20. yüzyılın "en ünlü militanı" olarak nitelendirilen Carlos, 25 Mart 1949 yılında Marksist bir ailenin oğlu olarak Venezuella'nın Caracas hastanesinde dünyaya geldi. 1975 yılında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) kamplarında eğitilerek İsrail'e karşı savaşmaya başladı. Daha sonraki yıllar İsrail hükümetine karşı verdiği mücadeleyi Batı'nın büyük şehirlerine taşıyan Carlos, İsraille ilişkisi olan birçok banka, dernek, gazete ve elçiliğe bombalı saldırıda bulundu. 1980 yılında dünyanın en çok aranan adamı olarak ilan edilen Carlos, CIA, Mossad, Interpol ve Fransız istihbaratını birçok kez atlattı. Carlos, özellikle yakalanmamaktaki başarısı, zekası ve cesaretiyle dünya medyasının gündeminden hiç düşmedi. Binbirsurat olarak da tanınan Carlos, özellike Viyana'daki OPEC toplantısında, aralarında 10 petrol bakanının da bulunduğu 70 kişiyi rehin alması ve olay sonrası rehineleri Cezayir'e kaçırması herkesi şaşırttı. Daha sonraki yıllar özellikle Fransa'ya yönelik eylemler gerçekleştirmeye başlayan Carlos, bir dönem Fransız devletinin korkulu rüyası haline geldi. Carlos, 25 yıllık bir kovalamacanın ardından 1994 yılında Fransız ve Sudan istihbarat örgütlerinin ortaklaşa düzenledikleri bir operasyonla yakalandı. Fransız mahkemeleri tarafından 3 yıl yargılanan Carlos, yargılama esnasında devamlı olarak davaya bakan hakimle büyük bir irade savaşı verdi. Hatta hakime bir mahkemede;"Ben uluslararası bir savaşçıyım. Kiminle konuştuğuna ve hareketlerine dikkat et" diyerek uyarıda bulundu. Karar mahkemesinde 4 saat savunma yaparak sözlerini; "Sizler beni yargılama hakkına sahip değilsiniz. Fransız mahkemelerini tanımıyorum. Asıl ben sizi sömürdüğünüz, fakir bıraktığınız halklar adına yargılıyorum. Benim vatanım bütün yeryüzüdür. Kardeşlerim de ezilen, sömürülen bütün halklardır" diyerek tamamladı. Mahkeme sonrası müebbet hapis cezasına çarptırılan Carlos, yargılanma esnasında tanıştığı Fransa'nın en ünlü avukatlarından Isabella Coutant Peyre ile evlendi. Halen Fransa'da Fleury Merogis Cezaevi'nde bir hücrede tutulan Carlos, günlerinin birçoğunu İslâm üzerine araştırmalar yaparak geçiriyor. Müslüman olduktan sonra Salim Muhammed ismini alan Carlos'un cezaevinde kaleme aldığı "Devrimci İslâm" isimli bir kitabı bulunuyor."İslâm'ın özünde büyük bir manevi güç bulunuyor. Bu güç insana müthiş bir özgüven ve kainatla içten ve samimi bir ilişki kurma olanağı sağlıyor. Kendimi hapishane de hiçbir zaman buruk hissetmiyorum. Çünkü inancım çok büyük ve köklü... İnancım bu dört duvar arasında Allah'a yakınlaştığım sürece beni özgür kılıyor. Şuna inanıyorum ki, Batı insanı ve birçok Marksist, İslâm'ın kutup yıldızı ve yol göstericiliği sayesinde doğru yolu bulacaktır. Dünya Kadiri Mutlak Allah'ın izniyle İslâm'la özgürleşecektir...
İsmi Ilich Ramirez Sanchez... Dünya onu Çakal Carlos lakabıyla tanıyor. Müslüman olduktan sonra ise ismini Salim Muhammed olarak değiştirdi. Salim Muhammed hakkında birçok kitab yazılırken, hayatı da defalarca kez filmlere konu oldu. İlk defa 1975 yılında İslâm'la tanıştı, cezaevine girdikten sonra kendini tamamen İslâm'la ilgili araştırmalara verdi. O şimdi 1.5 milyarlık İslâm Alemi'nin imanlı bir ferdi. Namaz kılıyor, oruç tutuyor ve yazdığı mektuplara "Kadiri Mutlak Allah'ın adıyla" diyerek başlıyor. Bir zamanlar dünyadaki Marksistlerin idolü olan Salim Muhammed, İslâm'ın bütün yeryüzüne hakim olması davasına kaldığı hücreden umud ve coşkusuyla yankı veriyor. İmanın ne kadar büyük bir imkan olduğunu yıllardır tutulduğu tek kişilik hücresinde "dik duruş"unu sürdürerek bütün dünyaya haykırıyor. Salim Muhammed, Allah ve Rasulüne olan inancından aldığı güçle, yeryüzünün dört bir yanındaki binlerce Müslüman esir gibi, "Zindan duvarlarınız, işkencehaneleriniz vız gelir bize vız. Bu yürek, bu umut vurulmaz zincire" diye haykırıyor. Antiemperyalist bilincin yüksek olduğu Latin Amerika ülkelerinde milyonlarca hayranı olan Salim Muhammed bizlere, büyük bir olayı da müjdeliyor.
Dün Endülüs'te, Afrika'da, Orta Asya'da yürekleri fetheden İslâm, bugün Meksika'da, Bolivya'da, Venezuella'da inanılmaz derecede ilgi görüyor. ABD ve İsrail'den nefret eden milyonlarca yoksul, devrimci, emekçi; Müslüman direnişçilerin emperyalizm ve Siyonizm karşısında yazdıkları destan nedeniyle hidayete erip Müslüman oluyor.
Çakal Carlos’un İşkence Günlüğü
Yakın tarihin önemli militanlarından “Çakal Carlos” olarak bilinen Ilich Ramirez Sanchez’in Fransa Poissy Cezaevi’nde işkenceye uğradığı iddia edildi.
1 Şubat tarihinde işkenceye uğradığını iddia eden Çakal Carlos için, yarın avukatları ve bazı sivil toplum örgütleri Taksim’de bulunan Fransa Başkonsolosluğu önünde bir basın açıklaması yapacak.
İşte Çakal Carlos’un, avukatı Av. Güven Yılmaz’a anlattıklarının Türkçe çevirisi :
“Ben pek iyi değilim. Fransız devlet başkanlığı muhafızları tarafından saldırıya uğradım. Fransa devlet başkanlığı sarayı muhafızları tarafından yâni. Geçen Salı günü [1 Şubat 2011] cezaevine gelip beni dövdüler, yumrukladılar. Çok tuhaf, çok garip, değil mi? Bununla ilgili konuşacağım bugün.
Fransa’da hükümet ve resmî kurumlar, kendilerinde tüm dünyaya müdahale etme hakkı görürler. Türkiye de, en favori hedeflerinden biridir kuşkusuz. Evet, Türkiye’deki durum ideal olmayabilir. Farklılıklar hoş karşılanmayabilir, bu nevî insanlara iyi muamele edilmeyebilir, polis barbarca davranabilir, hükümete bağlı servisler veya bunların ajanları tarafından işkence ve suikastlar yapılabilir, vesaire. Özellikle geçmişte böyle de olmuştur. Ancak, Fransa’nın durumu hiç de Türkiye’den daha iyi değil.
Kaldı ki Türkiye, dünyaya ders vermeye yeltenmiyor. Asla böyle birşey yapmadı ve yapmıyor. Fakat herşeye rağmen, geçmişte insan hakları ihlalleri bakımından kötü örnek olarak gösterilen bu ülke, yakın gelecekte hem komşusu ülkeler hem de dünyanın kalanı için bu defa olumlu bir örnek olarak gösterilecektir.
ÇIRILÇIPLAK BIRAKILDIM
Söylemek istediğim şey şudur: Ben 61 yaşında bir adamım, yaşlı bir fedaîyim, zamanında komünist olarak fiilî mücadele vermiş artık yaşlı bir insanım. Ve, geçtiğimiz Salı günü Paris’teki tarihî Adalet Sarayı’na ifade vermek üzere götürüldüm. Ama bakınız nasıl:
İlgili hâkime ifade vereceğim hususu, 24 Aralık 2010 günü bana tebliğ edildi. Bilâhare avukatlarımın da haberdar edildiği ve ifade vereceğim gün orada hazır bulunup beni beklediği bir hâdise.
Neyse, Salı günü saat 12.30 gibi, kaldığım cezaevinde aşağıya indim. Giyiniktim tabiî. Öğle vakti olmasına rağmen hava çok soğuktu, üstelik sıfırın altında bir soğukluk sözkonusuydu ki, Fransa’da, Paris bölgesinde çok da sık rastlanan bir sıcaklık derecesi değildir.
Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir üniforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı. Tam olarak kim olduklarını, jandarmaya mı yoksa başka bir birliğe mi mensub olduklarını o ân bilmiyordum. Cezaevi muhafızı falan değillerdi. Çok tuhaftılar. Savaş pilotlarının giydiklerine benzer üniformalar giydiklerini bile söyleyebilirim.
Sonra öğrendim tabiî kim olduklarını, Başkanlık Sarayı’nı korumaktan sorumlu Cumhuriyet Muhafızlarındandılar.
Herneyse… Bu özel muhafızlar, cezaevinden çıkartmadan önce beni küçük bir odaya soktular. Beni hedefleyen bir düşmanlık havası seziyordum artık. Güvenlik gerekçesiyle çırılçıplak bırakıldım, sadece kelepçeler vardı üzerimde. Neticede bir mahkumum, hâlâ cezaevindeyim, tüm bunlar gereksiz ama bunu da yaptılar. İşte bahsettiğim o acayip üniformalı ve çok genç muhafızlardan bir tanesi, o esnâda bana karşı saldırganca davranmaya başladı. Dediğim gibi, o ân tamamen çıplağım. Bağırarak şöyle dedi bana: “Giyinebilirsin ama sana şu elbiseni vermeyeceğiz, bu elbiseni vermeyeceğiz, kemerini vermeyeceğiz,” falan. Hem de öyle bir dille söylüyor ki, insanda biraz saygı olur değil mi? Oğlum bile değil, torunum olacak yaşta üstelik. Bunun üzerine ben de, “Artık yeter, bu komedi nedir, zaten çırılçıplağım, üstüne üstlük kelepçeliyim” dedim ve giyinmeye başladım. O soğukta giymeme izin verdikleri tek şey, sadece bir tişört ve altıma da bir külot! Bu arada, diğer giysilerimi alıp o küçük odanın dışına götürdüler. Şimdi bunu niçin yapıyor ve öbür elbiselerimi dışarıya götürüyorlar?
Kelepçelerimden de bahsetmeliyim. O küçük odada ellerimi bir de arkadan ve ters biçimde kelepçelediler. Öyle bir kelepçelediler ki, kelepçenin sol elime isabet eden tarafı, tamamen etimin içine girecek şiddette ve ziyadesiyle acıtıcı şekilde sıkıydı.
DEFALARCA YUMRUKLANDIM
Neyse, beni odanın dışına ittiler ve cezaevi dışına gitmekte kullanılan koridora çıktık. Orada bazı gardiyanlar ve cezaevi memurlar da vardı. Olan bitenler karşısında onlar da şaşırdılar, şok oldular. Beni odadan çıkaran muhafız, tutup beni itti ve kafamı duvara vurdu. Ben de ona “Fransız ordusunun çocuğusun, giydiğin ünüformaya saygılı olmalısın ve elleri arkadan kelepçeli bir mahkuma karşı böyle korkakça davranmamalısın!” tarzında bir cevap verdim, rahatsız edici sözlerdi belki ama doğruydu neticede. Bunun üzerine yine üzerime saldırdı ve duvara fırlattı beni, kafama arkaya itmeye çalışarak -artık sayısını hatırlayamıyorum- defalarca yumrukladı. Bir yandan vururken bir yandan da kafasını iyice yaklaştırarak çok alçak bir sesle ve üç defa şunu fısıldadı: “Obama, Obama, Obama!” Amerikan başkanının ismi yâni. Ben böyle dövülürken, başlarındaki komutan da kulağındaki kulaklıkla birileriyle konuşuyor ve talimat alıyordu.
Ne olup bittiğini anladım tabiî. Bunlar, psikolojik savaş çerçevesinde, “zehirleme” denilen ve kişiyi zihnî karmaşaya, şoka sokmayı hedefleyen işler. Eğer bir hâdiseye dahil veya şâhid olan birisini yoketmek, öldürmek, ortadan kaldırmak istiyorsanız, bunu böylece yaparsınız. Fakat bir kişiye yaşadıklarını söyletmek istiyorsanız, onu psikolojik olarak buna hazırlarsınız, şok etmeye ve mâneviyatını bozmaya çalışıp kafasını allak bullak edersiniz; psikolojik savaş icabı böyle yapmak zorundasınız. Bu bakımdan, “Obama, Obama, Obama!” değil de, “Castro, Castro, Castro!” yahud “Chavez, Chavez, Chavez!” de diyebilirlerdi. Hattâ, “ça, ça, ça!” veya “rumba, rumba, rumba!” demeleri de mümkündü. Bu, amacı dolayısıyla, hiç de saçmasapan bir iş değildir. Yoksa, amacı gözönünde tutulmazsa, tek başına “Obama” muhabbeti tam anlamıyla saçmalık tabiî.
Başıma gelenlere oradaki herkes, yâni normal cezaevi görevlileri de şâhid oldu, doğrusu tam anlamıyla da şok oldular. Hâliyle, “Obama, Obama, Obama!” sözünü sadece ben duydum. Psikolojik savaş nedir, bu çerçevede neler yapılır genel olarak bilirim. Bu açıdan, hâdiseyi hemen çözdüm. Emin olduğum diğer bir şey de, bunun önceden plânlanmış ve organize edilmiş bir eylem olduğudur.
Bilâhare, gelenlerin Cumhuriyet Muhafızı olduklarını da öğrendim. Peki Cumhuriyet Muhafızlarının benimle ne işi olabilir ki? Beni Paris’e götürmek üzere niçin başkaları değil de onlar geliyor? Kaldığım cezaevinin kendi görevlileri varken üstelik? Ki bu olan bitenden cezaevi gardiyanlarının memnun kalmadığı besbelliydi. Zaten genelde hepsiyle iyi ilişkilerim vardır. Nihayetinde kibar bir insanım. Yanlış bir şey sözkonusu olduğunda bazen sert konuşmak zorunda kalsam dahi, gardiyanlarla münasebetlerim çoğunlukla sıcaktır. Hiçbir şiddet ve patırtıya yolaçmaksızın, etrafta rahatça dolaşırım. Nitekim, gardiyanların cezaevi sâkinlerine yahud cezaevi sâkinlerinin gardiyanlara saldırmasını hiç de doğru bulmam. Unutmamamız gereken şey, düşmanımızın fakir gardiyanlar değil, onların yukarıdaki patronları olduğudur. İşlerini yaptıkları ve bizi rahatsız etmedikleri müddetçe, mesele yoktur elbette.
Neyse, sözünü ettiğim hâdise akabinde normal gardiyanlar etrafta belirince, mahut muhafızlar bana saldırmayı bıraktılar.
KÜLODUMUN KENARINDAN TENASÜL UZVUM ÇIKMIŞTI
Yarı çıplak vaziyette ve sıcaklığın sıfırın altında olduğu böyle bir soğuk havada, küçük bir kamyon diyebileceğim özel bir araca sokularak Paris’e doğru yola çıkarıldım. Beni bu araçta bulunan her tarafı metal bir kutuya soktular ki, ellerim arkada olduğu hâlde ve oturamayacak şekilde bir köşesine kıvrılmak zorunda bırakıldım. Havanın dışarıdaki soğuğu yetmiyormuş gibi, bir de içerideki klimayı en soğuk derecesine getirdiler. Kasden yapılan birşey tabiî.
Beni o dondurucu soğukta 60 km ötedeki Paris’e götürdüler ama direkt değil de yan yollardan giderek. Birkaç saniyede bir âniden sağa sola saparak, bazen geri geri giderek ve üstelik âdet olduğu üzere herhangi bir siren de çalmadan. Bu sırada cehennemi andıran bir ortamda, kafam o çok küçük metal kutunun duvarlarına çarparak, ellerim arkadan kelepçeli ve üstelik etimi kanatır şiddette sıkılı vaziyette, sırtım ağrıyarak, vücudum sıkışıp kıvrılmış bir hâlde, işte böylesine berbat bir durumda yarım saat yolculuk ettim. Hâdisenin sıcaklığı içinde hemen hissedemesem de, yolculuğun sonunda fecî biçimde dövülmüş bir hâle getirildim. Adrenalinimin yükselişi ve düşüşü hasebiyle, Salı günü gerçekleşen bu hâdisenin asıl sonuçlarını aradan bir iki gün geçtikten sonra şimdi daha fazla hissediyorum. Belli bölgeler daha fazla olmak üzere hemen her tarafım çok fena ağrıyor şu ân.
Nihayet, Adalet Sarayı’na vardık. Burası da yazın bile güneş görmeyen ve her zaman soğuk olan bir yer yine. Orada bizi Adalet Sarayı’nın gardiyanları karşıladı. Mahkemeye getirilen mahkumların duruşma veya ifade vermek için beklerken birkaç saat kalacakları küçük bir cezaevine benzer bir bölüm vardır ki, bizi karşılayan gardiyanlar da işte bu gelen mahkumlardan sorumludurlar. Beni gören oradaki gardiyanlar da aynı şoku yaşadılar. Hattâ Venezüella’nın komşusu Karayibler’den gardiyanlar vardı gide gele tanışık olduğumuz. O ve diğer gardiyanlar hemen yanıma gelip, “Carlos, neler oldu böyle, lütfen gel, hemen giydirelim seni!” falan diye yardımcı olmaya çalıştılar ama nasıl giyinebilirdim ki? Ellerim arkadan kelepçeli ne de olsa.
Ve belki asıl acı olan şey, ki farkında değildim, ben tüm bu hengâmede oradan oraya sürüklenirken külodumun kenarından tenasül uzvum çıkmış ve Adalet Sarayı’na getirildiğimde tenasül uzvum sallanarak o soğukta yürütülüp durmuşum! Farkettiğimdeyse, -ellerim arkadan kelepçeli olduğundan- kendim yapamayacağım için gardiyanlara söyledim onu içeri sokmalarını ama, onlar da dokunmak istemediklerinden yalnızca pantolonumla üzerini dışarıdan kapayıp içeriye sokmaya çalıştılar ve başardılar.
Kelimenin tam anlamıyla inanılmaz bir durumdu ve sanki bir Charlie Chaplin filmi oynatılıyordu orada. Yerin altındaki bu kısımdan çok uzun bir yürüyüşle o soğuk Adalet Sarayı’nın üçüncü veya dördüncü katına, yâni son katına kadar götürüldüm ve ifade vereceğim yere vardım. Hâkimin tabiî bunlarla ilgisi yok, o da çok şaşırdı ve şok oldu. Avukatlarımdan ikisi, eşim Isabelle Coutant-Peyre ve bir diğer avukat daha orada beni bekliyordu. Sağ bileğim nisbeten iyiydi ancak sol bileğimde sıkı kelepçeden dolayı uzunluğuna yarım santim derinliğinde bir kesik oluşmuştu.
İfade vermeye başlamadan önce nihayet orada giyinebildim ve sorgu başlamadan önce de maruz kaldığım tüm bu kanundışı uygulamayı hâkim önünde tutanakla kayıd altına aldık, ben ve hâkim imzaladık. Oraya nasıl getirildiğim, ne hâlde getirildiğim, bileğimin ve darbelere maruz kalan vücudumun durumu üzerinde konuştuk ve bunları zabta geçirdik.
Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı. Muhafızlar beni döverken, başlarındaki bu komutan kulaklığı marifetiyle üstleriyle konuşuyordu ama o patırtı arasında ve üstelik kodlanmış kelimeler kullandığı için neler konuştuğunu anlayamadım tabiî ki. Bir diğer ifadeyle, tek bir askerin kendi inisiyatifiyle gerçekleştirdiği bir saldırı değildir bu.
Bu arada, cezaevi kliniğinin doktoruyla da görüştüm ve muayene edip vücudumdaki hasarla ilgili bir rapor verdi bana.
Şimdi bu saldırı hakkında hukukî işlemlere de başlayacağız ve dava açacağız. Yalnızca aldığı emirleri uygulayan o zavallı asker aleyhine değil, asıl ona bu emirleri verenler aleyhine. Hiç şübhem yok ki, uğradığım bu saldırıdan Venezüella da sorumludur. Şayet Venezüella bürokrasisinden bir ışık almamış olmasalardı, bu kadar pervasız biçimde ve şâhidler önünde böylesine bir cüretle saldıramazlardı. Venezüella’daki herkesin bilmesi gereken ve asla üstü örtülemeyecek bir hâdisedir bu. Başkan Chavez’in de tüm bu olan bitenlerden haberdar edilmesi gerekiyor.
Sizlerden ricam, oradaki Venezüella Büyükelçiliği’ni durumum hakkında bilgilendirmeniz ve Fransız Büyükelçisine de sadece avukatlarım tarafından değil, sağdan veya soldan, cumhuriyetçi veya İslâmcı, her kesimden şahsiyetler tarafından imzalanmış bir protesto deklarasyonu teslim etmeniz ve şunu sormanızdır: Bir siyasî mahkuma, bir fedaî kumandanına nasıl olup da cezaevinde böyle saldırıda bulunabiliyorsunuz? Böyle bir saldırı Fransa’da yalnızca benim başıma gelmiş ve bundan sonra da gelebilecek bir şey değildir. Bu bakımdan hassasiyetle üzerinde durulmalıdır.”
Çakal Carlos'un ünlü Viyana OPEC toplantısı baskını ve Bakanları rehin alması ve Cezayire götürmesi.
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!"
Dehrin cefasını çektik sefasını süreceğiz.
0 yorum:
Yorum Gönder