Giriş: 1900′lerin başında ulus tanımı üzerine yapılan tartışmalarda önemli taraflardan biri olan Yahudi kökenli yazar Otto Bauer, “ulus kolektif hafızadır”, demişti. Elbette ki bu tanım tek başına ulusu tanımlamak için yeterli değildir, fakat önemli bir belirleme olduğuna katılıyorum.
Ulusların kolektif bir hafızaya sahip oldukları doğrudur. Her ulusun fertlerinin birlikte acı duydukları, tasalandıkları ve birlikte sevindikleri hafızalarında yer edindikleri tarihi olaylar vardır. Bir topluluğun ulus sayılabilmesinde bu ortak ruhsal durumun çok önemli bir yeri vardır. Kürt halkı için bu tür olaylar son derece önemlidir. Örneğin 1925 halk hareketi, Ağrı hareketi, Dersim hareketi, Mahabad Kürt Cumhuriyeti bu tür olaylardandırlar. Bu olaylar gündeme geldiğinde yüreği burkulmayan Kürt hemen hemen yok gibidir. Bu ruhsal durum insanların ideolojik tercihlerinden bağımsızdır. İşte kolektif hafıza denen şey bu olsa gerek.
Kürdistan’ın diğer parçaları üzerine bu konuda fazla bir şey söyleyebilecek durumda değilim. Ancak devletin ideolojik aygıtlarının ve Türk sol hareketinin de ideolojik hâkimiyetinden dolayı kuzeydeki Kürt hareketi bu tarihi hafıza konusunda oldukça zayıf bir konumda idi. 1980 cuntasından sonra önemli sayıda Kürt siyasi kadrosunun ve aydınının önce Ortadoğu’ya, oradan da Avrupa’ya gitmesi Kürt aydınlanma hareketinde yeni bir süreci başlattı. Ortadoğu’ya ve özelikle Suriye’ye giden Kürt aydınları burada birinci kuşak Kürt milliyetçisi olan (Buradaki milliyetçi kavramı Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele edenler için kullanılıyor) ve 20. yüzyıldaki bütün Kürdistan’ın özgürlüğü hareketinde aktif yer almış Kürtlerin (Badırxaniler, Cemilpaşazadeler, Memduh Selim, Nuri Dersimi vs) izlerine rastladılar. Bu aydın- araştırmacılar Avrupa’da çalışmalarını sürdürdüler. Bu çalışmaların sonucu 1990’lı yıllardan sonra yakın dönem Kürdistan tarihi ve Kürt hareketleri konusunda oldukça ciddi çalışmalar yayınlandı. Bu yayınların sonucu birçok Türk araştırmacı da 20. yüzyıldaki Kürt hareketleri konusunda objektif değerlendirmeler yapmak zorunda kaldı. Deyim yerinde ise devlet bu alanda yenildi. Artık devletin resmi sözcüleri dahi Kürt hareketleri hakkında temkinli konuşmak zorunda kaldılar.
Fakat ne yazık ki son yıllarda içinde Kürt aktüerlerin yer aldığı bir program ile tekrar 20. yüzyıldaki Kürt hareketlerine saldırılmaya başlandı. Tekrar Cumhuriyetin ve Kemalizm’in kutsandığı, Kürt hareketlerinin ilerici cumhuriyete karşı gerici hareketler, cumhuriyete henüz alışmamış ve eski rejimi arayanların hareketleri olarak niteleyen 80 yıllık devletin tezleri piyasaya sürülüyor. Bu program ile Kürt ulusunun kolektif hafızasına saldırılıyor, Kürtlerin beyni esir alınıp tarih bilinci yok edilmek isteniyor. Elbet bu program karşısında Kürt araştırmacıların yapmaları gerekenler vardır.
Biz burada uzun uzun Kürdistan tarihini anlatmak istemiyoruz. Kürdistan tarihi bugüne kadar daha çok kronolojik olarak yazıldı. Ne yazık ki Kürtlerden yetkin, bilimsel formasyona sahip tarih felsefecileri yetişmedi. Bu alan henüz bakirdir ve uzmanlarını bekliyor. Bu konuda birkaç şey söyleyip asıl konuma geçmek istiyorum.
Bilindiği gibi, 15. yüzyılda İdris Bitlisi’nin arabuluculuğu ile Kürt Mirleri ve Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim arasında bir antlaşma yapıldı. Kürt hareketi son döneme kadar bundan dolayı İdris Bitlisi’yi hain olarak niteliyordu. Ancak son yıllarda bu anlayışta bazı değişiklikler olduğu gözleniyor. Kanımca İdris Bitlisi’yi hain olarak değerlendirmek olaya fazlaca kaba yaklaşmanın bir sonucudur. Olguları kendi somut tarihsel koşulları içinde değerlendirmeyip, bugün bulunduğumuz yerden ele alınca bütün yönleri ile kavramak mümkün olamaz.
Sözünü ettiğimiz bu antlaşmadan sonra Kürdistan Mirleri otonom bir statüye kavuştular ve bu durum 18. yüzyıla kadar sürdü. Avrupa´da Buharlı makinanın icadı ile sanayileşme dönemi başladı. Sanayi ve ticaretin gelişimi ile Burjuvazi denen yeni bir sınıf ortaya çıktı. Bu sınıf feodallerin ayrıcalıklarına son vermek, serbest dolaşım, serbest ticaret, kölelerin özgürleşmesi gibi, vatandaşların kanun önünde eşitliği ve daha başka şiarları ile halkı da arkasına alarak tarihte Fransız devrimi denen o büyük kalkışmayı gerçekleştirdi. Böylece eşitlik, özgürlük ve kardeşlik şiarları Fransa’dan bütün dünyaya yayıldı. Ayrıca ve en önemlisi de bu sınıf feodal bölünmüşlüğü gelişmesinin önünde bir engel olarak gördüğü için bu bölünmüşlüğü ortadan kaldıracak merkezi devletler (Ulus-Devlet) kurdu. Avrupa’daki Ulus-Devletlerin çoğu bir prensin diğer prensliklere boyun eğdirerek kendi boyunduruğu etrafında birleştirmesi ile kuruldular.
Osmanlı İmparatorluğu bu gelişmeye ayak uyduramadı. Uluslaşma prosesinin etkisi ile Osmanlının boyunduruğunda olan birçok balkan halkı (Yunanlılar, Bulgarlar) ve Araplar imparatorluğa baş kaldırıp kendi devletlerini kurdular. Osmanlı devleti bir taraftan toprak kaybının getirdiği korku diğer tarafından merkezileşme ihtiyacı duyması ve Avrupa da başlayan sanayileşmeye ayak uydurabilmesi için ihtiyacı olan sermayeyi sağlamak nedeni ile Kürdistan Mirlerinin otonom yapılarını ortadan kaldırmaya ve Kürdistan’ı direkt kontrol etme politikalarına yöneldi. Babı-Ali hem Kürdistan’dan topladığı vergiyi (haracı) artırdı hem de Kürtlerden Osmanlı ordusuna daha fazla asker vermeleri talebinde bulunmaya başladı.
Dünyada esen Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik şiarlarından ve de uluslaşma prosesinden Kürtlerin etkilenmemsi mümkün değildi. Bir taraftan Osmanlı’nın baskısı, diğer taraftan uluslaşma prosesinin etkisi ile Kürt Mirleri de Avrupa’daki prensler gibi kendi devletlerini kurma girişiminde bulundular. Kürdologlar ilk Kürt Ulusal hareketi olarak 1906 yılındaki Abdurrahman Paşa kalkışmasına işaret ediyorlar. Bu hareket bir Mir’in önderliğinde dir. Mirlerin önderliğindeki en son Kürt ulusal hareketi Cızira Botan Miri Bedirxan Paşa önderliğindeki harekettir. Bilindiği gibi Bedirxan Paşa diğer aşiretler ve diğer Mirler ile ittifak kurup kendi önderliğinde bir Kürt devleti kurmak amacı ile harekete geçiyor. Batılı devletlerin de yardımı ile Osmanlı İmparatorluğu bu hareketi eziyor. Osmanlı ordusunun danışmanı Alman general Moltke, hareketi ve bastırılmasından sonra Osmanlı ordusunun yaptığı katliamı mektuplarında detaylı olarak anlatıyor. Bedirxan Paşa yenilgiden sonra sırası ile İstanbul, Girit ve Şam’da zorunlu ikamete tabi tutuldu. Bu yenilgi ile birlikte Kürdistan’da Mir’lerin hakimiyeti son buldu.
Bundan sonraki ulusal hareketlerde belli bir süre önder olarak şeyhleri görüyoruz. Kürdistan’da Mir’lerden boşalan otorite boşluğunu Osmanlı devletinin memurlarından çok, şeyhler dolduruyorlar. Şeyhler Mir’lere nazaran daha avantajlıdırlar. Mirlerin otoriteleri beli bir coğrafik alan ile sınırlı idi, oysa şeyhler aşiretler üstü bir kuvvet olarak daha geniş bir alanda otorite sahibi olabiliyordular. Şeyhler Kürdistan’ı sürekli dolaştıkları için daha iyi tanıyorlar ve halk ile daha sık ilişkiler kurabiliyorlar. Bu dönemdeki şeyhler ve aşiret önderleri arasındaki ilişkiler ayrı bir yazının konusu olabilir. Tarikatların ve özelikle Nakşibendi tarikatının Kürdistan’da çok yaygın bir etkinliğe sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Zaten Nakşibendi tarikatının kurucusu da Mevlana Halid-i Kurdî isimli bir Kürttür. Şeyhlerin önderliğindeki ilk ulusal hareket Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğindeki kalkışmadır. Bu hareket ile Kürtler ilk defa Kürdistan’ın iki parçasında ve iki düşman devlete karşı direniyorlar. Şeyh Ubeydulah o zaman İngilizlere gönderdiği bir mektupta hem millet tarifi yapıyor, hem de Kürt milletinin istemlerini dile getiriyor. Burada dikkat çekici olan Ubeydulah’ın o zaman sosyolog Durkheim’in millet tarifine benzer bir tarifi yapmasıdır. Şeyh Ubeydulah’ın önderliğindeki hareketin yenilgisinden sonra Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor.
Daha sonraki dönemde Abdulhamit ince bir politika ile İstanbul’da aşiret mektepleri açıyor ve Feodallerin çocuklarını bu okullarda topluyor. Abdulhamit’ in bu politika ile istediği sonuca tam olarak ulaştığı söylenemez. Çünkü bu okullarda okuyan birçok Kürt dünyada esen uluslaşma rüzgârının etkisi ile Kürt ulusalcısı olarak karşımıza çıkıyor. İkinci Meşrutiyetten sonraki özgürlük ortamından yararlanarak Kürt Dernekleri kuranların, Kürt gazete ve dergileri çıkaranların çoğu bu çocuklar arasından çıkıyor. Artık Kürt toplumunda önce İstanbul’da olmak üzere yavaş yavaş örgütlü mücadele dönemi başlıyor. İlk örgütler İstanbul’ da kuruluyorlar ve Kürt ismi ile faaliyetlerini yürütüyorlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta henüz Kürdistan adının kullanılmıyor olmasıdır. Kürdistan adı ancak 1918′den sonra kurulan örgütlerde kullanılmaya başlıyor, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi. 1918′den sonra Kürt hareketinde Örgüt önderliği dönemi başlıyor. Bu genellemenin dışında kalan olaylar vardır elbette (Şeyh Mehmud Berzenci ve Simko hareketi gibi). Her ne kadar Koçgiri halk hareketi direkt bir örgütün önderliğinde olmasa da, hareketin önderlerinden Haydar Beyin ve harekette önemli bir rolü olan Dr. Nuri Dersimi’nin Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri olduğu biliniyor.
1925 HAREKETI
Şimdi asıl konumuz olan 1925 Halk Hareketine gelelim. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürtler kurulan devletin bir ulus-devlet olduğunu gördüler. Bu devlette Kürtlerin hiç bir statüleri yoktu. Adından anlaşılacağı gibi, kurulan cumhuriyetin bir Türk Cumhuriyeti olduğu açıkça deklere ediliyordu ve Kürtler hiç bir şekilde bir ulus olarak kabul edilmiyordu. Bunun üzerine 1918-1922 arasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını destekleyen Kürtler de dahil, Kürtler arasında yeni arayışlar başlıyor. Bunun sonucu olarak Erzurum’da Kürdistan İstiklal Komitesi (AZADI) isminde bir örgüt kuruluyor. Örgütün başkanlığına Cıbranlı Miralay Halit Bey getiriliyor. Ayrıca Örgütün kurucuları arasında Bitlis milletvekili Yusuf Ziya, Yüzbaşı İhsan Nuri, yine bir subay olan Yusuf Ziya’nın kardeşi ve başka Kürt subayları ve bazı aşiret önderleri bulunuyorlar. Örgüt yöneticileri bölgede önemli bir nüfuza sahip olan Şeyh Said ile konuşuyorlar ve onu da örgüte üye olmaya ikna ediyorlar. Şeyh Said bir Nakşibendi Şeyhi olarak bölgede önemli bir etkinliğe sahiptir. Onun aynı zamanda ruhani bir kişilik olarak aşiretler arasında uzlaşmacı bir rol oynayacağı da düşünülüyor. Ayrıca Şeyh Said bir tücar olarak Halep ve güney Kürdistan ile de sürekli bir ilişki içindedir. Bu yönüyle Kürdistan’ ın diğer parçaları ile de ilişkisi olan biridir. Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza da AZADİ’de aktif bir rol alıyor. AZADİ Kürdistan’da kurulan bir örgüttür. Azadi’nin Kurucuları arasında İstanbul’ da kümelenmiş Kürt entelektüelleri görülmüyorlar. Bunun birçok nedeni var şüphesiz. En önemli nedenlerden biri cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte birçok Kürt entelektüelinin Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmasıdır. Özelikle Bedirxaniler, Cemilpaşazadeler ve Kürdistan Teali Cemiyeti’nin diğer birçok yöneticisi daha başından Mustafa Kemal ve arkadaşlarının oyunlarının farkındalar fakat ne yazık ki Kürdistan’ da ayrı bir hareket örgütleyemiyorlar.
Tabi Kemal ekibi kazanınca da ülkeyi terketmek zorunda kalıyorlar. Seyh Said’in oğlu Ali Rıza İstanbul’a gidip bazı görüşmelerde bulunuyor. Hatta yenilgiden sonra kurulan Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nde Şeyh Abdulkadir ve arkadaşları bu görüşmeler bahane edilerek idam ediliyorlar. Zinar Silopi (Kadri Cemilpaşa)’nın Doza Kurdistan isimli kitabında verdiği bilgiye göre daha sonra Zinar Silopi “AZADİ” örgütünün Diyarbakır sorumluluğunu üstleniyor. Ayrıca Çermikli Doktor Fuat’ın da Şeyh Said ile yakın ilişkileri bulunuyor.
Bilindiği gibi “AZADİ” örgütünün yöneticileri Cıbranlı Miralay Halit Bey ve Bitlis Miletvekili Yusuf Ziya tutuklanınca, devlet yetkilileri Şeyh Said’i de ifade için çağırıyorlar. Fakat Şeyh Said ifade vermeye gitmiyor, aksine Kurdistan’ı dolaşmaya çıkıyor. Şeyh Said’in ilk uğradığı yerlerden biri Cebaxçor dur. O Cebaxçor’da meşhur aydın ve Azadi üyesi Tayip Ali, Şeyh Şerif, Yado (Yadin Mehmud Ebas), Şeyh Evdilayê Melekan, Çan Şeyhleri ve bölgenin ileri gelenleri ile görüşüyor, oradan Daraheni’ye, oradan da Piran’a geçiyor.
AZADİ örgütünün Cebaxçor sorumlusu Teyip Ali’dir. Tayyip Ali daha önce İstanbul’da okumuş ve öğrenciliği esnasında 1912’de kurulan Hêvî Kürt talebe cemiyetine üye olmuştur. Yani Tayip Ali İstanbul’da Kürt hareketi ile tanışmıştır ve hareket içinde faaliyet yürütmüştür. Şeyh Seid Cebaxçor’a geldiğinde Tayip Ali “Fahran” nahiye müdürlüğü görevinde idi.
O dönemde Cebaxçor idari olarak Bitlis vilayeti Genc sancağına bağlı bir kazaydı. Bu kazanın merkezinin adı Çolig idi. Çolig’ın idaresi Mutevelizadeler (Key Mutêliyûn) elinde idi. Tayip Ali bu aileden idi. Ayrıca bu aileden İsmail Hakkı da Kürt hareketi içinde aktif idi.
Tayip Ali daha önce Erzurum ve Amed’deki Azadi komiteleri arasında koordinasyonu sağlıyordu.
Piran’da 1925 yılının Şubat ayında Şeyh Said’ın kardeşi Abdurrahman’ın evinde Türk jandarmalarının çıkardıkları bir provakasyon ile tarihe 1925 halk hareketi olarak geçen hareket başlıyor.
YADO HAKINDA YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR
Bu yazının amacı 1925 Kürt halk hareketini yazmak değildir. Amacımız 1925 Kürt halk hareketinde önemli bir rol almış Elazığ cephesi askeri sorumlusu YADO’yu anlatmaktır. 1925 Kürt Halk Direnişi’nde çok önemli bir rol almış, Elazığ bölgesinin askeri sorumluluğunu yapmış halk kahramanı Yado üzerine çok az şey biliniyor. Yado’yu anlatan ilk yazılı eser Mir Kamuran Bedirxan’nin 1937 yılında Almanca yayınladığı “Der Adler des Kurdistans – Kurdistan’ nın Kartalı”adlı romanıdır. Mir Kamuran Bedirxan Yado ile Suriye de Hoybûn örgütünün kuruluşu esnasında kısa bir sürede olsa görüşmüş idi. Zira Yado ve Bedirxan kardeşlerin birlikte çekilmiş fotoğrafları mevcuttur. Ancak Kamuran Bedirxan’ın anlattığı roman kahramanı bire bir Yado’ya denk gelmiyor. Yazar romana kendi fantazilerini serpiştirmiş. Çünkü bu romanda Kamuran Bedirxan kahramanına 1930’da Hoybûn’un önderliğinde sürdürülen Ağrı direnişinde de önemli bir yer veriyor. Oysa o tarihte Yado’nun Ağrı direnişinde yer almadığını, alamadığını biliyoruz. Yine Veteriner Dr. Nuri Dersimî de “Kurdistan Tarihinde Dêrsim” adlı kitabında Yado’dan bahsediyor. Ayrıca Kadri Cemil Paşa’nın Zınar Sılopi ismi ile yazdığı “Doza Kurdistan”da Yado’nun bir fotoğrafına yer vermiş ve altına Yado Ağa yazılmıştır. Gerçekte Yado ağa değildir. Genel Kurmay Başkanlığının yayınladığı “Cumhuriyet Döneminde Kürt İsyanları” isimli kitapta da Yado ve arkadaşlarından söz ediliyor.
Ayrıca T.C devletinin bazı belgelerinde de Yado’dan söz ediliyor. Örneğin 24.10.1928 tarihli Mardin Valisi Tefik Hadi tarafından devlet yetkililerine yazılan bir rapora göre Yado Sitewrê çevresinde bir karakol basıp ele geçirdiği silahlar ile Suriye’ye geçmiştir. Yine 09.07.1929 tarihli bir belgeye göre Yado Halep’te Ekrem Cemilpaşa ile birlikte bir otelde kalıyor ve Kör Hüseyin Paşayı Kuzey Kürdistan’dan (Sêrê Xet) Güney Kürdistan’a (Binê Xet) geçiriyor. Ümumi Müfetişliğin bir raporuna göre ise Yado 16.09.1929’de 20 kadar arkadaşı ile Bin Xet’den gelip Diyarbakır üzerinden Palo tarafına geçiyor.
Daha önce Bingöl ve çevresindeki yaşlı insanlardan yararlanarak Yado üzerine Kirdki (Zazaca) yazdığım bir yazı Medya Güneşi ve Armanc dergilerinde yayınlanmıştı. Yine YADO’nun üvey kızı Dilşa Hanım ile yaptığım bir roportaj HÊVÎ gazetesinin 12 Nisan 1997 tarihli 21. sayısında yayınlandı. Benim röportajımdan sonra HÊVÎ’nin 22. sayısında Hukukçu – Yazar Osman Aydın’da Yado üzerine bir yazı kaleme aldı. Yazar ve Şair W. K. Merdimîn’ın Yado ve o Şeyh Şerîf ile ilgili yaşlı Bingöllüler ile yaptıkları bir kaç röportaj Vate dergisinde yayınlandılar. Yine Vate dergisinin 16. sayısının arka kapağında Yado ve Hûsê Begûn’un olduğu ve büyük ihtimalle Suriye’de çekilmiş 4 kişilik bir resim yayınlandı.
Daha sonra 2005 yılında Almanya’da yayınladığımız Peyama Kurd gazetesinde Mehmud Arif Ayçiçek YADO Û TELLÎ isimli bir yazı yazdı. 2007 yılında Orhan Zuexpayij www.welatparez.com sitesinde Cebaxçurdan Bir Portre: YADO isimli uzun bir yazı yayınlattı.
Dilşa Hanım Yado’nun ilk eşi Rabia Hanım’ın kızı dır. Rabia Yado ile uzun yıllar dağlarda yaşadıktan sonra şehre geliyor. Rabia Hanım daha sonra sırası ile Elazığ, Kayseri ve Dersim olmak üzere 10 yıla yakın sürgünde yaşıyor. Oğlu Çerkez Dersim de bir asker tarafından öldürülüyor. Sürgün cezasının sona ermesinden sonra Rabia Hanım Bingöl’e geliyor. O Bingöl’e geldikten sonra Şarge (Yolçatı) köyünden Ali Can (Eli El) ile evleniyor, daha sonra Simani (Kale Önü) den Mahmut Aymaz (Mehmud Qazi) ile evleniyor. Ne zaman vefat ettiğine dair bilgi yok elimizde.
Son 10-15 yıldır bu konu üzerinde çalışıyorum. Bu süre zarfında Bingöl’ün Şarge (Yolçatı) köyünde Şeyh Şerif ve Yado kuvvetlerine katılmış Elazığ’da yakalanıp 7 yıl değişik cezaevlerinde yatmış Hacı Zülfü ile 1994’te Şarge’de görüştüm ve bu görüşmeyi o zamanki AZADİ gazetesinde yayınlattım. Daha sonra Yado’nun üvey kızı Dılşa ve daha başka akrabaları ile YADO’ yu veya arkadaşlarını görüp konuşmuş birçok insanla görüştüm.
Hem Yado’nun eşi TELLİ ile aynı köyden olmamız hem de bizim bölgenin 1925 Halk Hareketi’nden çok etkilenmesi sonucu bizim çocukluğumuz Şeyh Said ve YADO ile ilgili kahramanlık hikayeleri dinleyerek geçti. Kişiliğimizin şekillenmesinde, yurtseverlik duygularına sahip olmamızda ve de ulusalcı bir ruha sahip olmamızda bu çocukluk döneminin anlatımları belirleyici oldu. YADO bizim için bir masal kahramanı idi. 1925 halk hareketinin ezilmesinden ve silahlı Kürt kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra , askerler bizim köyü (KUR) basıp yakıyorlar ve hile ile teslim aldıkları 33 kişiyi gerek kurşunlayarak gerekse süngüleyerek öldürüyorlar. Devlet’in estirdiği bu terör sonucu bölgede yakılıp yıkılmayan, şehit vermeyen köy hemen hemen yok gibi. Devletin yaptığı bu zulüm bizlere sürekli anlatıldı.
YADO KIMDIR?
Yado’nun ailesi Daraheni’nin(Genç) çevresinde meskûm Zıktê aşiretindendir fakat çok eskiden Bingöl’e (Çolig) gelip yerleşmişler. Yado Mehmud Ebas’ın oğludur. Bundan dolayı Yad Mehmud Ebas olarak tanınır. Yado Çolig de Zabit Katibi olarak çalışıyordu. O dönemde Çolig de yönetim Muteweilzadelerin (Key Muteliyûn) elinde idi.
Yado’nun ilk eşi kendi akrabası olan Rabia dır. İkinci eşi ise Bingöl’un Kur köyünün mezrası Qeldar köyünden Ezimşêr’in kızıdır. Telli’nin iki kardeşi Hüseyin ile Mehmedi de Yado ile birlikte idiler. Telli’nin ailesi bölgede “Key Ezimşêr” olarak tanınır.
Birinci Dünya savaşında Ruslar Karlıova ile Bingöl arasındaki Sêxiye (Çobantaşı) ve Arçuk (Alatepe) köylerine kadar geliyorlar. Şimdi oranın ismi Şeref meydanı dır. Yado 1916-17 yıllarında Şeyh Şerif’in alayında görev alıyor. Alay da erzak yokluğundan açlık baş gösteriyor. Bunun üzerine Yado gidip Rus askeri depolarından erzak getirmeye çalışıyor. O bu esnada Ruslara esir düşüyor, sonra nöbetçinin uyuduğu bir esnada kaçıyor.
1924 yılında Çolig de savcı ile kaymakam arasında bir problem ortaya çıkıyor. Bu esnada savcının evi soyuluyor, bu olaydan Yado sorumlu tutuluyor. Ondan dolayı da firari durumuna düşüyor. Yado firar olduğu dönemde en çok Telli’nin ailesi kendisine sahip çıkıyor. Telli’nin iki kardeşi Huseyni ve Mehmedi Yado’nun firar olduğu dönemden son çatışmaya kadar yanında kalıyorlar. Telli’nin kardeşleri Yado’nun en yiğit ve en çok güvendiği silahşörlerdendirler. Huseyni kendi köyleri olan Qeldar ve Çekan köyü arasındaki bir bölgede öldürülüyor. Mehmedi ise en çatışma olan Mistiyan – Botiyan bölgesindeki çatışmada öldürülüyor.
Yado’nun Çerkez ve Filit adlarında iki oğlu vardı. Çerkez annesi Rabia ile birlikte Dersim’de sürgünde iken bir asker tarafından öldürülüyor. Filit Bingöl belediyesinde işçi olarak çalışıyordu. Belediyeden emekli olduktan bir süre sonra Bingöl’de öldü.
1925 KÜRT HALK HAREKETINDE YADO’NUN ROLÜ
15 Şubat 1925’de Şeyh Said Genç’e (Dara Hênî) geliyor ve Zikte’den Valêr Sadiq Beg, Girnos’dan Selîm Axa, Dara Hênî’dan Yusuf Axa ve Kupar’dan Derwêş Axa’nın desteği ile şehri ele geçiriyor ve Dara Hênî’yi başkent ilan ediyor. Modan’lı Feqî Hesen Genç valisi olarak tayin ediliyor. Yado ve arkadaşları 16 Şubat’da Çewlig’in (Bingöl) kontrolünü ele geçiriyorlar. Daha sonra Şeyh Şerif, Şeyh Hasan, Şeyh İbrahim, Şeyh Mustafa ve Yado Arif Farıs’ın evinde bir araya gelip Palu-Elazığ, Erzincan-Kığı cephelerinin organizesi konusunda kararlar alıyorlar. Şeyh İbrahim Çebaxçor kaymakamı olarak atanıyor.
Yado ve Şeyh Şerif Palu- Elazığ cephesinin sorumluluğunu üstleniyorlar.
Onlar köylerden silahlı güç toplayarak Elaziğ’ a doğru yola çıkıyorlar. Bu cephede Sadîyê Telho, Şeyh Şerif’in kardeşi Şeyh Husên, Far Şêm, Memiş Qas, Sarcanlı Resul Axa, Hor köyünden Şerif Şêr gibi bölgenin önemli şahsiyetleri görev alıyorlar. Kürt kuvetleri Palo’yu cidi bir direniş olmadan ele geçiriyorlar (21 Şubat 1925). Musyanlı Derwêş Nuri Palo kaymakamı olarak tayin ediliyor.
Elazığ Valisi Hilmi Bey Kürt güçlerini Fırat Suyu’nun karşı kısmına geçirmeme amacıyla Havik Köyü’ne takviye birlikleri gönderiyor. Ancak gönderilen birlikler Şeyh Şerif birlikleri karşısında direniş gösteremeyerek kısa zamanda dağılıyorlar. Dağılan tüm birliklerle irtibatı kesilen vali, 23 Şubat 1925 günü sabahı durumu öğrenmek üzere makam arabasıyla oğlunu Havik’e gönderiyor. Bir zaman sonra geri dönen haberci, Türk birliklerinin Kürt direnişçileri karşısında tutunamayarak dağıldığını, Şeyh Şerif birliklerinin ise Elaziz’e 20 km uzaklıktaki Habusu Köyü’ ne doğru ilerlemekte olduğunu bildirir. Bunun üzerine Vali, Osman Bey kumandasındaki topçu, mitralyöz ve süvari birliklerini, Hüseynik’in doğusundaki Karakaya Tepesi’nden, Kesirik Köyü’ne kadar uzanan hat üzerinden mevzilendirir. Bu birlikler gelenleri şehre sokmamaya çalışırlarsa da, çıkan çatışma sonucu mevzilerini terk ederek kaçmak zorunda kalırlar. Kürt güçleri Doğu ve Güneydoğu istikametinden Elaziz’e girerken, Şeyh Şerif de kurmaylarıyla Hüseynik’e gidip Hasan Hayri Bey’in evine konuk olurlar.
Şeyh Şerif Hasan Hayri ile birlikte Dersim’e aşağidaki şu kısa telgrafı çekiyorlar:
“Sukunetinizi koruyun, yakında bir heyet ile Dersim’e geleceğiz. Başarılar.”
6 Mart 1925
Elaziğ Cephesi Komutanı Eski Dersim Miletvekili
Şeyh Şerif Hasan Hayri
25 Şubat günü Şeyh Şerif Malatya’ya hareket hali içerisindeyken, Hüseyin Doğan desteği ile Hozatlı Albay Hıdır Emre kumandasında toplanmış iki bin Dersimlinin direnişçilerin hareketine karşı savaşmak üzere Peri Suyu’nu geçtikleri şaiyası Şeyh Şerif’e iletiliyor. Bu haber kısa zamanda tüm şehirde yaygınlaşıyor
Bu arada Harput’un altındaki Huseynik köyündeki askeri cephane de büyük bir patlama oluyor ve bu patlama bu bölgedeki birçok insanın ölümüne neden oluyor. Bu olay hareketin önderleri arasında tartışmalara yol açıyor ve hareketin önderleri arasında çelişkiler ortaya çıkıyor. Bunun üzerine başıbozukluk başlıyor. Şeyh Şerif ve YADO maalesef bu başıbozukluğun önüne geçemiyorlar. Kâzım Paşa bu durumdan faydalanarak Malatya üzerinden Elazığ’ a saldırıyor ve Elazığ’daki Kürt kuvvetlerinin Diyarbakır ile ilişkisini kesiyor. Şeyh Şerif mecburen Palo’ya doğru geri çekiliyor. Daha önce Kürtleri destekleyen Elazığ halkı Kâzım Paşa’nın kuvvetleri ile birlikte Kürtleri takibe çıkıyor. Palu ovasında Kürt Güçleri ile Kâzım Paşa güçleri arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor.
3 Nisan 1925 tarihinde Bingöl’ün yakınındaki Mendo Boğazında Kürtler Türk ordusunun önünü kesiyorlar. Türk Ordusunun kuvvetleri burada çok sıkışıyorlar ve birkaç defa teslim olmak istiyorlar fakat daha sonra Şadi aşireti lideri Necip Axa (Necip Axayê Wexî) Türk ordusunun imdadına yetişiyor. Kürt güçlerinin cephanesi de azaldığından geri çekilmek zorunda kalıyorlar. Şeyh Şerif 8 Nisan 1925’de Bingöl çevresinde bazı işbirlikçilerin yardımı ile Bingöl’ün Metan köyünde Türk Güçleri tarafından yakalanıyor. Şeyh Said ve arkadaşları da yüzbaşı Kasım’ın ihaneti sonucu Varto yakınlarında yakalanınca artık Kürdistan’da şiddetli bir devlet terörü başlıyor. Onbinlerce Kürt öldürülüyor köyler yakılıp yıkılıyorlar. Ülke bir viraneye çevriliyor. Fakat diğer taraftan da Kürtlerin direnişi sürüyor.
İşte bu direnişin en önemli önderlerinden biri Elazığ Cephesi askeri sorumlusu YADO (Yadin Mehmud Ebas)’ tır.
1925 Halk hareketi Diyarbakir’deki idamlardan sonra bıçakla kesilir gibi kesilmiyor, aksine hareket uzun bir süre partizan savaşı biçiminde sürüyor. YADO Mendo boğazındaki geri çekilişten sonra arkadaşları ile dağlara çekiliyor. Bölgede partizan savaşı sürdüren başlıca guruplar şunlardır:
Yado gurubu, Heseni Bego’un gurubu, Şêx Husên gurubu, Sahdin Telhê, Botiyanli Umerê Faro gurubu ve Şeyh Tahar gurubu. Bu bir süre Bingöl-Karakoçan-Palo bölgelerinde kalıyorlar.
Yukarda belirttiğimiz gibi devlet güçleri nasılsa direniş kırıldı, bütün engeller ortadan kalktı diye geçtikleri her yeri yakıp yıkıyorlar. Bütün direnişlerden sonra olduğu gibi bu defa da devlet direnişçilerin aile ve çocuklarıyla yakın akrabalarını sürgüne yollamaya başlıyor. Başta direnişe katılan Çan Şeyhleri’nin aileleri olmak üzere, Bingöl ve çevresinde direnişi sürdürenlerin aile ve akrabaları bir yerde toplatılıyorlar. Yado ve diğer guruplar derhal harekete geçerek Fahran nahiyesinde bu aileleri kurtarmak için devlet güçlerine saldırıyorlar. Yado bu çatışmada yaralanıyor ve Akrak’dan Ömer Zek vuruluyor.
Aileleri toplamanın bir amacı da dağdaki direnişçilerin gelip teslim olmalarını sağlamaktır. Bu tedbirler yetmeyince devlet halkın içinden satın aldıkları bazı kişileri, direnişçilere karşı kullanıyor. Bu işbirlikçilerin içinde eskiden direnişçiler ile beraber olan bazı Kürtler de var. Halk arasında bu işbirlikçilere “Çeteyê Hıkumati” veya “Milis” deniyor. Bu yapı Hamidiye Alayları döneminde kalma devletin Kürdü kürde vurma politikasının bir devamı dır. Aynı politika bugün köy koruculuğu biçiminde devam ediyor. Bu çeteler yerli oldukları ve araziyi iyi bildikleri, ayrıca da bir kısmı daha önce direnişin içinde yer aldıkları için Kürd direnişçilerine çok büyük zararlar veriyorlar.
Başta Yado’nun gurubu olmak üzere Şeyh Husên ve Heseni Begon gurupları Mendo, Kirron ve Xezik çatışmalarında ortak hareket etmelerinden dolayı Türk ordusuna büyük kayıplar veriyorlar. Fakat şartlar gittikçe zorlaşıyor. Devlet köyleri yakıp yıkıp boşaltıp direnişçilerin barınma imkanlarını ortadan kaldırmaya çalışıyor, hem de onların aile fertlerini ve akrabalarını yakalayıp sürgüne göndererek, direnişçileri teslim olmaya zorluyordu. Bu şartlarda kışı ülkede geçirmek imkansız gibi idi.
Yado ve diğer guruplar 1926 yılının sonbaharında Guewdere’nin Xeylan köyünde toplanıp, “Bın Xete” Suriye’ye gitme kararı alırlar. Bu karar sonucu idam edilmiş, hapishanelerde olan ve direnenlerin aileleri ile birlikte 500 kişi ile birlikte “Bın Xete”e doğru yola koyuluyorlar. Karacadağ’ın Çelbiran köyü yakınlarında askerler ile çatışma çıkıyor. Askerler ansızın ateş ettiklerinden hemen 32 at ölüyor. Kürt direnişçiler büyük bir kahramanlık sergileyerek Türk alayını dağıtıyorlar, askerler ağır makinalılarını bırakıp kaçıyorlar. Böylece kafile yolla devam ediyor. Burada Qarabeganlı Mela Hesen şehid düşüyor.
Bu kafile de Yado’nun dışında Hesenê Begon ve eşî, Husênê Begon, Şêx Mistefayê Çun, Guenîk Axaları, Şeyh Şerif’ın yegeni Giyasettin, Şeyh Abdurrahman gibi Kürt direnişçileri de vardı.
Kürt kafile 600 km lik çatışmalar ile geçen zorlu bir yürüyüşten sonra Suriye’ye varıyorlar. Suriye o zaman Fransa’nın mandası idi. Kürt direnişçilerini karşılayan Halep Valisi hepsinden silahlarını teslim etmelerini istiyor. Fakat Yado “biz silahlarımızı teslim etse idik, Türklere teslim ederdik, buralara kadar gelmezdik, biz bir milletin davasını savunuyoruz” diyor. Suriye yöneticileri onları değişik yerlerde ikame ediyorlar.
Yado burada da siyasi faaliyetlerini sürdürüyor. Değişik kaynaklardan aldığımız bilgilere göre Yado, Hoybûn örgütünün kuruluş çalışmalarına katılmıştır. Araştırmacı Yazar M. Malmisanij’ın Bedirxaniler üzerine yazdığı Cizira Botanlı Bedirxaniler isimli kitapta Memduh Selim, Celadet Ali Bedirxan, Kamuran Bedirxan, Yado ve Husênî Begon’un birlikte çektirdikleri bir resim var. Bu resim büyük ihtimalle Suriye’ de Hoybûn çalışmaları esnasında çekilmiştir. Av. Osman Aydin’ın yazdığına göre, Yado 1927 yılının sonlarında Karakoçan’ın Himan (Çavuşyolu) köyüne geliyor ve Osman Ağa’da misafir kalıyor. Yado bu gelişinde Hoybûn örgütüne ait bazı yazılı belgeler ve bir Kürdistan bayrağı getiriyor. Sahdiyê Telhe’nin hanımı Cemile hanım da Yado ile birlikte 1927 Ağustos ayında bugünkü Lübnan topraklarında Beyrut yakınlarında bir kasaba’da yapılan Hoybûn kongresine katıldığını anlatmıştır.
Sahdiyê Telhê hem Suriye’de Yado ile birlikte kalmış, hem de ülke içinde uzun süre Yado ile birlikte partizan savaşında yer almıştır. Telhê Karlıova’ının Tokliyan köyünden, Cibril aşiretinden dir. Telhê yapılan bir ihbar sonucu evinde bulunan Hoybûn örgütüne ait bazı belgelerden dolayı 1942 yılında Sivas’ta kurşuna dizilmiştir. Cemile Hanım’da Sivas’dan geldikten sonra önce Cebaxçor’da Cemal Elçi ile daha sonra da Haci Temur Beki ile evlendikten sonra 1960 yılında Hicaza gidip, orada vefat etmiştir.
Hoybûn, o dönem Lübnan’da sürgünde bulunan Kürt aydınları, Şeyh Said hareketinden sonra Suriye’ye geçen hareketin önderleri ve diğer Kürt ileri gelenleri tarafından kuruluyor. Hoybûn’un kuruluş toplantısına İngiliz ve Fransızların engelinden dolayı Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza katılamıyor. Şeyh Ali Rıza’yı temsilen amcası Şeyh Mehdi ve Şeyh Said’in katibi Liceli Fehmi Bilal’ı toplantıya gönderiyor. Fakat Şeyh Ali Rıza ve taraftarları Hoybûn’da aktif olarak yer almıyorlar. O dönemdeki Kürt aydınlarının hatıralarına baktığımızda bunun nedeni, Şeyh Ali Rıza’nın 1929 afından yararlanarak Türkiye’ye dönmek istemesidir. Ali Riza’nın oğlu M. Fuat Fırat, babasından aktararak bunun nedeninin Ermeniler ile yapılan ittifakın bazı maddelerine yapılan itiraz olduğunu iddia ediyor.
Yado büyük ihtimalle Hoybûn’un verdiği görev üzerine kalabalık bir gurup ile ülkeye giriş yapıyor. Gurubun siyasi sorumlusu Sahdiyê Telhê, yardımcısı Husênî Begon ve askeri sorumlu Yado dur. Yado’nun üvey kızı Dılşa hanım ve sayin Osman Aydın’ın verdiği bilgilere göre Yado 17 arkadaşı ile birlikte 1927 kışını Karakoçan’ın Oxçiyan köyünün Dolan mezrasında geçiriyor. Yine Yado bu seferinde Karakoçan’nın Himan (Çavuşyolu) köyüne gelip, Osman Ağa’ya misafir oluyor ve Osman ağa’ya. Hoybûn cemiyetinin bazı belgelerini ve Kürdistan bayrağını veriyor.
YADO’NUN AKIBETI
Yado’nun akıbeti konusunda çok farklı spekülasyonlar var. Bu konudaki bilgilerimiz kesin olmadığından, burada Yado ile uzun süre dağlarda kalmış Telli’nin akrabası Meh Evd’in, Yado’nun son dönemi ile ilgili anlatımlarını aktarmak istiyorum. Meh Evd aftan yararlanıp teslim olmuştu ve daha sonra yaşamını Bingöl’ün Hepsor köyünde geçiriyor. Meh Evd’ın anlattığına göre Telli Elazığ’ın Kung köyünden ayrılıp kendi köyü olan Kur (Dikme)’un Qeldar mezrasına geliyor. Yado bir gece arkadaşları ile birlikte Qeldar’a geliyor ve Telli ile konuşup onu da alıp gidiyor. Telli, Yado ile bir süre dağda kalıyor. Telli de diğer direnişçiler gibi giyiniyor ve bütün çatışmalara onlar ile birlikte katılıyor. Zaten Telli’nin kardeşleri Huseyni ve Mehmedi de Yado ile birliktedirler. Bir süre sonra (1929 olsa gerek) Said Begon, Yado’ ya haber salıyor, af çıktı, gelsin teslim olsun, diyor.
Yado ile Said Begon, Bingöl ile Mendo köyü arasındaki Yado Çeşmesi’nin olduğu yerde görüşüyorlar. Yado Said Begon’a diyor, ben sana ve devlete güvenmiyorum, çünkü sizin bahtınız yoktur (Sima Bêbexti). Said Begon bu konuşmadan sonra atını Bingöl’e doğru dizginliyor. Yado yanındakilere, siz aşağıya doğru bu dereye inin ve Gayd’da yola çıkın, şimdi muhakak Bingöl’e doğrudan giden yolar askerler tarafından tutulmuşturlar, diyor. Yado’nun kendisi de yakın birkaç arkadaşı ile Telli’nin babasının köyüne, Qeldar’a geliyor. Yado buradan Telli ve arkadaşları ile birlikte Dara Heni tarafına gidiyor. Dara Heni’nin arkasındaki dağlarda Mıstiyan-Botiyan bölgesinde Türk silahlı güçleri direnişçilerin etraflarını sarıyorlar. Çıkan çatışmada Telli yaralanıyor. Telli yaralı hali ile bir süre onlarla birlikte yürüyor, fakat sonunda artık yürüyemez hale geliyor. Telli Yado’ya dönüp,
“Ben artık sizin ile gelemem, beni burada öldürüp siz yolunuza devam edin. Türk askerinin eline sağ geçersem, hem bana tecavüz edebilirler, hem de beni kullanıp senin teslim olmanı sağlayabilirler. Beni birlikte götürürseniz siz de kurtulamazsınız. Onun için en iyisi beni öldürüp siz yolunuza devam edin”.
Yado, Telli’nin artık kurtulamayacağını anlayınca, Telli’nin akrabası Meh Evd’e Telli’yi vur, sağ olarak Türk askerinin eline düşerse tecavüz edebilirler, diyor. Meho Telli’yi vurmak zorunda kalıyor.
Telli’nin vurulduğu yer Dara Heni’nin güneyine düşen Ûlyan (Çevirme) köyü civarıdır ve Telli’nin mezarı şu anda Dara Heni’nin Ûlyan köyü civarındadır. Yado ile Meho arkadaşlarını ve birbirlerini kaybediyorlar. Meho buradan bir köye iniyor ve köyde bir süre saklanıyor. Köyde bir süre kaçak olarak yaşadıktan sonra gidip teslim olup, aftan yararlanıyor.
Yado’nun akıbeti konusunda son yıllarda değişik kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, Yado buradan köylere iniyor. Bazı anlatımlara göre kendileri milis olan iki kişinin ihbarı ve işbirliği sonucu Dara Heni ile Lice arasındaki bölgede öldürülüyor.
Bir internet sitesinde bir tanık bu konuda şöyle yazıyor, “ Yado Lice ve Genç sınırında olan “Kevırê Bazdê“ mıntıkasında Botan Aşiretine mensup Hacı Şükrü isminde birinin ihaneti sonucu vurulmuştur.
Botanlı Hacı Şükrü Yado’ya sen burada bekle biz sana mermi ve başka ihtiyaçlarını getiririz diyor. Yado da onlara inanarak orada bekliyor ve bunlar askerlere haber veriyorlar. Yado kaçıyor, birkaç metre daha gidebilse ağaçlık ve kayalık bir bölgeye ulaşacak ve kurtulacak. Ama, yetişemiyor ve vuruluyor. Yado’nun vurulduğu yer bellidir ve orada bir kaya var, ona “Kevira Yado” diyorlar.
Lice’den Genc’e doğru giderken Çemê Birkleyn var, orayı da geçtikten sonra sağ tarafta köy yolu var, Çemê Hedigê’ye gider, Korte tarafına doğru gidince orada Kevirê Bazdê var. Yado orada vurulmuş. Yado’nun katili BOTIYANLI HACI ŞUKRİ dir. Bunu o bölgede herkes bilir.
Yado bi embazana a şewe şinî Mistan de, keyeyê Musayê Silêmanî de manenî. Şefeq ra wayîrê keyeyî ci rê gule peyda keno û pawerdeyê înan zî dano ci fîneno rayîr. Botiyan sera şino, Kurnêl ra pey Telhoyo Keçel û Şukê Ehmê Deyî rayîrê înan ser o meterîs girêdayo, çapraz gule nanê pa, hêverî Mih Evdî beno darbice, dima ra Yado beno darbice. Yado û Marke mîyanê gemê mazêran ra vîyarenî û şinî hetê newala Hêdîgê.
Esker çarneno çeperneno, çar heta mufreze erzeno ser o. Çeteyê hıkumatî û eskerî sey murîyan hetahet genî. Yado û Marke hetan şanî xo mîyanê kerrayan de neternenî. Nêverdenî kes nizdê înan bo. Guleyê înan qedîyayî, yew çawiş şino ser o ke bikişo, Yado guleyê xo yo peyin nano ey a ûca kişeno. Esker şino cor, uca ra pa mîtralyozana pananî û helê şanî de Ehmê Hecî yo botiyanij guleyo peyin panano. Esker yeno reseno ser, mîlîsan ra vanî sareyê ey tira kerê. Hesê Heydo vazenanij kard erzeno ci sareyê Yado tira keno. Eskerî heqbeyê Yadoyî zî genê pa sareyê eyê benî Cebaxçûr. Mîlîsê dewletî yê bîn zî, kincanê ey şilênenî kenî zit-bit û ê kincan benî danê xo ra. Roja bîn şarê Dereyê Reşî (Qiyameyê Reşî) tirmo bê sare yê Yadoyî û tirmê Markeyî, uca pa pirînana defin kenî. Telqînê Yadoyî zî na dewe ra Mela Husên dano. (Hecî Ehmed, Hêdîge)
Değerli Ağabeyimiz Ehmedê Dirihî son yıllarda yaptığı araştırmalara göre Yado ve arkadaşları Genc’in Mıstan köyünde Musayê Silêman’a misafir oluyor ve sabah çok erkenden mermi ve yiyecek bir şeyler alıp köyden çıkıyorlar. Kurnel köyünden Kel Telhe ve Şukê Ehmê Deyî onlara pusu kuruyorlar. Bu pusu da önce Mehe Evd daha sonrada Yado yaralanıyorlar. Bu bölgede akşama kadar çatışmalar sürüyor. Yado’nun mermileri bitiğinden akşama doğru şehit ediliyor. Askerler onun cenazesinin üzerine geliyorlar ve milislere Yado’nun kafasını kesme emir veriliyor. Askerler onun kesilen kafasını alıp gidiyorlar. Diğer gün Dereyê Reşî (Qiyameyê Reşî) köyü halkı Yado’nun başsız vücudunu gömüyorlar.
Son yıllara kadar mezarı bilinmeyen Kürdistan şehidi Yado’nun mezarı tespit oldu.
Bingöl’ün ilk belediye başkanlarından birinin yeğeninin bana amcasının bu konuda şunları anlattığını söyledi:
“Devlet Yado’nun ve diğer bazı direnişçilerin başına ödül koymuştu. Bir ara Bingöl’deki askeri yetkililer beni çağırıp bir kesik baş gösterdiler ve bu kafayı tanıyıp, tanımadığımı sordular. Ben bu başı tanıdım, Yado’nun başı olduğunu tanıdım, fakat onlar hayır bu Yado değil, dedim. Bu kafayı uzun süre Bingöl’de tutular, sonra ne olduğunu bilmiyorum”.
Aynı kişi 1978-79 bir gurup Kürdistan yurtseveri ile beraber gözaltına alınmalarında, polis yetkililerinin karakolda bulunan bir insan kafasını, kendilerine gösterip, “bakın bu kafa sizin liderlerinizden birinin kafasıdır. Buna bakıp ibret alın, akıllı olun, devlet ile savaşılmaz”, dediklerini aktardı. Bu insan kafası daha önce Vilayet binasının emanetinde saklanıyormuş, fakat 1971 depreminde Vilayet binası yıkıldığından, yer probleminden dolayı bu kafa karakola getirilmiş.
1925 Halk Hareketi’nin yenilgisinden sonra Yado’nun sürdürdüğü partizan savaşında yanında sürekli bulunanlardan bazıları şunlardır: Eşi Rabia’nın kardeşi Farıs, amcasıoğulları Dilşa ve Poles, Telli’nin kardeşleri Mehmedi ve Huseyni Ezimşer (Azimligil) Emin Sel, Meh Evd, Meh Qılç, Hesenê Begon ve Husênê Begon, Şahînê Elê Cindon, Sahdin Telhê vb.
Kaynaklar:
1- Dr. Nuri Dersimi, Kurdistan Tarihinde Dersim, Komkar yayınları 19 Almnya
2- Kamuran Bedirxan, Adler Des Kurdistans, 1936 Almanya
3- Cumhuriyet Döneminde Kürt İsyanlari, Genel Kurmay Başkanlığı yayınları
4- Seyîdxan Kurij, Yew Peyê Şêx Seîd, Şargê ra Hecî Zilfî de Roportaj, Azadî 1994 İstanbul
5- Seyîdxan Kurij, Şêx Elî Riza Mecal Nedît kû Bîranînên Xwe Binivîse, Bi M. Fuat Firat ra Hevpeyvîn, Ronahî 1996 İstanbul
6- Seyîdxan Kurij, Yado Bir Türküdür Söylenir Ülkemde, Dilşa Hanım ile roportaj, HÊVÎ, 12 Nisan 1997 İstanbul sayı 21
7- Osman Aydın, Kısa Bir Açıklama, HÊVÎ, 17 Nisan 1997 İstanbul sayı 22
8- Mehmud Arif Ayçiçek, Yado û Telli, Peyama Kurd, 2005 Almanya
9- Mehmet Uzun, Guîn Rişya Arî Nidusyenû, 75 Serrê Hereketê Şêx Seîd, (Roportaj), Vate, Nr. 10 Zimistan 2000 -Swed
10- Orhan Zuexpayij, Cebaxçurdan Bir Portre, YADO, www.welatparez.com,2007
11- W.K.Merdimîn, Mi rê Vûnî Yadîn! Xelasê Şima Mi Dest ra Çînê ya(Roportaj), Vate, Nr. 16 Zımıstan 2002 -Swed
12- W.K.Merdimîn, Tepîşîyayişê Şêx Şerîf, (Roportaj) – Vate, Nr. 17 Wısar 2002 – Swed
13- Şeyh Şerîf’in yegeni Burhaneddîn Bilgin ile özel görüşme – 2004 Bingöl
14- Cemal Elçi’nin yegeni Nihat Elçi ile görüşme – Bingöl 2007
15- Kareli Mehmet Efendi, Yazılmayan Tarih ve Anılarım, Derleyen Ali Rıza Erenler, Kalan yayınları, 2007
16- Ehmedê Dirihî, Yadin Paşa, henüz yayınlanmamış çalışması.
0 yorum:
Yorum Gönder