“Kimliğim beni başka hiç kimseye benzemez yapan şeydir.”[1]
Herhangi bir kimlik kartınızın olmadığını hiç düşündünüz mü?
Kimliğinizin, doğduğunuz coğrafyada bir türlü yer bulamayışını?
Mesela komşularınıza göre bir başka türlüsünüz. Başka türlü diliniz, başka türlü eğlenceniz, başka türlü kültürünüz…
Öyle ki insanlar da size durmadan bunları anımsattırıyor.
Mesela kimlik kartınız olmadığı için okula gidemiyorsunuz.
Yaşıtlarınız karnelerini aldığı zaman siz karnelere bakıyorsunuz, içiniz acıyor. Kimlik-siz-liğinize için için acıyorsunuz, acıyor çocukluğunuz.
Belgesel 10 yaşındaki Levent ile başlıyor. İlk sahnede Levent kemençe çalıyor. Ardından Nusaybin sokaklarında otostop çekiyor. Yönetmen Halil Aygün bu belgeseli çekerek gözün ardında kalan bir kimliği sahneye koyuveriyor. Derken başlıyor hikâye…
“Neden kimliğin yok?” dediler. “Bilmiyorum” dedim.
O, okula gidemiyor, doktora gidemiyor. Çünkü kimliği yok ve neden kimliğinin olmadığını o da bilmiyor. Ama bildiği bir şey var; yaşıtları karnesini sorduğunda içi yanıyor.
Bir başka ‘Dom’un hikâyesine geçmeden önce 10 yaşındaki Levent’in sözleri, bakışları ve en son yutkunuşu ince ince işliyor zihninize:
“Biz Subaşı’na gidiyoruz, geziyoruz. Otostop çekiyoruz. Diyorlar ki, siz niye bu kadar çok geziyorsunuz? Durumumuz iyi olmadığı için geziyoruz, diyorum. Diyorlar ki hırsızlık yapıyorsunuz, bir daha Subaşı’na gelmeyin.”
Çingenelere benzer bir yaşam tarzları var ve çalgıcılıktan para kazanıyorlar. Ama Çingene değiller. Kürtçenin Kurmanci lehçesini konuşuyorlar ama bu kendilerine sorulduğunda bunun kendi dilleri olmadığını kendilerine has özel ve Kürtçeden farklı bir dilleri olduğunu söylüyorlar. Dağ, yayla, ova yaşamına alışık ‘Dom’lar, darbeden sonra zorlaşan hayat koşulları neticesinde zorla yerleşik hayata tabi tutulmuşlar. Göçebe yaşamına alışık Domlar, ortamlarından koparıldıktan sonra geçimlerini müzik yaparak sağlamaya başlamışlar. Onlara sorarsanız, ne Kürtler ne de Çingene. Onlar, kendilerini Dom olarak ifade ediyorlar. Bunu, etnik bir aidiyet olarak görüyorlar. Komşularına sorarsanız, onlar Mıtırpdır.
“…Hıristiyanların Paskalya bayramına gitmeye karar verdik. Biz arabayla giderken yolda arama vardı, askerler bizi çevirdi. Komutan, Siz kimsiniz, nereye gidiyorsunuz diye sordu. Geziciyiz dedik, anlamadı. Mıtırbız, dedik anlamadı. Aşığız dedik yine anlamadı. Komutan benim bildiğim aşık, birine gönül vermiş kimsedir, dedi. Siz Çingene misiniz, diye sorunca, hayır biz çingene değiliz dedik…”
‘Dom’lar, yani çalgıcılık yapan Kürtler(içinde eridikleri toplum anlamında) ya da Kürtçe konuşan mıtırplar, çadırlarda yaşayıp sürekli yer değiştirirlerdi. Özellikle 80′lerden sonra yerleşik hayata geçiyorlar. Yerleşik hayata geçtikten sonra geçimlerini “rıbap” yada “kemençe “ adını verdikleri çalgıyla sürdürmeye başlalar.
“…Aynı topluluğa ait olanlar “bizimkiler” olur, yazgılarına arka çıkmak istenir, ama onlara karşı zalimce davranmaktan da kaçınılmaz; “ılımlı” görülürlerse kınanır, yıldırılır, “hain” ya da “döneklikle” suçlanırlar. Ötekilere gelince, karşı kıyıdakilere gelince, kendimizi asla onların yerine koymaya çalışmayız, şu ya da bu sorunla ilgili olarak tamamen haksız olamayacaklarını kendimize sormaya hiç gelemeyiz, onların şikâyetleri, çektikleri acılar, kurbanı oldukları haksızlıklar karşısında yumuşamaktan kaçınırız. Sadece, çoğu zaman topluluğun en militan, en laf ebesi, en aşırı kesiminin bakış açısı olan “bizimkiler”in bakış açısı önemlidir.”[2]
Komşu kızını severse Dom delikanlılar, işleri zor. Çünkü yerli halk, ‘Dom’lara kız vermiyor. Dom delikanlıların para kazanabilecekleri tek iş rıbap yani kemençe çalmak. Bazen mağaralarda yaşıyorlar bazen de köylere gidiyorlar. Çoğu zaman köylerden kovuluyorlar. Şehir dışına çıkamıyorlar çünkü Türkçe bilmiyorlar.
Yönetmen Aygün, bizleri bu belgeseliyle güzel kemençe çalan, kimlik kartı olmadan yaşayan, ayakları topraktan kesik ve bir o kadar toprağa bağlı insanlarla tanıştırıyor. Bu insanlar, toplum ve devlet tarafından devletsiz, dilsiz varsayılışlarına tepkililer.
Genç yönetmen Aygün 22 dakikalık belgesel ile ‘Dom’ların kimlik sıkıntılarını, yaşama dertlerini, müziklerinin güzelliklerini, tanımlanmamış aidiyetsiz hürlüklerini rıbap sesiyle bir anda dünyamıza alıveriyor. Bu kısa filmde, yaşlı, çocuk, kadın, erkek derken toplam 7 farklı hikâyeyi görüyoruz.