Pages

20 Kasım 2011 Pazar

0 İlk feminist Kürt filmi

Yıldızlar Gündüz Renksizdir' filminin çekimleri tamamlanmak üzere. İlk uzun
metrajlı filmiyle Mahabadlı kadın yönetmen Şirin Cihani, Kürt kadını beyaz
perdeye taşıyor.

Film, Irak'ta Baas rejimi döneminde cezaevine konulan, işkence gören ve insan tacirlerinin eline 
düşen Kürt kadınlarının dramına dikkat çekiyor.
İlk uzun metrajlı filmi için kamera arkasına geçen Doğu Kürdistanlı yönetmen Şirin Cihani, 
yaklaşık üç aydır filmin çalışmalarını yürütüyor. ‘Yıldızlar Gündüz Renksizdir’ (Stêrk di nav rojê de 
bêreng in) adlı film çekimlerinin büyük kısmı Güney Kürdistan Barzan, Süleymaniye ve Hewler 
kentilerinde çekildi. Ancak filme son hali Kahire'de verilecek. Yönetmen Cihani kısa bir süre sonra 
Kahire’ye giderek filmin çekimlerini tamamlayacak.


Feminist bir film
Ebbas Kiya Rostemi, Bahman Gobadi ve Mohsen Mexbelbaf gibi yönetmenlere çalışan İranlı ünlü 
kameraman Şehriyar Esedi Cihani’nin filmi için de kamerasını çalıştırdı. Ses kayıt için yine İranlı 
Esxer Şahwerdi de film çalışmalarında yer aldı. Kadın yazar Mehabad Qeredaxi’nin destek verdiği 
filmde, Baas rejimi sırasında hapse atılan ve işkence gören kadınlar yaşadıkları sorunlara dikkat 
çekiliyor.
ANF'ye filmi hakkında konuşan yönetmen Cihani, filmine başladığında birçok çevreden olumsuz 
tepki aldığını belirterek, “Bu kızdır ve yapamaz’’ tepkisiyle karşılaştığını söylüyor.
Özellikle sinemanın erkek bakışına göre değerlendirilmesine karşı olduğunu belirten Cihani, çok 
sayıda kişinin halen kadının gücüne inanmadığını belirtiyor. Cihani “Sanatsal alanda kadınlar 
büyük adımlar atabilirler. Ama maalesef Kürdistan’da kadına tanınan olanaklar çok az’’ diyor.
‘Kürt kızları alınıp satılıyordu’
Güney Kürdistan’da bazı olanaklar bulabildiklerini söyleyen Cihani, uzun metrajlı filmin 
çalışmalarına başlamak için bir yıl gibi bir zaman harcadığına dikkat çekiyor. “Kadınlar çaba 
göstermeye devam etmeli ve kendileri için adımlar atmalı’’ diyen Cihani, ekibi ile Kahire’ye gidip 
filmini tamamlamak istiyor.
Saddam rejimi döneminde çok sayıda Kürt kızı Mısır’a gönderilerek satıldığını söyleyen Cihani, 
“Bu kadınlar eski Irak rejimi ve Arap mafyalar tarafından satın alınıp satılıyordu, köle olarak 
değerlendiriliyordu. Bu kadınların aileleri katlediliyordu. Genç Kürt kızlar da Mısır gibi ülkelere 
satılıyordu. Bunun için Kahire'de çekimler yapacağız’’ diyor.
Yönetmen Cihani, ilk kez Kürt kadınlarına yönelik siyasi içerikli uzun metrajlı bir filmin yapıldığını ve 
filminde feminist öğeler bulunduğuna dikkat çekti.
Cihani, bazı sorunlardan dolayı Mısır’a erken gidemediğini söyleyerek, Hewler Asayişi’nde artık 
pasaport işlemlerinin tamamlandığını ve önümüzdeki günlerde Mısır’a gideceğini belirtiyor.
Babası İran’da idam edildi
1979 doğumlu genç sanatçı Şirin Cihani, küçük yaşlarda annesinin desteği ile sinema ve şiire 
merak saldı. Babası Eli Cihani, İran rejimi tarafından Şirin henüz 5 yaşında iken Tahran’da Devrim 
Muhafızları’na yönelik bir bombalama eylemine karıştığı iddiası ile idam edildi. Hümeyra isimli 
annesi tek başına Şirin, kız kardeşi Şemzin ve erkek kardeşini büyüttü. Öykü yazarı ve şair kardeşi 
halen Mahabad’da yaşıyor. Avrupa’da yaşayan Şemzin ise halen Roj TV’de çalışıyor.
Ailesinin edebiyata ilgi duyduğuna dikkat çeken Şirin “Annemiz her zaman bizden edebiyatla 
uğrmamızı istedi. Onun ilgisi çocuklara da yansıdı” dedi. İran rejiminin ailesi ve kendisi üzerinde 
yoğun baskısı olduğundan dolayı Mahabad’ı terk ettiğini söyleyen Cihani, neden Güney Kürdistan’
a gittiğini ise şöyle anlatıyor:
“Sanatsal çalışmalarıma devam edebilmek için Güney Kürdistan’a geçmek zorunda kaldım. 
Burada kısa bir süre Kürdistan TV için çalıştım, şimdi Zagros TV’deyin ve film çalışmalarıma 
devam ediyorum. Eğer İran’da kalmış olsaydım, şüphesiz tutuklanacaktım. Avrupa’ya çıkma 
olanağım da yoktu. Ben de Güney’e geçip halkıma ve ülkeme hizmet edeyim dedim.’’


Şiir ve sinema merakı
Şirin’in şimdiye kadar “Ateşteki Sema’’ adlı tek şiir kitabı da kaleme aldı. 2002 yılında Sine 
kentinde ‘Goran’ yayıncılık tarafından basılan kitapta yer alan çok sayıda şiir, İran rejiminin 
kısıtlamalarından dolayı sansürlendi. Daha sonra aynı şiir kitabı Hewler’de de basıldı.
Şirin Cihani şairliğin yanısıra film çalışmalarına da son yıllarda hız verdi. Son filminde önce beş 
filme imza attı. Şirin, film çalışmalarında Doğu Kürdistanlı iki şair, Siware İlxanizade ve Jila 
Huseyni’yi anlatarak başladı.
Şirin “Seqiz’li Jila Huseyni bir kaza sonucu yaşamını yitirdi. Siware İlxanizade ise Bokan’lı ve Doğu 
Kürdistan Kürt edebiyatında Soranice lehçesiyle modern şiir yazan kişidir’’ şeklinde kendisini 
kamera arkasına alan iki şairi anlatıyor. Şairleri konu alan belgesel filminden sonra kısa metrajlı 
filmler yapmak isteyen Şirin Cihani, her hangi bir sinema öğrenimi görmedi.

15 Kasım 2011 Salı

0 Fethullah Gülen'in 'Gizli' Tarihi

BİR ZAMANLAR NUR TALEBESİYDİ

Ankara DGM tarafından hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmesi, bu kararın İstanbul'da kaldırılması ve buna Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun sert tepki göstermesi Fethullah Gülen'i yeniden gündeme oturttu. Son yıllarda okulları, 'ışık evleri', siyaset ve medya dünyasıyla olan ilişkileriyle tanınan Gülen'in uzun yolculuğu Nur tarikatıyla başladı. Said Nursi 23 Mart 1960'ta Şanlıurfa'da yaşamını yitirince, tarikatı, "Bundan sonra ne olacak?" kaygısına düştüler. Nurcuların bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, bir kesimi de Said Nursi'nin en yakınlarından oluşan bir 'İstişare Heyeti'nin kurulmasını ve bu 'Ağabeyler Konseyi'nin hareketi yönlendirmesini uygun görüyordu. Bazıları ise siyasi bir teşkilat kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahlı mücadele verilmesini önerdi.

gülenTahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi 'Nur cemaatinin ağabeyleri', içlerinde 'en cevval ve en fedakar' gördükleri Zübeyir Gündüzalp'i bu hareketin başına seçtiler. Kendileri de, Zübeyir Gündüzalp'in altında bir istişare heyeti oluşturdular. Zübeyir Gündüzalp'in lider seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi.
 
Fethullah Gülen, Said Nursi'nin ölümünden sonra Nurcularla temasa geçti, ancak Nurcu olduğunu hiçbir zaman açıkça söylemedi. Ağlayarak verdiği vaazlarında Said Nursi'nin adını hiç kullanmadı. Yıldızı 70'li yıllarda MSP ile birlikte parladı.


Nursi'nin sağlığında başlayan 'Yazıcılar-Okuyucular' bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıktı. Said Nursi'nin ölümünden ve 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık daha da büyüdü.

'Yazıcılar', Hüsrev Altınbaşak önderliğinde ayrı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Tahiri, Hulusi Bey, Demirel'in de akrabası olan İslamköylü Hafız Ali, Mübarek Mustafa, Santral Sabri gibiler 1930 ve 1940'larda, Said Nursi'nin yazmış olduğu risaleleri bizzat el yazısıyla kaleme alarak çoğaltmışlardı. Bu yazma ve yazarak çoğaltma işini yapanlar Nurcular arasında 'Yazıcılar' diye anıldılar. Zübeyir Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci ve Bekir Berk gibi isimler ise ikinci kuşaktan Nurculardı. Cemaate sonradan katılmışlardı. Bu ekip, Nursi'nin eserlerini Latin harfleriyle kitap halinde basıyordu. Bu nedenle onların adı 'Okuyucular'a çıkmıştı.

Bir başka lider adayı Mehmet Kayalar, etrafındakileri silahlandırma çabası gösteriyordu. O, 'okumakla-yazmakla' değil, 'silahla' Nurculuğun yaygınlaşacağı inancındaydı. Mehmet Kayalar gibi düşünen bir başka isim de Elazığ'dan Müslüm Gündüz'dü. Gündüz'ün Kayseri tarafında yandaşlarıyla atış talimleri yapacak kadar işi ileri götürdüğü söyleniyordu. Bir başka aday Ankara'dan Said Özdemir'di. Nurcular için önemli bir 'ağabey' olan Said Özdemir, cemaat içinde oldukça etkili bir isimdi. Daha sonra Nurculuğun 'Tenvir' kolunu oluşturacak olan Said Özdemir'in Ankara'da adamlarıyla silahlı dolaştığı söylentisi de yaygındı.

O dönemde bir lider adayı daha gizli hazırlıklar içindeydi: Erzurumlu bir vaiz olan Fethullah Gülen. Nurculuğun Erzurum'da en etkili ismi Mehmet Kırkıncı Hoca, Osman Demirci Hoca (AP'nin Nurcu milletvekili) ve Muzaffer Aslan sayesinde cemaatle tanıştı ve onlara katılmak istedi.

1963-66 yılları arasında Edirne ve Kırklareli'nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmaları yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış, Nurcuları ve diğer dini çevreleri etkilemişti. Hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ite dikkatleri üzerine çekiyordu. Okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele gibi tarzlardan ayrı olarak 'hitabet' yoluyla etkiliyordu çevresindekileri. Bir başka tarz daha geliştirdi: Açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeyleriyle hep mesafeli bir temas içindeydi, konuşmalarında Said Nursi'nin adını pek kullanmadı. Daha Edirne ve Kırklareli'ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilcisi olmayı, etrafında yetiştirdiklerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör'ün teşvikiyle Fethullah Gülen 1966'da İzmir'e tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi.

'Yazıcılar'ın lideri Hüsrev Efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle 'Yazıcılar', Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi Yazıcıların kalesi oluvermişti. Fethullah Gülen ve yeni oluşan çevresi de, 'Yazıcılar'la birlikte hareket ediyordu. Bunun üzerine 'ağabeyler konseyi'nden Zübeyir Gündüzalp, Mehmet Fırıncı ve Bekir Berk, Ege bölgesine gitti. Çoğu yerde dersanelere alınmadılar, kimi yerde tartışmalar, kavgalar yaşandı, kimi yerlerde ağır hakaretlere maruz kaldılar.

Zübeyir Gündüzalp, ancak daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğini
düşünüyordu. İstanbul'a dönünce Süleymaniye'de Kirazlı Mescit Sokağı'nda bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsis etti. Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, daha sonra aralarına katılacak olan Mehmet Kutlular, Kirazlı Mescit Sokağındaki evin müdavimi oldular. Cemaatle ilgili kararlar, Said Nursi'nin eserlerinin basımı, açılan dersanelerin tespitleri hep bu evde düzenlendi. Öyle bir zaman geldi ki, cemaat bu evle anılır oldu: Kirazlı Mescit Cemaati...

1960'lı yılların sonlarında Necmeddin Erbakan'ın Odalar Birliğinden Demirel'in emriyle atılması olayı bütün İslami kesimleri olduğu gibi Nurcuları da etkiledi. 'Mason' bilinen Demirel'in, 'Müslüman' bilinen Erbakan'a karşı gösterdiği bu tutum, genelde bütün İslami çevrelerde büyük tepki oluşturmuştu. Müslümanlara hitap eden bir parti düşüncesi de bu olayla birlikte gelince, bütün islami kesimler heyecanlandı. Ardından gelişen Hatice Babacan olayı bu süreci daha da hızlandırdı. Hatice Babacan'ın başörtüsü yüzünden İlahiyat fakültesinden kovulması islamcıları ayağa kaldırmıştı. Bu olay islamcı kesimler arasında AP'ye olan güveni azalttı ve yeni parti kurma görüşü destek kazandı. Ancak Nurcuların 'ağabeyleri' içinde parti konusunda bir birlik yoktu ve bazı' ağabeyler' Erbakan ismine çok sıcak bakmıyordu.

NURCU-MHP SAVAŞI

Bu süreçte Nurcular Erbakan'dan endişelenirken, karşılarına MHP çıktı. MHP, islamcıların desteğini sağlamak amacıyla onları partisine davet ediyor, oy vermeyecekleri de mason uşaklığıyla suçluyordu.

MHP'liler Hüsrev Altınbaşak'la da görüşmüşler ve Yazıcıların desteğini almışlardı. Fethullah Gülen'in tavrı da onlardan yanaydı. Bir anda Isparta, Kastamonu ve Elazığ'daki Nurcular MHP'ye tam destek sağladılar. Ankara, Adana, Yozgat gibi illerde de bir grup Nurcu MHP'ye sıcak davranıyordu. Bunun dışında Alparslan Türkeş, Nurcuların arasına adamlarını sızdırdı. Türkeş'in Nurcular içindeki adamları Nur derslerinde "Başbuğun Risale-i Nur okuduğunu, ileride tam bir Nurcu lider olacağını" yaydı.

Zübeyir Gündüzalp, liderliğindeki Ağabeyler Konseyi MHP'nin bu müdahalesine karşı çıktı. Bu



Fethullah Gülen, 'dinler arası diyalog' projesi kapsamında
Papa II. Jean Paul ile de bir araya gelmişti (üstte).
ekip, yayınladığı "Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş" adlı bir kitapla MHP'ye açık tavır aldı. Bu eser aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Bu kitapta, Türkeş'in aslında M. Kemal ve İnönü'den farklı olmadığı, din konusunda onlar gibi düşündüğü, Arapça ezana, çarşafa karşı çıktığı kendi sözleriyle aktarıldı. Kitap, Gündüzalp'in talimatıyla Türkiye'nin her tarafına gönderildi ve Nurcuların MHP'ye oy vermemesi için geniş bir kampanya yürütüldü. Said Nursi'nin CHP'ye karşı DP'ye oy verdiği, AP'nin de DP'nin devamı olduğu tekrar hatırlatıldı.

Fakat bu ilk açıktan muhalefet bir takım sıkıntıları ve tereddütleri de beraberinde getirdi. Kimi yerde "MHP'ye karşı olmak ve onlarla uğraşmak cemaate zarar verir dendi" ve broşürün dağıtımına karşı çıkıldı. MHP aleyhtarı kampanyaya karşı çıkanlar arasında ilginç bir isim vardı: Fethullah Gülen.


"Belirli bir noktaya gelinceye kadar hizmete devam edin. Erken huruç diyeceğim çıkışlar yaparsanız, dünya Cezayir'deki gibi başımızı ezer... Arkadaşlarımızın mevcudiyeti bizim İslami geleceğimiz adına işin garantisidir." Fethullah Gülen kasetinden
Fethullah Gülen, o sırada İzmir ve Ege bölgesinde vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Nurculann önde gelenlerinin tavsiyelerine pek uymadığı da görülüyordu. Ağabeylerden Mustafa Sungur ona "Nur dersaneleri aç" demesine rağmen, Fethullah Gülen bu isteğe başlangıçta uymadı. Daha sonra yakınlarından Mustafa Birlik ve Mehmet Metin ile birlikte kendine özgü, sonraları "Işık Evleri" diye anılacak olan dersaneleri açmaya başladı. Üstelik Said Nursi'nin kitaplarını değil, sadece kendisinin hitabetini ön plana alan bir çalışma tarzı tutturdu.

Fethullah Gülen'in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle özellikle Ege bölgesinde hem taraftar, hem de para sağlanıyordu.

Abdullah Yeğin, Hulusi Efendi, Şerafettin Kartal, Bayram Yüksel ve diğer önemli Nurcu Ağabeyler "Bantla hizmet olmaz" diye bu örgütlenme tarzına karşı çıktılar. Buna rağmen, Fethullah Gülen bu tarzda ısrar etti. Kemal Erimez, Mustafa Birlik, İlhan İşbilen, Cahit Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi bölgenin ileri gelen Nurcuları da Fethullah Gülen'in yanında yer aldılar.

Fethulfah Gülen, Nurculuğun içinde bir 'Fethullahçılık' oluşturma çabasına girmişti. Üstelik Fethullah Hoca vasıtasıyla cemaate katılanların bazıları Fethullah Hoca'va Mehdi, Hz isa, Kahtani qibi manevi sıfatlar yakıştırıyorlardı.

Fethullah Gülen, 'ağabeylere' ilk muhalefet bayrağını MHP'ye yönelik savaşın hizmete yakışmadığını ifade ederek, açtı.

Erbakan etrafındaki hareketlenme de, Nurcuların zeminini önemli ölçüde etkiliyordu. Özellikle Ankara'daki Nurcuların Erbakan'ın yanında yer alması, İstanbul'daki Nurcuları kızdırdı. Bu yüzden İttihad gazetesinde AP yanlısı yayınlara ağırlık verildi ve yeni parti kurmak isteyenlerin aleyhinde yazılar çıkmaya başladı. Bu durum ise bir anda yeni parti kurmak isteyenlerin tepkisini çekti.

ERBAKAN PARLAMENTOYA GİRİYOR

12 Ekim 1969'da yapılan seçimde Konya'dan bağımsız adaylığını koyan Necmettin Erbakan milletvekili seçilince, AP içinde kendine yakın kimi milletvekilleriyle yakınlaştı. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ile kurulacak parti için birlikte çalışmaya girişti. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ve arkadaşları, Nurculardan açıkça destek almaya çalıştıkları için beklemek zorunda kaldılar.

Zübeyir Gündüzalp, Paksu ve arkadaşlarına yüz vermedi. Buna rağmen Erbakan ve arkadaşları "Hak geldi, batıl zail oldu" ayetini slogan haline getirerek 26 Ocak 1970'te Milli Nizam Partisi'ni (MNP) kurdu.

Anayasa Mahkemesi'nin MNP hakkında kapatma davası açması da o güne kadar partiye mesafeli duran birçok Nurcunun "İslam'ın partisi olduğu tescil edildi" diyerek, MNP'ye yönelmesinde etkili oldu Nurcuların tabanında çatlamalar ve kaymalar olmuştu. Bilhassa küçük şehirlerdeki, kasaba ve köylerdeki Nurcular, MNP'nin saflarında faal olarak çalışıyordu.

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP ÖLÜNCE...

12 Mart 1971 muhtırası Nurcuları da tedirgin eden bir darbe oldu. Muhtıradan hemen sonra, 2 Nisan 1971 'de cemaatinin lideri Zübeyir Gündüzalp öldü. Otorite, kontrol ve yönetme yeteneğine sahip Zübeyir Gündüzalp'in boşluğu doldurulacak gibi değildi. Nurcu Yeni Asya cemaati için, "Bundan sonra ne olacak?" kaygısı yeniden başladı.

12 Mart yönetimi genelde Nurcuları kollamasına rağmen, İzmir'de Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik tutuklandı. Bekir Berk onları savunmak için İzmir'e gitti, itiraz dilekçelerini yazdıktan sonra Balıkesir'e geçti ve orada bir 'nur ayini' sırasında yakalandı.

Tutuklanan Bekir Berk, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığına sevkedildi. Bademli Askeri Hapishanesinde Nurculuktan içeriye alınan dört gruba mensup elli üç kişi vardı. Bekir Berk ve diğerleri açıkça Nurcu olduklarını söyleyip müdafaa yaparlarken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik Nurcu olduklarını gizlediler. Ama bunun bir faydası olmadı; Bekir Berk 1 yıl ceza alırken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik üçer yıla mahkum edildi. Diğerleri ise beraat etti.

Erbakan ve arkadaşları 12 Mart'tan sonra MSP'yi kurdu. MSP kısa zamanda örgütlendi ve ilk seçimde Türkiye'nin üçüncü partisi olmayı başardı.

MSP'den sonra Yeni Asya cemaati en büyük dini gruptu. Fethullah Gülen ise Yeni Asya cemaatinin içinde, adeta bir uçbeyi gibiydi. Gülen, bağımsızlığını ilan etmek için uygun zaman kollayan bir küçük grubun lideriydi. Zübeyir Gündüzalp'in ölümünden sonra Yeni Asya cemaatinin yıprandığını, MSP'nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözlüyordu.

Kafasındaki hedeflere ulaşabilmek için, MSP'nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardı. MSP'ye yakınlaşmak, uzun vadede Fethullah Gülen için daha yararlı olacaktı. Bu düşünceyle MSP çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar gönderdi. Yeni Asya cemaatini eleştirdi, MSP'nin gayretini övdü. Böylece MSP ile Gülen arasında bir yakınlaşma başladı.

MSP'liler bu durumdan memnundu. Çünkü Yeni Asya cemaatini Fethullah Gülen vasıtasıyla bölmek, zayıflatmak mümkündü. Erbakan, kurmaylarına "Fethullah Gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun" talimatı verdi.

İşte bu yakınlaşmayla Fethullah Gülen'in yıldızı parlamaya başladı. Temelini attığı, alt yapısını oluşturduğu cemaat bir anda hareketlendi. İzmir Bornova Camii'ne her taraftan akın akın insanlar gidiyor, cuma vaazları veren Fethullah Hoca'yı dinliyordu. Vaazdan sonra misafirler, Gülen cemaatine ait dersanelerde ağırlanıyor ve teyp kasetlerinden yine Fethullah Hoca'nın önemli vaazları dinletiliyordu.

Yeni Asya ileri gelenleri Fethullah Gülen ve cemaatini tamamen kopmaması için, Fethullah Gülen'in vaazlarından bazılarını 'Hitap Çiçekleri' adıyla kitaplaştırdı. Fakat istenilen yakınlık kurulamadı.

Bunun üzerine Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Mustafa Bayram gibi ileri gelenler Fethullah Gülen'i ziyaret ettiler. Ama artık kemikleşmiş bir çevre oluşturmayı başaran Fethullah Gülen, kendi hareket tarzında ısrarlıydı. Kemikleşmiş taban MSP'lilerden oluşmuştu. Mustafa Birlik, Kemal Erimez gibi Nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de Fethullah Gülen'in yanındaydı. MSP teşkilatları Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi.

MSP'liler her yerde Fethullah Gülen'in propagandasını yapıyorlardı. MSP'lilere göre, Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP'liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu.

Nurcular arasındaki bölünmelerden yararlandı. Zaman zaman 'yazıcılar'la zaman zaman da 'okuyucular'la davrandı. Nurcu-MHP kapışmasında MHP'den yana tavır koydu.

GÜLEN YENİ ASYA'DAN KOPUYOR

Fethullah Gülen "ortadaki insanlara" MSP'lilerin teşkilatları sayesinde ulaşmayı hedeflemişti.

Nurcular arasındaki bölünmelerden yararlandı. Zaman zaman 'yazıcılar'la zaman zaman da 'okuyucular'la davrandı. Nurcu-MHP kapışmasında MHP'den yana tavır koydu.
Daha henüz dikkate alınmıyordu, yeterince güçlü değildi ama bu yolda sessiz ve derinden ilerlemesini sürdürüyordu. En büyük avantajı, hitabeti, gözyaşı dökmesi, etkileyici yapısıydı. Zaten Yeni Asya cemaati gibi, kendi cemaati de artık kamplara, dersanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi zenginliğe sahipti. Yeni Asyacılar gibi Nurcuların şematik örgütlenmesini kurmuştu. O cemaatten tek farkı, Yeni Asya'yı bir heyet yönetirken, cemaati Gülen tek başına yönetiyordu. O bir yıldızdı.

Bu dönemde Fethullah Gülen devlete yakınlığını da ilan etmeye başladı. 1977'de yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirdi, "İslam'da boykot yoktur" diye konuşarak boykotu kırdı ve gücünü gösterdi.

MSP'lilerin tam desteğini alan, başka cemaatlerden de taraftar kazandığını gören, maddi ve manevi olarak güçlendiği belli olan ve Yeni Asya cemaatinin özellikle siyasi fanatikliği nedeniyle yıprandığını gören Gülen, artık bağımsızlığını ilan etme zamanı geldiğini anlamıştı. Yeni Asya'yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlayıp, cemaatini Yeni Asya cemaatinden ayırdı. Yeni Asya cemaatinden bazı dersaneler de Fethullah Hoca'nın tarafına geçince büyük bir şok yaşandı. Yeni Asya cemaatinde tam bir şaşkınlık hakimdi.

FETHULLAH GÜLEN - ERBAKAN KAPIŞMASI

Fethullah Hoca'nın gözü yaşlı vaazları çok etkili oldu. 1978'de yayınlamaya başladığı Sızıntı dergisi etrafında oluşan beyin takımına sahipti. MSP'lilerin teşkilatlarının desteği de buna eklenince Fethullah Gülen ve cemaati etkili bir cemaate dönüşmeye başladı. Yeni Asya cemaatinden kopan, ama MSP'nin gölgesinde kalan Fethullah Gülen cemaati, bu hamlelerle cemaatler arasında üçüncü sıraya yükseldi. Yazıcılar ve diğer Nurcu gruplar zaman içnde etkinliklerini yitirmiş, çoğu Fethullah Hoca'nın cemaatinde yer almaya başlamıştı.

Fethullah Gülen yeteri kadar güçlendiği inancına varınca MSP'lilikten de kurtulması gerektiğine karar verdi. Yurt müdürlüğü, cemaatin çeşitli kurumlarındaki görevler, dersane sorumlukları gibi çekirdek kadrolar, MSP'li olanların elinden alınıyor ve kendisini Fethullahçı kabul edenlere devrediliyordu.

Çoğu kimse bu dönüşümün farkında değildi. Yapılan değişiklikler 'hizmette nöbet değişimi' olarak sunuluyor ve öyle değerlendiriliyordu.

Fakat bir süre sonra MSP'liler durumu fark ettiler. Bu yüzden ortaya "MSP'lilik-Fethullahçlık" tartışmaları çıktı. 'Nazik' başlayan tartışma giderek sertleşti. Fethullah Gülen 24 Haziran 1980'de yaptığı bir vaazda isim vermeden MSP'yi ve MSP'nin yayın organı Milli Gazete'yi eleştirince, kapalı devre süren tartışmalar açığa çıktı.
Gülen özellikle Orta Asya'da açtığı okullarla dikkat çekti ve bu nedenle ödüllendirildi (altta).

Bu olay, Fethullahçılarla MSP'lilerin ilk gerginliğiydi. Bu sürede Fethullahçılar MSP'lilerin öfkesi

Gülen özellikle Orta Asya'da açtığı okullarla
dikkat çekti ve bu nedenle ödüllendirildi (altta).


ve görülmedik tepkisi yatışsın diye sessiz kalmayı tercih etti. Bu süreç içinde kendilerini bu noktaya getiren MSP'lilerin büyük bölümünü, bazı müridlerini de kaybetti Fethullahçılar. Ama, MSP'lilerin öfkesi ve tepkisi zamanla yatıştı. İki taraf da birbirlerini 'kazanmak' düşüncesiyle hareket ediyordu. MSP yönetimi Fethullah Gülen'e karşı açıktan tavır almamıştı. Erbakan da, açıktan Fethullah Gülen'i hiç eleştirmemişti. Ayrıca ülkedeki gelişmeler bu kavganın açıkça sürmesini de engeller. 12 Eylül askeri darbesi sonucu MSP kapatılır, Erbakan da cezaevine gönderilir.

12 Eylül 1980 darbesinin ilk günlerinde İslamcı çevreler büyük bir korku yaşadı. Fakat çok geçmeden durumun pek de korkulacak gibi olmadığını farkettiler. Darbenin lideri Kenan Evren, neredeyse dini cemaatlerin yapmak istediklerini yapar hale gelmişti.

Evren yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda ayetler, hadisler okuyor, İslamı övüyordu. Darbeciler, cemaatlerin desteği karşılığında okullarda dini eğitimi zorunlu hale getirdiler. Buna karşı Felsefe zorunlu ders olmaktan çıkarılıp seçmeli hale getirildi. Evren'in bu tutumu dini cemaat ve tarikatları rahatlattı. Ortam neredeyse tam aradıkları gibiydi.

DARBECİLER VE CEMAATLER İTTİFAKI

12 Eylül darbecileri de, özellikle Anayasa oylamasına taban bulmak amacıyla, İslamcı çevrelere hoşgörülü davrandılar. Hatta kimi cemaatlerle de doğrudan ilişkiye geçtiler. Nurcuların kimi ileri gelenleri, darbecilerle yakınlık kurmuştu. Erzurum'da bulunan Mehmet Kırkıncı Hoca bunların başında geliyordu.

Mehmet Kırkıncı Hoca, Kenan Evren'e mektup yazarak neler yapılabileceğine dair önerilerde bulunmuş, darbecileri överek dualar etmişti. Mehmet Kırkıncı'nın Demirel'e bağlı Yeni Asya cemaati içinde çok etkili olduğunu öğrenen darbeciler de ona yakınlık gösterir ve özel görüşmelerde kendisine yardımcı olacaklarını söylerler. Kırkıncı Hoca, Fethullah Gülen ile işbirliği yapınca, ortaya büyük bir güç çıkar.

Fethullah Gülen hakkında aranıyor afişleri asılı olmasına rağmen darbecilere tam destek veriyordu. Sızıntı dergisinde askerleri öven başyazılar yazdı. Darbeden bir ay sonra yazdığı 'Asker' ile, daha sonra kaleme aldığı 'Son Karakol' başlığını taşıyan başyazılarda askerlerin 'tepe' bir varlık olduğunu söyleyerek, anadan doğma asker millet olduğumuzu belirtti. Gülen'e göre, asker tam zamanında yetişmeseydi, "Bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı." Ve Gülen 12 Eylül'den günümüze kadar 'ağlayarak' vaazların sürdürdü...

Kaynak: Haberbilgi.com (şubat 2001)



FETHULLAH GÜLEN VE NURCULAR I


FETHULLAH GÜLEN VE NURCULAR II


FETHULLAH GÜLEN VE NURCULAR III