. Atacağımız her adım, yapacağımız her şey Kürtlerin çıkarına olmalı. Salt dini nedenlerle Araplarla birlik olmak cahilliktir; daha da ötesi Kürt düşmanlığıdır. Kürt yurtseverliğinden bihaber olmaktır.”[16] di-yerek tamamen milli hedeflere yönelik söylemler geliştiriyor, Kürtlerin bilinçlenmesine çalışıyor, Arapların aldatıcı ve özünde Arap milliyetçiliğine hizmet eden Islamcı propagandalarını etkisizleştirmeye çalışıyorduk. Bu eksende devam ettirilen çalışmalar 1936 yılında Kürt-Hıristiyan ittifakıyla sonuçlandı.  Ittifak; Haco, Milli Aşiret Konfederasyonun lideri Mahmud Bey ve Cezire Hıristiyanlarının Komutanı vasfıyla Michel Dome Tarafından imzalanmıştı. Ittifak’ın amacı Cezire’de Kürt ve Hıristiyan koalisyonuna dayalı, tarafların karşılıklı hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, Fransız hima- yesi altında otonom bir Kürt yönetiminin oluşmasını sağlamaktı. Haco ve Hıristiyan liderler, bunun için uğraşıyor, Fransız yetkililerin nezdinde bu amaçla girişimlerde bulunuyorlardı. Fransızlar bu istemlere oldukça olumlu yaklaşıyor ve “Kürtlerin bağımsızlığını uluslararası düzeyde gündemleştireceklerine” dair sözler veriyorlardı. Haco Aynı talepleri içeren bir mektubu yine Fransızların aracılığıyla Birleşmiş Milletlere gönderdi. Cegerxwin anlatıyor:
“Bir süre sonra bir kısım Kürt ve Hıristiyan, isteklerini içeren bir mektupla Birleşmiş Milletlere başvurdu. Haco Ağa beni çağırdı, mektubu tercüme ettirdi, ‘bunu iyi oku, görüşünü bana bildir’ dedi. Okuduktan sonra Ağa’ya ‘çok iyi, yalnız eksik olan bir yönü var’ dedim. Kuracağınız devletin dilini belirtmemişsiniz. Devletin dili Kürtçe olmalı ve bunda ısrar etmeliyiz ki gelecekte ulusal kimlikte yanılmayalım. O zaman sen veya Meternhibê (Hıristiyanların Lideri) cumhurbaşkanı olsanız da kimlik Kürt’tür. Eğer dil Kürtçe olmazsa ilerde Süryaniler devleti kendi dinsel kimliğine çevirebilirler. Herkes milletinin ağasını ve büyüğünü tanımaz mı?’ (Bunun üzerine N.C ) Haco Ağa yeniden Fransızca bir sayfa yazdırdı. Ve mektuba ekledi. Hıristiyanların temsilcilerine yeniden imzalatıp mektuba ekleyip gönderdi. Cevap Haco Ağa’nın adına kısa sürede geldi: ‘Istekleriniz elimize ulaşmış bulunuyor. Şimdilik değerlendirme aşamasındadır. Yakın bir zamanda talebinizin yerine getirileceğini umut ediyoruz.”[17]

Haco’nun bu faaliyetleri zaman zaman Türk basınına da yansıyordu. Cumhuriyet gazetesi’nin 02.01.1933 tarihli baskısında şu haber vardı:
“Adana (Hususi)- Kaddur Bey, Haço (Haco) Ağa ve Cemil Paşazadelerden Şam’da oturan birkaç kişi ve bazı Süryani ve Ermeniler, geçenlerde Şam’da toplanarak Mahut Bedirhanilerin de iştirakiyle kendi aralarında uzun uzadıya müzakere ve münakaşada bulunmuşlar ve neticede şu kararı vermişlerdir.
Suriyeden tamamiyle ayrı, müstakil bir El-Cezire Hükümeti Kurmak!”[18]

Amudê Olayları:
Ne var ki alınan kararlar ve bu çabalar hemen yaşama geçirilemiyor, istenilen sonuçların alınması öyle kolay olmuyordu.  Gerek Cezire’de gerek Suriye genelinde gerekse de dünya genelinde çok hızlı değişimler yaşanıyordu. Arap milliyetçiliği giderek güç kazanıyordu. Cezirede Kürt- Hıristiyan ittifak’ına karşı, Şam’daki Milliyetçi Hükümet’in desteğini alan ve başını Bedevi Şamar Aşireti’nin lideri Daham El Hadi’nin çektiği Arap ittifak’ını kurdular. Yıl 1936 idi. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, yani yıl 12 Mart 2004, Ortadoğuda Kürtlerin lehine gelişen süreci hazmedemeyen Aynı Arap aşiretleri Kamışlı’da oynanan bir futbol maçında provokasyon yaratarak Kürtlere karşı yine ittifak kurup saldıracaklardır. Saldırılar sonucunda onlarca Kürt’ün ölümüne, yüzlercesinin tutuklanmasına, ev işlercesinin tutuklanmasına, ev iş yerlerinin tahrip ve talan edilmesine neden olacaklardır, tarih tekerrür edecektir. Biz yine 1936’ya dönelim; Kurulan Arap ittifak’ı Kürt-Hıristiyan ittifak’a karşı oldukça yıpratıcı ve çok yönlü bir kampanya başlattı. Diğer yandan Kürt insanının içinde bulunduğu sosyal ekonomik gerilikler, dini saplantılar, aşiretsel ya da ailevi hesaplar, denilebilir ki Arapların başlattığı kampanyadan daha büyük zararlara sebebiyet veriyor, engeller çıkartıyordu. Özellikle Kuzey Kürdistan’da Kemalist hareketin uygulamalarından kaçıp yöreye yerleşen birçok yobaz şeyh’in bu anlamdaki zararlı çalışmaları Amudê olaylarının çıkışında belirleyici etkiye sahip olmuştur desek abartmış olmayız. Bruinessen adı geçen eserinde anlatıyor:
“Yirmili ve otuzlu yıllarda Türkiye’den birçok şeyhin kaçmış olduğu Suriye’de ise, şeyhlerin durumu daha da vahimdi…
1930’larda küçük bir kent olan Amudê’de otuzdan fazla şeyh bulunuyordu. Halkın büyük çoğunluğu (aldığım bilgilere göre nüfusun yüzde 80-90’ı) bir şeyhin müridiydi. Cuma günleri şeyhler müridleriyle birlikte şehirden geçit yaparak camiye giderlerdi, bazıları bu sırada davulda çalardı…
Bölge Fransız mandası altındayken Fransızlar Amudê’de Kürt Milli Birliği (1927’de kurulan ve ağırlıkla aristokratik kökenli aydınlardan oluşan) Hoybun’un üyelerini ikamete zorlamışlardı. Şeyhler milliyetçi ve din dışı görüşlerini devamlı lanetledikleri bu örgütün kentte çalışma yapmasını imkânsız kılmışlardı. Özellikle hepsi seyyid olan Kadirî şeyhleri kendilerini kürtten ziyade Arap kabul ettiklerinden, Müslümanlığın müminler ve kâfirler olmak üzere iki milleten başka millet tanımadığını sabah akşam tekrar ediyorlardı. Onlara göre milliyetçilik Müslümanları parçalamak için icat olunmuş şeytani bir plandı ve milliyetçiler de putperesttiler.”
Haco ve diğer Kürt milliyetçilerinin çalışmaları bu engellere takılıyor, kuşkuyla karşılanıyor hatta “Bunlar (Kürt milliyetçileri) kâfirdir ve öldürülmeleri caizdir.” diyen bu şeyhler, öte tarafta Arap milliyetçilerle birleşip aynı ağızdan “Haco Ağa maaş için Fransızlarla, Hıristiyanlarla işbirliği yapıyor.” “Nede olsa Müslüman gâvurdan iyidir”[19] diye yaygın bir propaganda yapıyorlardı. Bu propagandaların etkisinde kalan yöredeki Kürt nüfusunun önemli bir bölümü Arap ittifak’ını desteklemeye başladı. Işte 1937 yılında bu ittifak’ın kışkırtmalarının etkisinde kalan saf ve dini tüm Kürtler Amudê, Kamışlo ve Hasekê şehirlerinde bulunan Hıristiyanlara saldırarak birçok Hıristiyan’ın ölümüne, evlerinin yıkılması ve mallarının yağmalanmasına neden oldular. Olaylar önceden planlanmış, Haco ve diğer Kürt milliyetçilerinin girişimleri sonucu geliştirilen Kürt-Hıristiyan, Kürt-Fransız ilişkilerinin bozulmasına, dolayısıyla da giderek güçlenen Kürt özgürlük hareketine darbe vurma amacına yönelik bir provokasyondu. Milli duygulardan yoksun, dini alet ederek kişisel çıkarlarını korumaktan başka hiçbir amaç gütmeyen kimi Kürt şeyhleri ve çevreleri de bu provokasyonun aleti ve aktörü oldular. Öte yanda yurtsever duygularla hareket eden bir kısım “Kürt ulusal-demokratik güçler, Fransız karşıtı harekete aktif bir biçimde katılıyorlardı. Arap milliyetçilerinin (Kavimist- ler), Kürt ulusal haklarını, sömürgecilerin ülkeden kovulmasından sonra verileceği yönündeki vaatlerine… Büyük bir saflıkla inanmışlardı.(italikler ba.)”[20]
Rohat Alakom, Hoybun ve Ağrı Isyanı adlı esrinde, Amudê Olayı ve Haco’nun bu olaydaki rolüne değiniyor:
“Haco Ağa ölümünden üç yıl önce Amudê yöresinde patlak veren olaylara da öncülük eder. 1937 yılında Amudê ve yöresinde etnik bazı gerginliklerin yaşandığını görüyoruz. Arap milliyetçiliğinin Kürt ve Ermenilere yönelik olarak geliştirdiği kötü propagandanın etkisi, yöredeki halkları karşı karşıya getirir. Kürtler ve Ermeniler arasındaki dayanışmanın karşısında Araplar ve bazı Arap yanlısı ‘Kürtler’  yer alır. Kürtlere Haco Ağa, Araplara Şeyh Daham Hadi önderlik eder. Çıkan kanlı olaylar sonunda Amudê kasabasında büyük çatışmalar meydana gelir. 9. Ağustos 1937 günü Ermenilerin iş yerleri harap edilir ve yağmalanır. Fransız birliklerinin olaylara müdahalesi çok sert olur. Amudê kasabası bu birliklerce bombalanır. Uçak ve piyade birliklerinin katıldığı bu saldırılar sonucunda Amudê harabe bir kent haline gelir. Etnik bazı istemlerine kavuşmak için mücadele eden Kürtlerin karşısına dikilen Araplar, Amudê olayı vasıtsıyla Kürtlerin kendilerini yönetecek güçte olmadıklarını kanıtlamak istiyorlardı. (Cegerxwin ve French Planes Bomb Rebellious, The New York Times’ten aktaran Rohat Ala Kom, yage) Fransa da bir azınlığın karşısına başka bir azınlığı çıkartarak, Suriye’deki ömrünü uzatmak niyetindeydi.[21]
Olayları sona erdirmek için çabalayan Haco, düzenlenen bir toplantıda, olaylara neden olanları eleştiren Cegerxwin’in sözlerini destekleyerek şunları söyler: “Seyda’nın söylediklerinin tümü doğru. Ben de bu onursuz, amaçsız ve faydasız vaziyeti tasvip etmiyorum. Kürt insanına zarar verenler hiç kuşkunuz olmasın hayvandan farksızdır.” Haco ve diğer yurtsever Kürt milliyetçileri olayları yatıştırmak için büyük bir uğraş verirler. Uğraşlar sonucunda Kürt-Hıristiyan çatışması sona erer ve açılan yaralar sarılmaya başlanır. Ama artık sarılması imkânsız yaralar açılmıştır; Kürt-Hıristiyan, Kürt-Fransız ilişkileri büyük zarar görmüştür.  O güne kadar Cezire’de milliyetçi Kürt etkinliğine olduğunca müsamaha gösteren, hatta destekleyen Fransızların tavrı değişti. Bölgede askeri tedbirler arttırıldı ve kontrol tamamen ele geçirildi. Artık Kürtlere güvenilmiyor ve “o dönemde halen Kürt hareketinin lideri kabul edilen Haco Ağa’nın faaliyetleriyle ilgili bir güvensizlik ve şüphe atmosferi oluştu. Fransız kontrolüne karşın 1930ların sonlarında Şam’daki Suriyeli milliyetçilerin sürdürdükleri politikalar Cezire Kürtlerini ciddi şekilde etkilemeye başladı. 1930’dan beri Haco Ağa’ya sağlanan sübvansiyonlar 1939’da aniden kesildi ve Kürtler, o dönemde Cezire nüfusunun üçte ikisini oluşturmalarına rağmen yerel yönetim konseylerinde çok az temsil edildiler ve onlara ağır vergiler getirildi.”(Le Movement Kurde du Jazira)
Haco ve arkadaşlarının BM’ye ulaştırdığı mektubun değerlendirilmesi sonuçlanmadan II. Dünya Savaşı başladı (1 Eylül 1939). Kısa bir süre sonra da Haco vefat etti.(22 Nisan 1940). Savaşın sonunda Fransa Suriye’den çekildi. Böylece Suriye tamamen Arapların kontrolüne girdi. Güçlü bir ulusal ordu kuruldu. Daha önce Arap-Kürt kardeşliğinden, din kardeşliğinden dem vuran Suriyeli Arap yöneticiler giderek şoven düşünceleriyle tanınan Mchel Eflak adlı bir Arap filozofun düşüncelerini bayraklaştırıyorlardı. Kürtlere yönelik baskılar günden güne artıyordu. Zamanla Kürtlere ‘gavur’ Fransa tarafından tanınan demokratik hak ve özgürlükler bir bir Müslüman Arap kardeşlerince(!) gasp edildi. Bırakın Kürtçe eğitim veren okullar açmak, kitap, gazete basmak, Kürdüm deme- leri bile yasaklandı. Daha da ötesi, Kürt kimliğini tanımadıkları gibi Arap vatandaşlığına da kabul edilmeyeceklerdir. Bugün bile Suriye’deki Kürtlerin büyük bir kısmının hala yasal vatandaşlık hakları yoktur. Yabancı uyruklu kabul edilmektedirler. Yani kendi vatanlarında, kendi topraklarında vatansız sayılıyorlar.

Haco’dan Ağrı Direnişini Rahatlatacak Bir Öneri:
Haco’nun diplomatik yeteneğinin yanında iyi bir asker ve taktiksiyen olduğundan daha önce bahsetmiştik. Hoybun’un 1930’da başlattığı Ağrı Isyanı sırasında bu özelliğini görmek mümkün. Ağrı zirvesinde Iran ve Irak’ın da desteğiyle Türk ordu birliklerince başlatılan kuşatma harekâtı, Ihsan Nuri Bey liderliğindeki direnişçi güçleri zor duruma sokmaktadır. Hoybun çare aramaktadır. Havêrkan Konfederasyonu’nun kollarından biri olan Seyidan aşiretinin ileri gelenlerinden Seyid Ibrahim’in anlatımına göre; Haco, Ağrı direnişçilerini rahatlatacak şu teklifi sunar: “Bütün güçleriyle Ağrıya saldıran devlet güçleri’nin dikkatini başka yöne çevirmek için farklı noktalardan saldırılar düzenlemek ve böylece Türk ordu güçlerinin bir kısmını o yönlere kaydırılmasını sağlamak.” Zekice düşünülmüş bir teklif olduğu anlaşılıyordu. Başta Celadet Bedirhan Bey ve diğer örgüt yöneticileri tarafından kabul görür. Bunun üzerine bir plan yapılır. Plana göre; “Türkiye’nin güney sınırı boyunca, devlet güçlerine karşı beş noktadan saldırılar düzenleyecek silahlı gruplar oluşturulacak ve bu gruplar aynı anda belirlenen tarih ve yerden saldırıya geçeceklerdi. Hemen saldırı noktaları ve saldırıyı düzenleyecek gruplar belirlendi;  Mardin-Derik yöresinde saldırı düzenleyecek grubun başında Diyarbakırlı Ekrem Cemil Paşa bulunacaktı. Viranşehir yöresindeki grubun başında Milli Aşireti Reisi Mahmut Bey, Urfa yöresindeki gurubun başında Berazi Aşiret lideri Bozan Bey, Havêrkan mıntıkasındaki grubun başında Haco Ağa ve Botan (Cizre) yöresindeki grubun başında ise Celadet Bedirhan Bey bulunacaktı.”[22]
Yapılan bu görev dağılımından sonra, gruplar 3-4 Ağustos 1930 günü harekete geçerler. Ne var ki harekât beklenilen başarıyı yakalayamadı. Ekrem Cemil Paşa grubunda yer alan Kadri Cemil Paşa anılarında bu harekâtla ilgili verdiği detaylı bilgilerin sonunda şunları yazıyordu: “Ben Mardin Vilayetinden Derik kaza merkezine kadar olan cephede, Ekrem Cemil Paşanın fermandarlığında Türkiye’ye geçen kuvvetle beraberdim…” Kadri Cemil Paşa; Mardin merkezine bir saldırı planının hazırlandığını ancak önceden görevlendirilen gruplar arasındaki iletişim ve organize eksikliği, bazı aşiret ve grupların isteksizliği vb. nedenlerle saldırı planını yaşama geçirilemediğini anlattıktan sonra şunları aktarıyordu:
“Belki bir harekât yapmaya imkân olur ümidi ile birkaç gün dağlarda dolaştıktan sonra nihayet merkeze dönmeğe mecbur kaldık. Diğer fermandarlar Haco Ağa, Celadet Bedirhan Bey ve arkadaşları ile beraber hareket istikameti olan Havêrka dağlarına geçmişlerdi. Haco Ağa hasımlarının muhalefetine uğradığından onlarda bir şey yapmağa muvaffak olmayarak döndüler. Dördüncü mıntıka fermandarı Milli Aşireti reisi Mahmut Bey Ibrahim Paşa alınan karara ve verilen vaade rağmen yerlerinden kımıldamadılar. Yalnız Bozan Bey gönderdiği bir müfreze ile Suruç Kazasına yakın bir karakola baskın yapmıştı.”[23]
Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi adlı eserinde aynı gelişmeyle ilgili olarak Haco Ayaklanması başlığı altında şunları yazıyor:
“Suriye’de mahalli bir Kürt şefi olan Haco, Hoybun Komitesi’nin de yardımıyla sınırı geçip, 5 Ağustos 1930’da Nusaybin yakınlarında küçük bir köyü ele geçiriyor ve Ağrı savaşçılarını desteklemek üzere halkı ayaklanmaya davet eden, Kürtlerin bağımsızlık talebini içeren bir bildiri yayımlıyor.
Fakat Haco Türkler tarafından süratle Suriye’ye çekilmek zorunda bırakılıyor.”
Bruinessen de bu konudan bahsetmektedir; Bu cemaat (Hoybun N.C) 1929-30 Ağrı ayaklanması’nın da örgütleyicisidir. Türk ordusu, Ağrı bölgesinde Kürt isyancılarını zorlarken, Haco Türkiye’nin güney doğusuna bir saldırı düzenleyerek Türk ordusunu o yöne çekmeye çalıştı.”(yage)
Ağrı Dağı Isyan’ın lideri Ihsan Nuri Paşa, Ağrı Dağı Isyanı adlı yapıtında Isyanın Kürdistan daki etkilerini ve ona bağlı olarak ülkede gelişen silahlı eylemlere değinirken Haco harekâtıyla isyan arasındaki ilişkiyi şöyle değerlendiriyordu:
“…Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki savaşçılar Ağrı savaşçılarından ilham alıyorlardı. Çünkü Ağrı, Kürt Ulusu’nun bağımsızlık savaşının merkezi haline gelmişti. ‘Türkiye Kürdistanı’nın’ güneyinde Midyat, Mardin ve Şırnak bölgelerindeki Hareketi de Hewarki( Havêrki NC) aşiretinin reisi Haco Ağa idare ediyordu. Onun grupları Eruh ve Hakkâri’ye kadar uzanıyordu.”[24]

Çaçan, yukarıda sözü edilen röportajında aynı konuya değiniyor;
“Babam başta Sarohan olmak üzere yöremizin bütün ağalarına, Derik yöresine mektuplar gönderdi. Her seferinde babama ‘sen gelirsen biz de seninle Türklere saldıracağız’ diye söz veriyorlardı. Bunun üzerine iki kez sınırı geçtik. Ancak o söz veren halkımız, aşiretimiz, akraba ve hısımlarımız silaha sarılıp bize karşı savaştı. Bu durum karşısında babam ‘ben Türklerle savaşmaya geldim, Kürtlerle değil’ diyerek dönmek zorunda kaldı. Sonunda Fransızlar, ‘Neden bizden habersiz sınırı ihlal ediyorsun’ diyerek babamı Şam’a sürgün ettiler. Ankara’yla yaptıkları anlaşmaya onu sınırdan 50 km. Uzaklaştırma şartı konulmuş.”

Hoybun Içinde Çekişmeler ve Haco Ağa’nın Tutumu
Hoybun, yukarıda isimleri verilen çeşitli Kürt örgütlerinin birleşmesiyle oluşan bir oluşumdu. Doğal olarak farklı siyasal eğilimleri barındırdığı gibi çok farklı sosyal tabakaları da için- de barındırıyordu. Hepsi Kürdistan’ın bağımsızlığı noktasında bir araya gel-miş olsalar da zamanla bu eğilimler arasına da tartışma ve çekişmeler baş gösterdi. Ilk büyük çekişme; Hoybun’un kuruluşundan dağılışına kadar büyük emekleri olan Bedirxan ailesiyle Hoybuna sonradan (1929) katılan ve örgütte etkinlik kuran Diyarbakırlı Cemil Paşazadeler arasında başladı. “Bedirhaniler ve Cemil Paşazadeler arasındaki çekişmenin asıl nedeni konusunda görüşlerini belirten şahsiyetlere göre, sorun bir liderlik soru- nudur. Yine bazı kaynaklara, Bedirhaniler Cemil Paşazadelerin ulusal mücadeledeki rolünü kabul ediyor ama Cemil Paşazadeler Bedirhanilerin rolünü kabul etmiyor.”[25]
Kadri Cemil Paşa anılarında Bedirhanileri oldukça ağır bir dille eleştirerek şöyle diyordu:
“Hoybun çalışmasına katılan, Botan emaretinin verdiği bir hissi gururla kendilerini daima arkadaşlarından üstün tutmayı farzetmek isteyerek, daima diktatörane bir tavır takınmaları, milli sahada yapılmakta olan hizmetin sırf kendi çalışmalrı ile meydana geldiği fikrini dışarıya telkin etmek istemeleri milli çalışmalara katılan arkadaşların kendilerine karşı kırgınlıklarına sebep olmakta idi.”[26]
Bu çekişme Celadet ve Kamuran Bedirxan beylerin örgütten kopmalarına kadar sürdü. Bedirhan kardeşler Hoybun’dan ayrıldıktan sonra Kürt davasına, edebiyatına, kültürüne olan katkı ve çalışmalarına ara vermediler ama ayrılmaları örgütün büyük darbe almasına neden olmuştur.

Dipnot : Bu yazı, Nezirê CİBO "Heverkan Sultanları-1" isimli kitabından alınmıştır.

6 Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve Elikê Betê İsyanı


I. Dünya Savaşı ve sonrasında, yaşanan gelişmeleri, Cumhuriyet döneminde yörede yaşanan olayları ve özellikle Elikê Batê olayını tarihsel süreç içinde irdelemeye çalışacağız.
Osmanlı Devleti zamanında olduğu gibi cumhuriyet döneminde de Havêrkanlıların bağımsızlıkçı, milliyetçi faaliyetleri şu veya bu şekilde devam etmiştir. Bu faaliyetler bazen doğrudan devlet güçlerine karşı başkaldırı şeklinde gelişirken bazen de devlet yandaşı olan aşiretlerle mücadele şeklinde olmuştur. Bu nedenle Havêrkanlılar gerek Osmanlılar döneminde gerekse de Cumhuriyet döneminde resmi makamlarca hep asi ve tehlikeli olarak nitelendirilmiştir. Kürt aşiretleri üzerinde yaptığı araştırmalarla tanınan M.Van Bruinessen Ağa, Şeyh, Devlet adlı eserinde Havêrkanlıların bu özelliğinden söz ettikten sonra şöyle devam etmektedir:
“Haco’nun stratejisi hiçbir zaman Botan Emirliği’nin egemenliği altında yaşamayan komşu Dekşuri ve diğer aşiretlere savaş açmayı içeriyordu… Diğer yandan da Dekşuri aşireti ile müttefik olan Osmanlı hükümetiyle aralarında çatışma çıktı. Bu olaydan sonra Havêrkanlar asi bir aşiret olarak tanındılar, bu böyle sürüp gitti.”
Gerçekten bunun böyle sürüp gittiğini cumhuriyet hükümetlerinin resmi açıklamalarından da anlıyoruz. 2000′e Doğru dergisinin 13 Aralık 1987 tarihli, 51. sayısında kamuoyuna açıklanan Aşiretler Raporunda bu anlamda çok net ifadeler vardır. Devletin resmi makamlarınca hazırlanan bu rapor daha sonra Kaynak Yayınevi tarafından kitap haline getirildi. Kürdistan’daki hemen bütün aşiretlerle ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Raporu hazırlayanların en çok önemsediği şey aşiretlerin, devlet yandaşı olup olmadıklarıdır. Buna göre aşiretler iki gruba ayrılmıştır; devlet yandaşı ve devlet aleyhtarı. Işte söz konusu raporda, Havêrkanlılar ikinci grupta kabul edilmiş ve şu bilgilere yer verilmiştir: “Suriye’deki Hacooğulları ile ilişkileri vardır. Isyanlara katılmışlardır. Yurdumuza bağlılıklarına güvenilmez. Kürtçülük faaliyetlerini desteklerler.” İlginçtir, aynı raporda daima devlet yandaşı olan ve yöredeki özgürlükçü eğilimlere karşı duran Dekşuri aşiretiyle ilgili benzer bilgiler verilmiştir. Yani “Kürtçülük faaliyetlerini destekledikleri ve güvenilmez oldukları” belirtilmiştir. Neden böyle bir bilgi aktarılmıştır kesin olarak bilemiyoruz, ama bizce iki ihtimal vardır; birincisi, raporu hazırlayan birimler ödevlerini iyi yapamamış, yanlış bilgi vermişlerdir. İkincisi, Dekşuriler her şeye rağmen yaranamamışlardır. Devlete verdikleri hizmetler Kürtçülükten sıyrılmaları için yeterli olamamıştır. Ancak bizce raporun en ilginç yanı; Cumhuriyetin Osmanlıdan aldığı politik mirası ifade etmesidir. Yani “Kürdü Kürde kırdırma” politikasının devam ettirildiğinin açık bir kanıtı olmasıdır. Cumhuriyet hükümetleri, Osmanlının son dönemlerinde varlığını sürdürebilmek, egemenlik altına aldığı milletlerin ayrılmasına engel olabilmek için izlediği “böl ve yönet” politikalarını geliştirerek devam ettirmişlerdir. Diğer bir ifadeyle; devlet “vatanı’nın bölünmez bütünlüğünü, milletin huzur ve güvenliğini (!)” sağlamayı, vatandaşını düşman kamplara ayırmakta bulmuştur. “Yönetim otoritesini sürdürebilmek için aşiretler arası bölünme ve çatışmalara muhtaç olduğunu düşünmüştür”(Aşiretler Raporu). Bir diğer ifadeyle devlet, otoritesini sürdürmek için iç çatışmalardan, vatandaşlarını birbirine kırdırmadan, anarşi ve terörden medet ummuştur. Gerçekten ilginç ve üzerinde durulması gereken bir konu ama biz asıl konumuza, yani Hevêrkan sultanlarının “Kürtçülük” ve “bölücülük” faaliyetlerine dönelim.
Alikê Batê zaman zaman ailenin bir diğer lider adayı olan Çelebi’yle rekabet içinde idiyse de konfederasyonda kontrolü ele geçirmesini bildi. Daha önce belirtildiği gibi, Haco’nun intikamını alması onu Konfederasyonun liderliği yarışında Çelebiye karşı oldukça avantajlı duruma getirmişti. Onu avantajlı duruma getiren bir diğer etken bölgedeki Hıristiyan ve Yezidi Kürtlerin desteğini almasıydı. Ama onu asıl avantajlı kılan ve gerek Havêrkanda gerekse de Kürtler arasında öne kavuşturan milliyetçi bağımsızlıkçı eğilimleriydi. Atası Haco’dan devr alınan bir mirastı . Hayalinde hep bağımsız Kürdistan vardı. Yaşamı boyunca bu uğurda çarpıştı. Osmanlı güçlerine karşı yirmi yıl gerilla savaşı verdi. Bu süre zarfında Havêrkanın tek hâkimiydi denilebilir. Hatta Havêrka’nın dışında kalan komşu aşiretler üzerinde de hâkimiyet kurmuştu. Osmanlı hükümetlerinin bölgedeki otoriteleri sadece kâğıt üzerindeydi. Vergiler bile askeri operasyonla toplanabiliyordu. Askerlik çağına gelen gençler onun güçlerine katılıyorlardı. I914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlaması ve devletin savaşa katılmasıyla Ali’nin bölgedeki etkinliği daha da güçlendi. Çünkü devlet askeri kuvvetlerinin hemen tümünü savaş alanına çekmişti. İmparatorluğun kaderini ellerinde tutan İttihat ve Terakki liderlerinin Turancı hayalleri ve onların müttefiki Almanların emperyalist emelleri uğruna binlerce, yüz binlerce asker Kafkasların karlı dağlarında, Arap çöllerinde yok oluyordu. Bu nedenle cepheye sürekli asker aktarılıyordu. Dolayısıyla iç asayışı sağlayacak yeterli askeri güçü kalmamıştı. Aslında bu durum Havêrkan açısında da memnuniyet vericiydi. Çünkü devletin çeşitli bahanelerle yaptığı operasyonlar, zorla asker toplamalar, kanunsuz yüksek vergi toplamaları, köy ortasında meydan dayakları, Imparatorluğun uzak köşelerine sürülmeler bir süre için de olsa sona ermiş, halk rahat bir nefes almıştır. Yezidi ve Hıristiyan Kürtler üzerindeki maddi manevi baskılar kalkmış, değer veriliyor, saygı gösteriliyordu. I. Dünya Savaşı boyunca bölgedeki tek gerginlik durumu; Omeri ve Dekşuri aşiretlerinin Ali’nin otoritesine karşı zaman zaman ittiat etmekte isteksiz davranmalarıydı. Zaman zaman çatışmalar oluyordu. Ancak genel anlamda Ali yörede kontrolü elinde tutuyordu.
1914’te başlayan I. Dünya Savaşı 1918′de Osmanlı Devleti ve müttefiki olan İttifak Devletlerinin (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan) yenilgisiyle sonuçlandı. Hepsi büyük kayıplara uğradılar. Denilebilir ki en çok kayıp veren de Osmanlı devleti oldu. Savaş sırasında büyük toprak kayıbına uğramış, elinde sadece Anadolu ve Kürdistan’ın bir bölümü kalmıştı. Yenilen devletler tek tek masaya oturarak ateşkes antlaşmaları imzaladılar. Osmanlı Devletinin imzaladığı antlaşma olan Mondros Antlaşması, çok ağır şartlar taşıyordu. Antlaşmanın en önemli bazı hükümleri şöyleydi;
“- Itilaf Devletleri , (Ingiltere, Fransa, Italya) güvenliği sağlamak için gerek gördükleri an istedikleri yeri işgal edebilecekler.
- Küçük bir jandarma gücün dışında Osmanlı ordusu terhis edilecek.
- Her türlü savaş araç gerece, silah ve cephaneye el konulacak.”
Böylece İmparatorluğunun elinde kalan toprakların işgal edilmesinin hukuki gerekçesi de hazırlanmıştı. Kısa bir süre sonra da Mondros hükümleri uygulamaya sokuldu. Anadolu toprakları yer yer işgal ediliyor, ordu terhis ediliyor, bütün silah ve cephaneye el konuluyordu. Kısacası devletin var olma nedenleri bir bir ortadan kaldırılıyordu. Koca kaplan kediye dönüşüyordu.
Tabi Mondros Mütarekesi uyarınca yapılan işgal eylemlerinden Kürdistan da nasipleniyordu. Bugünkü Irak toprakları ve Kürdistan’ın petrol bölgeleri (Musul, Kerkük ve çevresi) İngiliz lerin payına düşüyordu. Zaten daha savaş sırasında Musul’a kadar olan yerleri işgal etmişlerdi. Bugünkü Suriye ve dolayısıyla Güney Batı Kürdistan toprakları Fransızların payına düşüyordu. Gerçi buralar savaş sırasında İngilizlerce işgal edilmişti. Ancak İtilaf Devletleri arasında yapılan gizli antlaşmalar gereğince Fransızlara bırakılmıştı. Yine bu gizli antlaşmalar uyarınca Mardin, Nusaybin, Midyat çevresi yani Havêrkan toprakları, Urfa ve Antep Fransızların payına düşüyordu. Mütareke imzalanırken henüz buralar işgal edilmemişti. Ancak o gün için her an işgal tehlikesi vardı. Bütün Anadolu’da olduğu gibi Osmanlı Devletinin Kürdistan coğrafyasında da etkinliği oldukça zayıflamıştı. Otoritesi fiilen sona ermişti. Bu durum milliyetçi özgürlükçü Kürt unsurları için oldukça uygun bir ortam yaratıyordu. Başta imparatorluğun başkentinde, özellikle de Kürdistan’ın önemli merkezlerinde (Diyarbakır, Urfa, Mardin vb.) yoğunlaşan bir hareketlilik başlamıştı. Birçok yurtsever aydın başta olmak üzere asker, sivil şahsiyet, aşiret liderleri, soylu aile mensubu, din adamı vb. Kürt milli unsurları yoğun bir faaliyet içine girmiş bulunuyorlardı. Gazeteler, dergiler çıkartılıyor, bildiriler dağıtılıyor, cemiyetler kuruluyordu. Bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkan en önemli organizasyon hiç kuşkusuz Kürdistan Teali Cemiyetidir. (Kürdistan’ı Yüceltme Derneği ) Cemiyet “milletlerin kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkı.” Prensibi doğrultusunda yoğun bir faaliyet içine girmişti; Kürdistan’ın çeşitli merkezlerinde şubeler açıyor, temsilciler gönderiyor, ulusal uyanışı sağlamak için toplantılar düzenleniyor, yoğun bir propaganda faaliyeti sürdürülüyordu.
Bu arada Havêrkanda da benzer bir hareketlilik vardı. Beklenen gün gelmişti. Botan Kürt yönetiminin sona ermesinden beri hiç sönmeyen özgürlük ateşi daha da alevlenmişti. Ali’nin Kasrında yoğun bir trafik vardır. Bir yandan kurmaylarıyla, diğer yanda Hevêrkan’ın yurtsever unsurlarıyla, bölgedeki diğer aşiret liderleriyle görüşmeler yapıyordu. Yıllardır sürdürülen düşmanlıklar, kan davaları sona erdiril- meye çalışılıyor, çatışan aşiretler arasında barış ilan ediliyordu. Amaç güç birliği sağlayıp bağımsız Kürdistan’a kavuşmaktı. Bu amaçla çalışmalar Havêrkan’nın dışına taşınarak daha da boyutlandırılmaya çalışılıyordu. Kürt özgürlük hareketinin, dolaysıyla o günlerde Kürtlerin en önemli siyasal organizasyonu olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin de önemli merkezlerinden biri olan Diyarbakır’la haberleşiliyor, karşılıklı temsilciler gönderiliyordu. Yine aynı amaçla Ali Batê’nin bizzat Şırnaklı aşiret lideri Abdurrahman ve Salahan Aşiret lideri Ramazan ile görüştüğü bilinmektedir. Hatta bu görüşmelerde Güney Kürdistan’da bulunan İngiliz işgalinin kuzey Kürdistan’a yayılması durumunda karşı koyma fikri üzerinde anlaştıkları, çeşitli kaynaklar tarafından kaydedilmiştir .(Kurdisten and Kurds-Kürt Milliyet-çiliğinin tarihi- Wadie Jwaideh ) Oysa günümüz resmi kaynaklar ve Türk tarihçileri Ali Batê hareketinin tamamen İngiliz  destekli olduğunu, İngiliz  çıkarlarına hizmet eden bir hareket olduğunu belirtmektedirler ki bu doğru değildir. Ali Batê ile yaptığı görüşmenin hemen ardından Şırnaklı Abdurrahman Ağa’nın diğer aşiret reislerine gönderdiği mektuplarda İngiliz  müdahalesinin kabul edilmemesini ve İngiliz  yönetiminde bulunan bölgelerdeki Kürt aşiret reislerinden direnişe geçmelerini istemiştir. Bu mektupların bazıları İngiliz yetkililerince ele geçirilmiş ve bugün devlet arşivlerinde mevcuttur. Söz konusu kaynaklarda Türk yetkililerinin bölgede İngiliz  karşıtı bir direniş başlatmak için hummalı bir faaliyet içinde olduklarını, Kürtleri etkileyebilmek için de özellikle “Hıristiyan müdahalesine karşı Müslümanlar birleşin.” “Kürtler ve Türkler din kardeşidir”  şeklinde dini duygulara hitap eden etkili propaganda geliştirdikleri ve oldukçada başarılı oldukları da belirtilmektedir.
Ali’nin çalışmaları her ne kadar milliyetçi ve özgürlükçü hedeflere yönelik olsa da öz itibarıyla çağdaş, ulusal bir yapıya dönüşmekten uzak olmuştur. Kurulan siyasi ilişkiler, örgütlenme faaliyetleri, askeri etkinlikler tamamen aşiretsel yapıya dayanıyordu. Kaçınılmaz olarak aşiret ve aşiret önderliği ön plana çıkıyordu. Üstelik aşiretler arasında asırlar boyu devam eden kin ve husumet, ulusal bir bütünlüğün oluşmasına fırsat vermiyordu. I. Dünya savaşı süresince Havêrkanda göreceli bir barış ortamı yaratıldıysa da uzun vadeli olamadı. En ufak sorunlar hemen çatışmalara neden oluyordu. Nitekim ünlü Tınat Çatışması böyle bir nedenle patlak verdi;
Omeri Aşireti lideri Ehmedê Suleyman’ın baskısından kaçan Mele Osman adında birinin Ali’ye sığınmasıyla taraflar arasında gerginlik başladı. Omeri Aşiretine ait Tınat köyüne giren Ali güçleriyle Omeri ve Dekşuri güçleri arasında başlayan çatışmalara daha sonra devlet güçlerinin Dekşurilerin yanında yer almasıyla çatışmalar daha da şiddetlendi. Her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Kuşkusuz en büyük kayıbı yoksul Kürt insanı verdi. Bu çatışma ve sonrasında yaşanan acı olayların yöre insanının belleğinde bıraktığı derin izler bugün bile canlılığını korumaktadır. Kürt halk edebiyatının çok önemli ürünlerinden olan “stran”lar bu olayların en canlı tanıklarıdır. Yörede yıllardır dillerden düşmeyen onlarca strandan biri olan “Şerê Tınatê” da bunu çok net bir şekilde görebiliriz;

Şerê Tinatê
Hey lê dayê hey lê dayê hey lê dayê.
Dilê min de wayê.
Ehmed Axa xwe berda bajarê Nisêbînê.
Cem Qaîmmeqamê Nisêbînê.
Gotê Qaîmmeqamê Nisêbînê dilê min de wayê sed cara min wayê.
Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco sultanê
Hevêrka qaçax bû kete dunyayê.  
Li piştî qaçxbûna Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco debara min di cihê te da nayê.
Qaîmmeqamê Nisêbînê go Ehmed Axa tu rabe lez bike, bilezîne
Axawat û Muxtaran bîne mezbeta cê ke îmza lê bixîne emê vê mezbetê deyne walî Begê bajarê Midyatê.
Belê walîyê bajarê Midyatê têlefonê bidite bajarê Estembolê.
Belkî emê fermana Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco ji dergê Estembolê hilînin
Ehmed Axa lezê dikê dilezîne
 Axa û Muxtara di cemînê û mezbeta çê dikê mora lê dixînê.
Dane walî Begê bajarê Midyatê , waliyê bajarê Midyatê têlefon dabû bajarê Estembolê fermana Elîyê Betê bavê Ûsif  û Nezîr ferxê mala Haco ji dergê Estembolê li ba Sultanê Estembolê deranî.
Elîko lawo min digo memanî xweş memanî tiştê rebê alem li banê batî qelem li erdî Xwedê kes lê nezanî.
Li wê roja fermana Elîyê Betê bavê Ûsif û Nezîr ferxê mala Haco ji bajarê Istembolê deranî.
Hazar esker lawê dewletê bi topan û xîvet û çadira ve li dewra qesra Tinatê .
Li dora Elîyê Betê bavê Ûsif  û Nezîr ferxê mala Haco girtine û derê topa dane qesra Tinatê.
Elîkê Betê digo gelî xulama lez bikin bilezînin hewara Şim’ûnê Henê Heydê kakê Melkê bavê kurê ji min ra bînin
hewara Şemdînê Çolî ji min ra bînin
Îsayê Şeref ji minra bînin.
Lo lo lo Elîko lo lawo qesra Tinatê wa bi hejîr e.
Bejn û bala Elîyê Betê bavê Ûsif  û Nezîr ferxê mala Haco
Sultanê Hevêrka Xelefê mala Osman Paşa, bejna şala û şapika ye
 rextan û zincîra Axa fermana hukmetê li malê li eşîrê giran e.
Ji xêra Xwedê ra ne fermana Hukmetê ba
bila fermana sîhûsê (33)eşîrê kurda ba,
fermana eşîrê kurda bê ra û bê tekbî ye.
Bi telaqê jin berdanê li pişta kozik û çepera dê kêwa min lê digote
gurmêna dihol û zirna daweta her dû Axayê min Ûsif û Nezîr e.
Elîyê Betê go lawo Şim’ûn û qesra Tinatê bi dar û bî ye.
Fileho çavê te keta eskerê dewletê zirav te qetî ye.
Kerrbê li Şim’ûnê Henê Heydê da, go lo lawo Elîko qesra Tinatê bi simaq e.
Heçî kesê ji min û te ji talî ya şevê pêda destê xwe ne dê qevda xencerê hicrîmta bernede zabitê ser topê, jina xwe berdit bi sê telq e.
Û qesra Tinatê û dilê min bi xeber e.
Şdan û navmişûdê Şim’ûnê Henê Heydê kakê Melkê gelek hene.
Dest da qevda xencerê hicrîm berda bû eskerê dewletê ji taliya şevê pêda zabitê ser topê kuşt û da ber xenceran e.
Dilê min li xeber e û şadan û navimşûdê Mihemedê Êlo gelek hene.
Dest da qevda xencerê hicrîm berda bû eskerê dewletê ji taliya şevê pêda zabitê ser topê kuşt û da ber xencerae.
Şim’ûnê Henê Heydê bandikî lo lo Elîko lo lawo qesra Tinatê bilind e wa li herem e.
Dengê top û topxana dewleta Turka li ser serê Elî yê Betê bavé Ûsif û Nezîr lêda lem e lem e.
Axa roja koçka û dîwana tu li serê jorê rûniştî tu ji mala Osman paşay tu Axayî û ez xulamê te me.
Belê roj qesra Tinatê ew gava xulîna topan û teyaran li şwînê bomba hîngê roja mirinê
Axa bi xwedê tu celebî û wê rojê ez ribadê te me.

Yukarda belirtildiği gibi Ali’nin başlattığı hareket bir yönüyle geleneksel aşiret ilişkileriyle yoğrulmuş bir yapılanma arz ediyorsa da öteki yönüyle milliyetçi ve yurtsever bir içerik taşımaktadır.  Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası yaptığı çalışmalarda, kurduğu ilişkilerde bunu görmek mümkün. Havêrkan lideri, özgür Kürdistan uğruna en büyük rakipleriyle hatta can düşmanı sayılan aşiret liderleriyle görüşüp, birlik çağrısı yapmaktan geri kalmamıştır. Bu aşiret liderlerinden biri de ünlü Dekşuri lideri Izedin Ağa dır. Eski düşmanlıkları unutmak ve ulusal çıkarlar etrafında bir araya gelmek için birçok görüşme yapıldı. Ancak hep aşiretsel çıkarlar önplana çıkarıldığından bir sonuç alınamaz, birlik sağlanamamıştır. Büyük Ozan Seydayê Cigerxwîn “Hayat Hikâyem” adı verilen biyografyasında; anlaşmazlığın temelinde, liderlik konusu olduğunu, kurulacak Kürdistan’ın lideri kim olacak konusunda anlaşamadıklarını söylemektedir.
Yine de Ali’nin bu çabalarının sonucunda yörede birçok aşiretin desteği alınır. Bazı resmi kaynaklar da Ali’nin bölge halkını kandırmak için: “Ben İstanbul’daki Halifenin temsilcisiyim.” dediği belirtilmektedir. Bizce bu Havêrkan liderinin oldukça kıvrak bir zekâya sahip olduğunun göstergesidir. Güç bulmak, amaca ulaşmak için başvurulan akıllıca bir taktik… Nitekim hemen aynı tarihlerde Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal halkın desteğini almak için benzer bir taktiğe başvurarak; “Amacım, padişah ve hilafeti kurtarmaktır.” diyordu. Oysa aynı M. Kemal üç yıl sonra saltanata, beş yıl sonrada halifeliğe son vermiştir. Sadece bu topraklarda değil tarih boyunca hemen dünyanın her yerinde halkı etkilemek, üzerinde otorite kurmak için siyasilerin, devlet adamlarının başvurduğu bir yöntemdir dini duygu… Pek başarılı olamamışsa da Havêrkan liderinin de başvurduğu aynı yöntemdir. Ama Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekirse, bu konuda Türk siyasilerinin eline hiç kimse su dökemez. Öyle ki bu yöntemle Hem Kürt hem Türk halkını bin yıldır uyutmayı büyük bir beceriyle başarmışlardır.
Ali, yılların engin askeri deneyimine sahip Osmanlı ordularıyla boy ölçüşecek gücü bulamadıysa da yörenin bazı büyük aşiretlerinin desteğini alır. Artık zamanın geldiğine inanır ve harekete geçer. (11 Mayıs 1919) En yakın adamlarıyla (Ali’nin en sadık adamları Hiristiyan ve Yezidiler’dir. ) Midyat’tan yola çıkar. Önce Savur-Mardin istikametinde yürür. Bazı güçlerini de Nusaybin, Cizre yöresine yollar. Bu yörelerdeki birçok aşiret ona itaat eder ve destek sağlar. Aldığı bu desteğe de güvenerek Nusaybin şehir merkezine yürür. Şehri kontrol altına alır. Buradaki askeri birliklerin bir kısmı teslim alınır, geri kalanı şehri terk eder. Ceza evinin kapıları açılarak bütün tutukluları serbest bırakılır. Ali halk tarafından sevinç gösterileriyle karşılanır. Ünü daha da yayılır. Ancak yöredeki 5. Tümen’e bağlı askerler harekete geçer ve şehri kuşatırlar. Bunun üzerine Ali, Nusaybin’in bütün sivil ve askeri idarecilerini rehin alarak şehirden ayrılır. Yörenin dağlık kesimine çekilir. Bundan sonra amansız bir takip başlayacaktır. Devlet güçleri gerek silah gerekse de sayı bakımında kıyas kabul edilmez bir üstünlüğe sahipti. Havêrkan lideri gerilla taktikleriyle savaşı sürdürür. Sürekli geri çekilerek tekrar Midyat’a varır. 4. Haziran da Mıqrê denilen yerde Kürt tarihinde sık rastlanan bir olay gerçekleşir. Tarih yine tekerrür eder; daha önce Ali’ye itaat eden ya da tarafsız kalacağını bildiren birçok aşiret devlet güçleriyle birleşerek saldırıya geçer. (Şerê Mıqré)  Çember içine alınan Havêrkan güçleri büyük kayıplar pahasına çemberi yarmasını başarırlar. 5. Tümenin takibi devam etmişse de artık başarsızlığı anlaşılmıştı. Bunun üzerine bölgede bulunan 6. Piyade Alayı’na bağlı birlikler harekete geçirildi. Artık Havêrkanın dağı taşı asker kaynıyordu. Evet, tarih yine tekerrür ediyordu; Ali atası II. Haco gibi çarpışa çarpışa geri çekiliyordu. Güçleri giderek eriyordu ve yine en büyük darbeyi Kürtlerden yiyordu. Dekşuri, Omeri, Kosi, Hebizbini, Hesari vb. birçok Kürt Aşireti devlet güçleriyle birleşerek Ali ve bir avuç savaşçıyı Medah Köyü çevresinde çembere aldılar. Bu sefer kaçış yolu kalmamıştı. Havêrkanın Hiristtiyan, Yezidi, Müslüman savaşçıları bir bir düşüyordu. Derecikler oluşturan kanları göl olup bir birine karışıyordu. Ve son olarak Ali de düştü. Hayatının en zor anlarında yanında olan, onu yalnız bırakmayan yoldaşlarını, o da terk etmemişti. Ölümü onlarla kucaklamıştı. Ama halk vefalıdır. Sevdiklerinden kolay kolay vazgeçmiyor, kolay kolay öldürmüyor. Havêrkanlılar Ali’nin ölümüne inanmadılar; “O efsunludur, ona kurşun işlemez.” diyorlardı. Bunun üzerine Alay Komutanı Binbaşı Pehlivanzade Nuri Bey hem kazandığı zaferi kanıtlamak, hem de halka gözdağı vermek için, Ali’nin cesedini bir katıra yükleyerek Midyat sokaklarında gezdirip teşhir etti. Böylece hatasıyla, doğrusuyla, günahıyla, sevabıyla bir Kürt isyanı daha, yine Kürdün büyük! katkısıyla sona erdi. (18. Ağustos 1919) Ve Havêrkan yine karalar bağladı ama sevdiklerini öldürmedi… Onları yaktığı ağıtlarda, stranlar da, diloklarda yaşattı. Onları terk etmedi. Ali ve arkadaşlarının özellikle ünlü savaşçı, efsanevi Hiristiyan Şemunê Hanna Haydo’nun, Şemdinê Çoli’nin kahramanlıkları yörede dillere destan oldu. Onlarca stran’a konu oldu. Yörede onları tanımayan isimlerini işitmeyen yoktur desek kesinlikle mübalağa yapmış olmayız(Önümüzdeki sayılarımızda bu stıranlardan örnekler vermeye devam edeceğiz).
Ali’nin ölümünden sonra, aşiretin birliği bozuldu. Hevêrkan güçleri dağıldı ve yöre tamamen devlet denetimine girdi. Yeniden liderlik kavgaları başladı. Konfederasyonun bir kısmı III. Haco’yu lider kabul ederken, diğer bir kısmı aynı aileden yani Mala Osman’dan biri olan Çelebi’nin etrafında toplandı. Çok şey eskisi gibi değildi artık. Çok yönlü bir değişim süreci başlamıştı; bir kere yeni bir devlet kurulmuştu. Osmanlı Devletinin yerine, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyet hükümetleri dönemi başlamıştır. Artık yörede olduğu gibi bütün Kürdistan’da daha sıkı bir denetim vardır. Çok daha farklı politikalar gündemdedir. Çok daha farklı ve karmaşık sorunlar ortaya çıkmıştır. Bütün bunlara rağmen, Havêrkan’da iki şey uzun süre değişmedi: biri, geleneksel aşiretsel yapı ve aşiretler arası çatışmalar, diğeri de Kürdün özgürlük aşkıdır. Evet, Havêrkan’da bu ikili adeta ikiz kardeş gibidir. Son yıllara kadar bu böyle sürüp gitti. Ancak son dönemlerde değişen ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler ikizlerden birini, -aşiretsel yapı- iyice sarstı. Hatta büyük ölçüde yok etti diyebiliriz. Ama öteki yani Kürdün özgürlük aşkı hiç değişmedi.
Ali’den sonra da Mala Osman’ın, bu uğurdaki çabaları devam etmiştir.  Yeni kuşaklar atalarının yolunda yürüdüler. Işte bu yeni kuşağın en önemli üyelerden biri III. Haco dur(Bak. Mala Osman’ın kısmı soyağacı.) Ama onun hikâyesi başka bir yazı konusudur.

Dipnot : Bu yazı, Nezirê CİBO "Heverkan Sultanları-1" isimli kitabından alınmıştır.