Pages

1 Eylül 2011 Perşembe

0 Güneş Hasankeyf’e Doğar, Dicle’de Parlar

Güneş Hasankeyf’e Doğar, Dicle’de Parlar
Dicle Nehri’nin kenarında kurulan ve ilk insanlara ev sahipliği yapmış Hasankeyf, günümüzde bu tarihi heybetini tüm ihtişamıyla devam ettirmektedir.

Mezopotamya'nın kuzeyinde yer alan Hasankeyf dünyanın en eski yerleşimlerinden biridir. Uygarlığın beşiğini sarıp sarmalamış olan Dicle Nehri’nin kenarında kurulan ve ilk insanlara ev sahipliği yapmış Hasankeyf, günümüzde bu tarihi heybetini tüm ihtişamıyla devam ettirmektedir.
Batman–Midyat karayolunun ortasında bulunan bu iki merkeze de yaklaşık yarım saat mesafede bulunan Hasankeyf tarihin en eski antik şehirleri arasındadır. Uygarlığın merkezi ve doğa harikası olan Hasankeyf, Dicle Nehri’nin en sığ ve kolayca geçilebilen, derin, dar ve heybetli kanyonların yardığı iki dağ arasında tekparça bir ana kaya üzerinde kurulmuştur. Kalkerli yapısından dolayı burada kolayca yontulabilen mağaralar tarihin ilk insanlarına ev sahipliği yapmıştır.
Hasankeyf’e ilk yerleşimler üretim öncesi neolitik çağa dayanır. Bu ise takriben M.Ö.  10.000‘lere tekabül etmektedir. Hasankeyf’e ilk yerleşmeler olurken burada yaşayan insanlar hayatlarını avcılık ve toplayıcılıkla idame ettirirlerdi. Buzul devri bitince nehrin verdiği imkanlardan yararlanılarak tarım süreci başlamıştır. Arkeolojik kazılar sonucu meydana çıkarılan tahıl taneleri buranın  tarihin en eski tarım ve yerleşim alanlarından biri olduğunu kanıtlamaktadır.

Hasankeyf; Hurri, Mittani, Asur,Sümer, Akad, Urartu, Med, Pers, İskit, Babil, İskender,Roma,Bizans,Sasani İmparatorlukları ve İslam  devletleri hakimiyetinde  uzun soluklu bir tarih geçirmiştir.

Diğer taraftan isminin menşeii hakkında da bu çoklu hakimiyet evresinin etkileri kendisini hissettirir. Süryani kaynaklarında “Hesna Kepha” veya “Hesna de Kepha”, eski Ermenice’de “Kentzy” , ortaçağ İslâm kaynaklarında ise burası için yaygın olarak “Hısn Keyfa” ( كيفا حصن ) adının kullanıldığı görülür. “Hısn”( حصن ) kelimesi Arapça kökenli olup “kale” anlamına gelmektedir. “Keyfa”( كيفا ) kelimesinin ise “kaya” manasına gelen Süryanice kökenli “kifo”dan türediği tahmin edilmektedir. Dolayısıyla “Hısn Keyfa” Türkçe “kaya kale” anlamını taşımaktadır. Şehirdeki kalenin, yüz metre yüksekliğindeki yalçın ve yekpare bir kaya kütlesinin üzerine kurulması sebebiyle bu adı aldığı tahmin edilmektedir. Ayrıca  aşağıda  Şeref  Han ve Katip Çelebi’nin eserinde geçen hikaye bu anlamda ilgi çekicidir; Kalenin kurucusu ve hükümdarı yönetimi zamanında ,Arap ileri gelenlerinden Hasan adında bir kişiyi yakalayıp, kalenin hapishanesine atmıştı. Hapishane günleri uzayıp da Hasan helaka yüz tutunca ve kendisinden ne istendindiği öğrenemeyince hükümdara şu haberi gönderdi: “Ben artık helaka yüz tuttum; birkaç saatten başka ömrüm kalmadı, hükümdardan ricam bana ufak bir fırsat versin ,daha önce birlikte getirdiğim atıma bineyim ; bir saat at sırtında kalede dolaşıp  sahip olduğum atılganlığı ve at binmemdeki hünerimi hükümdarın gözleri önüne sereyim , ondan sonra ,hayatımı bağışlamak yada beni ortadan kaldırmak hususunda hükümdarın işaretine bağlı olacağım”. Bunun üzerine hükümdar onun bu isteğini ve arzusunun gerçekleştirilmesini olumlu karşılayarak atının hazırlanmasını emretti; at hazırlanınca binmesine izin verdi. Hasan hemen ,ansızın çakan bir şimşek gibi atın sırtına atladı  ve kalenin içinde koşarak hükümdarın dikkatini çekmeye başladı. Sonra ansızın atını sert bir şekilde mahmuzladı sıkıştırdı ve yüksekliği  150 mimar ziraından (100 m. kadar) fazla olan kalenin şerefesinden(burç) tehlikeli bir atlayışla Dicle nehrine atladı. Kalenin dibinden geçen Dicle sularının dalgaları arasına düştü. Fakat atın karnı parçalanınca Hasan yüzmeye başladı ve sonunda sahille ulaştı. Denilir ki; Hasan gözlerden kaybolduğu zaman sesler, “ Hasan keyf”(Hasan nasıl,Hasan ne yaptı) diye bağırmışlar. Böylece Hasankeyf isminin bu hikayeden geldiği söylenir. Ve o günden beri bu isim kullanılagelmiştir.


Hasankeyf’in değerli kılan unsurlar şüphesiz ki Artuklu, Eyyubi ve Akkoyunlu dönemlerine ait kültürel mimari değerlerin varlığıdır. Kümbetlerin emsalsizlerinden olan, Zeynel Bey Türbesi   bölgede sırlı tuğlanın kullanıldığı ilk yapı olma özelliği taşır.  Türbenin mimari yapısı da bölge için yenidir. Timur İmparatorluğu'nun başkenti olan Semerkant’a doğmuş olan bu tarz, İran'ı aşarak buralara kadar uzanmıştır. Hasankeyf'in doğusuna ya da batısına yapılacak bir yolculuk bu tür yapıların 15. yüzyılda İstanbul'a kadar uzandığını gösteriyor. Yetenekli zanaatkarların bu dönemde doğudan İran'dan Anadolu'ya doğru yolculuklar yaptıkları, eserler ürettikleri biliniyor. Bu ilişkileri anlamak ve analiz etmek, kayıp unutulmuş kültürel bağlantıların yeniden keşfedilmesi adına çok önemli adımlardır. Hasankeyf köprüsü 40 metrelik orta kemeriyle ünlüdür. Köprünün kalıntıları tasarımının incelikli detayları hakkında fikirler vermektedir. Büyük nehirler üzerine tek açıklıklı köprü yapma geleneği, 16. yüzyılın ortalarında Bosna'da Mostar Köprüsü'nün inşasında da tekrarlandı. En önemli eserlerinden birkaçı ise el-Rızk Camii, Kızlar Camii(Türbesi)  ,Sultan Süleyman Camii’dir. Şehre hayat veren ise dört bir yanını saran yaklaşık iki bin civarında mağaranın varlığı ve bilhassa kaleye çıkmak için kendini misafirlere amede eden  taşlı merdiven yollarıdır. Bu yollar ki içinden  geçerken Dicle size bütün parlaklığıyla  göz kırpar  anımsatır sizlere tekrardan tarihin mazisini.



Bibliografya

BAŞGELEN,Nezih ,Hasankeyf ve Dicle Vadisi,  2006

HASPOLAT Evren, Hasankeyf Tarihi; Tarihi Eserleri,Yasal Konumu ve Geleceği

MIYNAT,Ali, Bir Ortaçağ Kenti Hasankeyf, Yüksek Lisans Tezi, Muğla 2008

ŞEREF HAN, Şerefname,( Farsçadan Çev.Mehmet Emin Bozarslan), İstanbul 1990.

YURTTAŞ,Hüseyin, Hasankeyf Yapılarının Sanat Tarihimizdeki Yeri, Doktora Tezi Erzurum 1991

ZENGİN, Burhan,Hasankeyf Tarihi ve Tarihi Eserleri,Ankara 2004

www.hasankeyf.gov.tr

0 yorum: