“Benim oturduğum mahallenin yolları çamurluydu, boyalı ayakkabı giysem bile, o yollardan geçtikten sonra çamurlanmamaları mümkün değildi. Hayatım da böyle..”
Yirmiyedi yıl önce bir sonbahar gecesi, Adana’nın Yumurtalık ilçesinde bir tabancanın tetiğine basıldı. Tetiğe basan; onu tutuklatan savcının bile, “O lümpen değil, bir centilmendi.” dediği, Türk sinemasının Çirkin Kral’ı Yılmaz Güney’di.
Yılmaz Güney, 5 Eylül 1974 Perşembe günü ekibiyle birlikte senaryosunu yazıp başrolünü üstlendiği, pamuk işçilerinin yaşamlarını ve sorunlarını anlatacak “Endişe” filmini çekmek üzere Adana’nın Yumurtalık ilçesine gider. Filmde çalışanlar için, sahnelerin bazılarının çekildiği yerlere yakın diye Sait Erbaş ile Ali Orhan’ın deniz kenarında işlettiği, üstü otel, altı lokanta olan Belediye Plaj Moteli’nde bir süre kalmak üzere anlaşma yapılır.
Film çekiminden döndükten sonra Yılmaz Güney; arkadaşları, tanıdıkları ve film çalışanlarından bazıları, 13 Eylül 1974 Cuma akşamı lokantaya giderek yemek yiyip, sohbet etmeye başladılar. Yılmaz Güney; yanında karısı Fatma Pütün, Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur, öğretmen Murteza Timur, Ali Özgentürk, Şerif Gören ile aynı masada oturmaktaydı. Motel deniz kenarında olduğundan tatil için ya da yemek yemek için gelenler de vardı. Yumurtalık ilçesi hakimi Sefa Mutlu ve karısı Nuran Mutlu da misafirleriyle birlikte yan masada yemek yiyenler arasındaydı. Yılmaz Güney ve arkadaşları arasında yapılan sohbet sırasında filmin seslendirilmesi için teybe yeniden silah sesi alınması konuşuluyordu.
Çünkü Türk Sineması’nda ilk defa bir film sesli çekilmekteydi. Bir süre sonra Hakim Sefa Mutlu ile Yılmaz Güney arasında sataşmalar başlar. 14’lü tabancanın namlusundan çıkan tek kurşun; Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’nun yaşamına son verirken, Çirkin Kral’ı da savunmasındaki yanlışlıklar yüzünden cezasının gereksiz yere artmasıyla cezaevine gönderir. Böylece mutsuz ve acı dolu günler başlar.
19 Yıl Hapis Cezası
13 Temmuz 1976 Salı günü Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinde kurulu mahkeme heyeti Yılmaz Güney’in TCK’nın 448. maddesi ile 6136 sayılı kanunun 13. maddesine göre 19 yıl hapse mahkum edilmesi kararını verir.
Yumurtalık olayı… Yılmaz Güney’in kişisel yaşamı için değil, Türk sineması, Türk toplumu ve daha da ötesinde dünya sineması için acı, kara, istenmeyen bir gün ve bir durum, bir büyük sanatçının üzerine inen uğursuz bir lanet… Hiç yoktan içkinin, alkolün, geleneksel kabadayılığın, korunması gerektiği düşünülen onurun, uyulması gerektiği savunulan feodal davranışların neden olduğu korkunç bir olay… Vurulup giden bir hakim ve yeniden hapse düşen, en verimli çağında yaratma eyleminden uzak bırakılan büyük bir yetenek…Bunların üzerine eklenen savunma hataları... Ve normalde almaması gereken 19 yıl ağır hapis cezası... İşte “Yılmaz Güney ve Yumurtalık Olayı”; üzerine hiçbir yorum eklemeden, yaşayanların gözünden bir yaşam öyküsü.
Mehmet Uyarhas
(Tekel Bayii)
Yılmaz Güney ve ekibi, Abdülrezzak Ağa’nın çiftliğinde çekim yapıyor, motelde dinleniyor ve yatıyordu... Ben de tekel bayisi çalıştırıyordum... O zamanlar moteli Antepli Sait Ağa çalıştırıyordu… Bir gün Yılmaz Güney’in oğlu bir çocuğa taş atmıştı. Oda oğluna “Oğlum insanları hor görme sevmeye çalış.” diye öğüt vermişti.
Pamuk zamanı şarktan gelen amelelerin zorluklarını dile getirmek için film yapıyordu... Biz o zamanlar bir günde 5-10 rakı satamazken 300 tane rakı satardık, Yılmaz Güney’i görmeye gelenlere... 40-50 Tane Rakı Al Gel
Olayın olduğu gün Sait Ağa bana telefon açtı, “Mehmet araba bulursan 40-50 tane rakı al gel.” dedi, ben de bulup gittim. Yılmaz Güney’in masasında kalabalık bir grup vardı. Yılmaz Güney, filmde rol alanlarla yakın dostlarına yemek veriyordu. Yanında dönemin Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur, eşi Fatoş, oğlu Yılmaz da vardı. Ben gazino işletmecisinin yanında oturuyordum. Laf döndü dolaştı film çalışmalarına geldi. O sırada hakim, karısı bir de savcının kardeşi o kadar masa dururken köşe başında Yılmaz Güney’in yanına oturdu...
Antepli Viski Gönder
Savcı; “Antepli viski gönder!” dedi.” Lan Antepli fıstık gönder!” dedi hakim... Bir ara Güney, masada oturanlara; “Film setinde tabancanın sesi iyi kaydedilmemiş. Burada ateş etsem iyi çıkar mı acaba?” diye sordu. Yanında oturan Ege Bagatur, “Gözünü seveyim Yılmaz, yapma. Ufak bir yer burası beni buradaki memurlarla yüz göz etme, gel Adana’da istersen roket at. Ama beni burada zor duruma düşürme.” diyerek engel olmaya çalıştı.
O Çirkin Kralsa
Ben de Yumurtalık Kralıyım
Hakimin yanındaki kardeşi; ”Çirkin Kral silah sıkacak!” diye seslendi. Hakim ayağa kalktı; “O Çirkin Kralsa ben de Yumurtalık kralıyım, silah sıkarsa tutuklarız” dedi. Hakimin çok alkol aldığı davranışlarından belli oluyordu. Aynı anda Yılmaz Güney art arda havaya üç el ateş etti.” Gel lan! Tutukla.” diye karşılık verdi. Hakim bu duruma çok sinirlendi ve Güney’in yanına gelip küfür etti. Bu arada gazino işletmecisi ve çalışanları araya girip Hakim Mutlu’yu gazinodan çıkarıp sahile indirdiler. Hakim giderken; ”Silah sıkan adamın avradını... yaparım!” diye küfür ediyordu... Yaklaşık 150 metre uzaklaştırdılar. Yılmaz Güney ise çok sinirlenmiş tir tir titriyordu.
Ortalık tam yatıştı derken Sefa Mutlu koşarak geldi ve demir sandalyeyi kaptığı gibi Yılmaz Güney’e doğru savurdu. Aynı anda da Yılmaz Güney elindeki tabancasını Sefa Mutlu’ya doğrultup, tetiğe bastı. Tek bir mermi sıktı. Göz bebeğinden girdi, arkadan çıktı. Hakim alnından vurulup, yere yığılmıştı… Gidebilirdi, kaçabilirdi, kaçmadı...
Suçlu Alkol
“Yılmaz Güney, sol sağ davasına mı vurdu?” diye sordular gazeteciler. Ben; ”Suçlu alkol” dedim... Keşke Yılmaz Güney de Sefa Mutlu da bu kadar alkol almamış olsaydılar. İkisine de yazık oldu.
O zaman buralarda emniyet yoktu, jandarma bakıyordu... Kaçmadı vurduktan sonra... Kahve de çalıştırıyordum o zamanlar... Diyarbakır, Ankara, İstanbul, Erzurum’dan insanlar geldi buralara... 400 tane öğrenci okutuyormuş üniversitede... 3 gün insanlar emniyetin çevresinde beklediler... Gelmiş geçmiş en iyi sinema sanatçılarındandı... Ülkemizi dünyaya tanıtanların başında geliyordu...
Hüseyin Erden
(Yumurtalıkta Gazino İşletmecisi)
O zamanlar bizim sinemamız vardı sinema oynatıyorduk… O gün plajdan çağırıyorlar babamı, ben de 16 -17 yaşlarındaydım,” Sen git!” dedi. İşçiler, set çalışanları oturuyordu... Koyunlar kesilmiş, yemekler yenmiş, herkesi buyur etmişti... Üç el ateş etmek için jandarmadan izin almış, masanın üzerinde de kayıt cihazı vardı. Merdivenlerden yalpalayarak hakim, hanımı, kızı, kardeşi, çıktı; “Ateş edemezsin” dedi. Götürdüler tekrar geldi, bir şeyler söylemiş Yılmaz Güney’e , ben yakında değildim. Doğru adamları ifadeye götürmediler... İftira atarak aleyhte ifade verdiler... Yılmaz Güney isteseydi 4 saat burada jandarmayı beklemezdi. Antakya kapısı 2 saat uzaklıktaydı, istese kaçardı…Şimdi o iyi dünyada... Yumurtalık olarak Yılmaz Güney’i çok seviyorduk...
Muarrem Kılıç
(Kasap Cici)
Ben kendisini sinemalarından biliyordum, hayranıydım... Kirvesi olan çiftlik sahibi Mehmet Eken, benim için; “Hayranın var, gelecek.” demiş. İş bitmişti, akşam üzeriydi, oturuyorlardı, beni görür görmez ayağa kalktı... Bana; “Ne içersin?” dedi, ben de “Sizi gördüm içmiş gibi oldum” dedim...
Sinemacı Hüseyin; “Yılmaz Abi, televizyon çıktı Türk Sineması öldü.” dedi. O da “Esas şimdi belli eder herkes kendi gücünü.” diye karşılık verdi. İlk defa sesli film yapacağım. Pamuk toplayan işçiler ve silahın mermileri gerçek olacak.” diye devam etti...
Olayın olduğu gün ben uzaktaydım. Silah sesi duydum film çekiyorlar sandım, sahile indik baktık hakim yerde, bu kadar insan vardı da nasıl oldu ayırmadılar!..Herkes tuvaletteydim diyor...
Filmde çekeceği silah sahnesini baştan yapacakmış, bunu duyan hakim sinirlenmiş... Ayırmışlar, sonra hakim elinde demirden sandalyeyle geri gelmiş... Vurmaya çalışınca o da silahı sıkmış, karısına sarkıntılık lafı dönüyor çok mantıksız yok böyle bir şey... Ben mahkemede de söyledim bunları...
Hapishaneye yemek götürdüm , tava yaptım kendisine; canı istemiyor ki, Kasap Cici’den başka kimsenin yemeğini yemem demiş... Ben mahkemeye Ankara’ya gittiğimde orada “Yılmaz’a özgürlük!” diye bağırıyorlardı, çok kalabalıktı...
Yücel Kumburlu
(Babanın Yeri Balık Lokantası)
Yılmaz Güney, Türkiye’de sesli olarak çekilen ilk film olan “Endişe”nin çekimlerine Yumurtalık’ta başladı. 13 yaşlarındaydım ben o zaman… Ekibin yarısı Yumurtalık’taki Plaj Moteli’ne yerleşti. Motel şu anki BTC Otelin karşısındaydı. Sabahları çekime gider öğleden sonra gelirdi, alkol de alırdı, masasında rakı kadehi olurdu. Kır sakallı, kır saçlı birisiydi... Olayla ilgili benim duyduğum; Sefa Mutlu, Yılmaz Güney’in karısı Fatoş Hanım’a sözlü tacizde bulunmuş...
O olaylardan sonra, lacivert bir Mercedesi vardı unutmam, arabaya bindi önümden geçti jandarmaya gitti teslim oldu...
Ben ses kaydı çekiminden dolayı olduğunu düşünmüyorum, çekim için insan cana kıyar mı?
Buranın kralı benim sözleri de geçiyor tabi aralarında... Yeğeni Abdullah Pütün ile birlikte biz biriketin üstünde oturuyorduk. Hiç unutmam zayıf uzun boyluydu, siyah şalvar giymişti, üzerinde sarı bir gömlek vardı... Kalktı karakola girdi: “Ben öldürdüm.” dedi.
Yılmaz Güney’in çok hayranı vardı, burayı çok sevmişti, bence bu olay olmasaydı; Bodrum’u, Antalya’yı sollardı burası...Sevgi, saygı vardı insanlara…
Burada iki ay kadar kaldılar. Oradakilerden hangisinin eline silahı verse “Ben vurdum!” derdi... Bu olay kendini bir Yılmaz Güney daha yaptı...
Avukat Yalçın Öğütcan
(Dönemin Yumurtalık Savcı Yardımcısı)
1974 yılında Adana’da hakimlik stajını tamamladıktan sonra Adalet Bakanlığı tarafından Yumurtalık Cumhuriyet Savcı yardımcılığında görevlendirildim. O tarihte Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’ydu. Akşamları yegane bir yer olan Plaj Gazinosunda yemek yiyorduk... Gaziantepli birileri işletiyordu, sahil kenarında bir gazinoydu, moteldi aynı zamanda...
Bu arada Yılmaz Güney ekibiyle beraber “Endişe” filmini çekmeye gelmiş.Ekip olarak gidip plaj gazinosunda uzun masa etrafında toplanıyorlardı. Yılmaz Güney çok hürmetkar bir insandı. Adanalı olmam itibariyle bana iltifatta bulunurdu, sonra arkadaş olduk... Bana “hemşerim” diye hitap ederdi...
O tarihte daha çok merkez sağ görüşlerde birisi olmama rağmen benimle oturup konuşmaktan çok hoşlanırdı. Diyaloğumuz ilerledi tabi... Çeşitli kişiler geliyordu Adana’dan; Ege Bagatur da Belediye Başkanıydı o tarihte, onlarla beraber masada oturup sohbet ediyordu, çok sevecendi, insanlara ayrı bir önem veriyordu... Belki Ben Olsam Olay Olmazdı
Olay günü... Ben Ceyhan’daydım. Tüccar Kulübü’ne uğrayıp dönerim dedim, eğer oraya gitmeseydim ben de olay yerinde olacaktım... Belki de müdahalem olabilirdi; böyle bir olay olmayabilirdi. Çünkü hakim de benim meslektaşımdı. Yılmaz Güney o tarihin en popüler sanat adamı.
Cumartesi akşamıydı, ekip yine oturuyormuş; Yılmaz Güney: “Filmde biz kurşun sesini aldık ama yeterli değil” deyip, elindeki tabancayı “İşte böyle ses çıkmalı” diyerek denize doğru ateşlemiş. O zaman Sefa Mutlu ayağa kalkıp; “Kim bu adam? Savcı yok ben yetkiliyim.” diyerek Yılmaz Güney’in üzerine yürüyor, alkol de var tabi...
Sözlü ve Fiili Sataşma Var
Adli vaka olarak elinde bir silahla kayıtlara geçiyor. Hakim de elinde sandalye ile üzerine yürüyor önce... Tabi sözlü sataşma da var; “Buranın kralı sen mi, ben mi?” hesabı, bunlar adli vaka sonucunda ortaya çıkan durumlar...
Eşi ile ilgili sözlü sataşmalar denildi ama böyle bir şey yok. Elinde, kolunda sıyrık vardı Yılmaz Güney’in. Yılmaz Güney’in ilk savunmasına; “Tek silah patlıyor, mermi hakimin başına isabet ediyor.” olarak geçiyor.
O sırada ben geldim, herkes kaçışıyordu, ben gelene kadar hadise olmuştu. Kimin vurduğuna mı bakacaksın; meslektaşa mı bakacaksın. Ben önce onu sağlık kuruluşuna ulaştırma derdine düştüm, hakime sarılıp kucağıma aldım taksiye bindim, “Yılmaz Güney’i gözaltına alın geliyorum.” dedim. Adana Numune Hastanesine ben getirdim kucağımda.... O tarihte Baş Savcı Alp Tekin Özhan’dı. Ben hemen aradım, geldi beni gördü hakim ameliyata alındı. “Sen eve git üzerini değiştir Yumurtalık’a geri dön” dedi...
Ben Yapmadım
Yılmaz Güney, Fatoş Güney hepsi karakolda oturuyordu. Tabi birbirimizi gördük ve baktık; her zaman konuştuğumuz, dost olduğumuz arkadaşlarımız... Ünlü insanla sohbet etmekten ben de çok mutluydum, bakıştık, bana; “Ben hümanist bir insanım ben yapmadım.” dedi. Ben bir şey söylemedim, gecenin geç saatlerine kadar telefon trafiği oldu.
Hakimler kanununda şöyle bir madde var; hakimlerden birisi ölür ise bununla ilgili Cumhuriyet Savcısı karar verebilir. Yardımcılarından birisi değil... İl savcılarından biri soruşturmayı yapar. Ben sadece emniyet tedbirlerini aldım.
Aranacak kişi yok, bunu bildirdim, bekle dediler. Cengiz Ataç adında bir Cumhuriyet Savcısı atandı ben de yardımcısıydım...
Ben Yaptım
Odada otururken, içeriye birisi girdi elinde de bir silah: “Yumurtalık’ta akşam cinayeti işleyen bendim, silahı da teslim ediyorum, ben Abdullah Pütün’üm. Hakimi ben vurdum, hakaret etti.” dedi. Tabi hemen gözaltına alındı masa düzeni hazırlandı, kimler oturuyorsa tespit edildi, hepsi tek tek dinlendi. Zabıtlara geçerek dinlendi, bu aşamadan sonra Abdullah Pütün ile olay yerine gidildi, Abdullah Pütün’e; “Nerede oturuyordun?” denildi; oturduğu yeri bulamadı. Gösterdi bir yer ama başka bir yerdi... Bu arada bir çok tanık, Adana’dan olanlar, “Ben o sırada tuvaletteydim.” dedi...
Abdullah Pütün’ün hakimi ben vurdum demesi, soruşturmayı değiştirdi... Yılmaz Güney savunmanın başında; “Elimde silah vardı, hakim geldi, sandalye ile vurdu elime, istem dışı karşımdakini vurdum.” tarzında ifade verseydi, bu savunma şeklini tercih etseydi daha farklı bir sonuç çıkardı. Ama hadisede hiç olmadığını, Abdullah Pütün’ün vurduğunu iddia ettikleri için kötü oldu...
Ben götürdüm ağır cezaya, Yılmaz Güney’in dosyasını...
Yılmaz Güney çok üzgündü tabi ki; insancıl birisiydi, bu neticeyi istemedi. O da “Bu yaşanmamalıydı!” diyordu...
Yanlış Savunma
Yanlış yönlendirme oldu, Abdullah Pütün’ün yanıltma suçunu işlediği, Yılmaz Güney’in de suçun faali olduğu iddianamade işlendi...
Bana göre yanlış savunma stratejisinden dolayı o dönemdeki en üst ceza verildi...Kader bizi orada savcı yaptı...
Olayın meydana geliş şekli ve tanık ifadelerinin anlatımlarına bakıldığında; Yılmaz Güney’in eyleminin “kasten adam öldürmek” değil “kastın aşılması sonucu adam öldürmek” suçunun oluştuğu ihtimali ağırlık kazanmaktadır. Ve bu suçun cezası o döneme göre sadece 8 senedir. Bunun için, çeşitli senaryolar üretmek yerine, Yılmaz Güney’in cinayeti itiraf etmesini sağlayarak; eylemin tahrik sonucu oluştuğu ve öldürmeye yönelik bir kasta dayanmadığına ilişkin savunmasıyla yasanın kendisine sağlayacağı her türlü indirimden yaralanması mümkündü. Oysa, mahkemeyi yanıltmayı yeğleyen savunma, haksız tahriklerden de, ceza indiriminden de yeteri kadar yararlanılmasını engellemişti. Böylece yapılan bu yanlışlıklar Yılmaz Güney’in hayatını trajediye dönüştüren bir çok olayın başlangıcını da oluşturmuştur.