Pages

1 Eylül 2011 Perşembe

0 Türk Oyunu Mungala


Tarihi araştırmalar bu oyunun Sakalar, Hunlar ve Göktürkler döneminde oynandığını göstermektedir.
Dünyada “Coffee House” kültürünün temelleri 1554 yılında İstanbul’da atılmış; İstanbul’dan sonra günümüz Avrupa’sında kahve kültürünün izleri 1650 yılından itibaren, bizden 96 yıl sonra görülmeye başlanmıştır. Günümüze, bu güçlü temellerin atıldığı dönemin kahve kültürünü yansıtan sadece iki adet görsel kaynak miras kalmıştır. İki kaynak da İstanbul’da resmedilmiştir. Mangala oyunu, iki görsel kaynakta da bulunan oyunlardan birisidir.
Mangala, tarih boyunca kumar amaçlı olarak oynanmamıştır. Ülkemize gelen yabancı seyyahlar, Türklerin bu oyunu saatlerce hiç tartışmadan zevkle oynadıklarını ve asla parayla oynamadıklarını seyahatnamelerinde anlatmışlardır.
Dünyanın farklı ülkelerinde mankala oyunları oynanmaktadır ancak Mangala’yı diğer mankala oyunlarından ayıran kimi özellikler vardır. Diğer mankala türlerinde taşlar genelde “tohum” adını almakta, taşları hareket ettirme ise “tohum saçma” olarak ifade edilmektedir. Bu da o kültürlerin ziraatçı bir toplum olduklarını göstermektedir. Oysa Türk Mangala’sında taşlar “asker” olarak görülmektedir; bu da oyunun bir çiftçilik oyunu değil, savaş oyunu olduğunu ortaya koymaktadır.
Türk Mangala’sının bir diğer farkı ise alınan taşların bir tanesinin kendi otağına, yani çukuruna bırakılmasıdır. Diğer mankala oyunlarında kendi çukuruna taş bırakma olayı yoktur. Mangala’da kendi çukuruna bir taş bırakma kuralı, Türk sosyal hayatındaki baba ocağına sahip çıkma geleneğinin bir tezahürüdür. Taş kazanmak için rakibin taşlarını çift yapma kuralı ise Türk inanç ve devlet
sistemi tarihindeki ikili anlayışı sembolize etmekte ve Türklerin geleneksel dünya görüşüne uygun düşmektedir. Eski Türklerin göğü baba, yeri ana olarak kabul etmesini; Türk devlet sistemindeki töles-sol ve tardus-sağ ile idare yapıdaki yabgu ve şad sistemi gibi çiftleri bu duruma örnek gösterebiliriz.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mangala’nın kültürümüzün köklü bir başlığı olduğunu, oyunun genç kuşaklara tanıtılmasının, yaygınlaştırılmasının yararlı olacağını, kültürel ve turistik alanlarda ülkemizin tanıtımına katkı sağlayacağını bildirmiştir.
Mangala’nın çağdaşı olduğu diğer oyunlardan farkı , dağdaki çobandan, 70 yaşında ki bilgine, İstanbul’da sarayda ki Hanım Sultandan, 5 yaşında ki çocuğa kadar her yaştan ve kültürden insanın oynayabilmesidir.
Araştırmacı Philip Townshend’e göre bir toplumda, insanlarda en çok beğenilen ve örnek alınan niteliklerden şu yedisi Mangala oyunuyla ilgilidir:1-Kurnazlık 2-Uyanıklık 3-Önceden görme 4-Esneklik 5-Direnme 6-Sağgörü 7-Bellek.

MANGALA OYUNU NASIL OYNANIR?

Mangala Türk Zeka ve Strateji Oyunu iki kişi ile oynanır. Oyun tahtası üzerinde karşılıklı 6’şar adet olmak üzere 12 küçük kuyu ve her oyuncunun taşlarını toplayacağı birer büyük hazine bulunmaktadır. Mangala Oyunu 48 taş ile oynanır.
Oyuncular 48 taşı her bir kuyuya 4’er adet olmak üzere dağıtırlar. Oyunda her oyuncunun önünde bulunan yan yana 6 küçük kuyu, o oyuncunun bölgesidir. Karşısında bulunan 6 küçük kuyu rakibinin bölgesidir. Oyuncular hazinelerinde en fazla taşı biriktirmeye çalışırlar. Oyun sonunda en çok taşı toplayan oyuncu oyun setini kazanmış olur. Oyuna kura ile başlanır. Oyunda 4 ana temel kural vardır.
  • 1- Kura neticesinde başlama hakkı kazanan oyuncu kendi bölgesinde istediği kuyudan 4 adet taşı alır. Bir adet taşı aldığı kuyuya bırakıp saatin tersi yönünde, yani sağa doğru her bir kuyuya birer adet taş bırakarak elindeki taşlar bitene kadar dağıtır. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse, oyuncu tekrar oynama hakkına sahip olur. Oyuncunun kuyusunda tek taş varsa, sırası geldiğinde bu taşı sağındaki kuyuya taşıyabilir. Hamle sırası rakibine geçer.
Her seferinde oyuncunun elinde kalan son taş oyunun kaderini belirler.
  • 2- Hamle sırası gelen oyuncu kendi kuyusundan aldığı taşları dağıtırken elinde taş kaldıysa, rakibinin bölgesindeki kuyulara da taş bırakmaya devam eder. Oyuncunun elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını çift sayı yaparsa (2,4,6,8 gibi) oyuncu u kuyuda yer alan tüm taşların sahibi olur ve onları kendi hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.
  • 3- Oyuncu taşları dağıtırken elinde kalan son taş, yine kendi bölgesinde yer alan boş bir kuyuya denk gelirse ve boş kuyunun karşısındaki kuyuda da rakibine ait taş varsa hem rakibinin kuyusundaki taşları alır, hem de kendi boş kuyusuna bıraktığı taşı alıp hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.
  • 4- Oyunculardan herhangi birinin bölgesinde yer alan taşlar bittiğinde oyun seti biter. Oyunda kendi bölgesinde taşlarını ilk bitiren oyuncu, rakibinin bölgesinde bulunan tüm taşları da kazanır. Dolayısıyla, oyunun dinamiği son ana kadar hiç düşmez.
Mangala Oyunu 5 set olarak oynanır.
Oyunu kazanan oyuncu (1) puan, kaybeden (0) puan ve berabere bitiren oyuncular yarım (0,5) puan alır.

MANGALA’NIN TÜRK ZEKÂ OYUNLARI VE SATRANÇ’LA ORTAK ÖZELLIKLERİ
Türklere ait Mangala oyununun, ortak noktalarına bakıldığında, diğer Türk Zekâ Oyunları ve Satranç ile akrabalığı olduğu görülmektedir. Bu da bizi, gelişmiş bir zekâ oyunu olan Satranç’ın bir Türk oyunu olabileceği düşüncesine ulaştırmaktadır. “Bu da nerden çıktı?” denilebilir. Bu yüzden konuyu biraz açmak istiyoruz.
Milletimiz yeni bir keşif yaptığında eskisini hemen bir kenara atmıyor. Onu da hatırasına hürmeten yaşatıyor. Milletimizin bu hasleti, gerek Mangala, gerekse diğer oyunlarımızda görülmektedir. Oyunların hem geliştirilmiş hallerinin, hem de kendilerinin var olmaya devam etmesi kültürel zenginliğimizin tabii bir sonucudur. Bir oyun türünde bu kadar alt çeşidin bulunmasının sebebi ise ayrıca araştırılmalıdır, diye düşünüyoruz. Bugünkü bilgilerimize göre, incelediğimiz yüzden fazla Mangala oyunundan hangisinin diğerinden daha önce oynanmaya başladığını bilemiyoruz. Hâlbuki 3 Taş, 9 Taş, 12 Taş oyunlarında bu gelişmeyi kabaca takip edebiliriz.
Mangala oyununun dünyanın ilk zekâ oyunu kabul edilen Satranç’tan önce oynandığı, Kazakistan’daki Almatı Dastarbası Dokuz Kumalak Kayası buluntusu ile sabittir. Diğer Türk Zekâ Oyunlarından önce mi oynanmıştır, bunu da bilemiyoruz. Mangala oyununun bugün oynandığı ülkeler, bölgeler, oyunun çeşitleri, yayılma alanları, oyunun Kös, Dama ve Satranç oyunuyla birlikte aynı kültür çevresinde geliştiğini ve dünyaya dağıldığını düşündürtmektedir. Mangala’nın Kös, Dama, Küşte veya Kuşta, Satıra ve Satranç’la ortak yönlerine bakıldığında görülen ilk husus, bu oyunların birbirinin devamı olduğudur. Bu oyunlar, birbirinin geliştirilmiş halidir. Oyunlar, ana aileleri ve alt çeşitleriyle diğer oyunlardan etkilenmiş, gelişim ve değişim dönemlerinde onlardan aldıklarını hazmetmişlerdir. Bu bakımdan Satrançtan bahsederken, bir tek oyunun gelişmiş halinden değil, birkaç oyunun özelliklerinden yararlanarak gelişmiş bir oyundan bahsedebiliyoruz. Kanaatimizce Aşık veya diğer taş oyunlarının, zamanla çağdaşı diğer Türk Oyunlarından da özellikler alarak Kös, Dama, Mangala, Satıra (Satrancın benzeri bu oyunda oyuncular sosyal tabakayı temsil etmektedir) ve daha sonra da hakanların ve yüksek tabakanın oynadığı bir oyun olan Satranç haline dönüşmüştür. Satranç ile Mangala’nın şaşırtıcı derecede benzerlikleri görülür. Bu benzerlik, bugüne kadar Satranç’la daha başka bir oyun arasında, mesela Eski Mısırda oynanan ve Satranç’ın atası olarak nitelenen Senet oyunu arasında kurulamamıştır. Mangala’daki şu özellikler satrançta da vardır:
  1. Zekâ oyunudur.
  2. Taktik, gelecek oyunları uzağı görme, rakibi takip etme, oyununu bozma, şaşırtma gibi unsurları içeren bir savaş oyunudur.
  3. Evlerde ve ortak sosyal mekânlarda oynanır.
  4. Oynayanlarda zekâ gelişimi sağlar.
  5. Avuca saklanan taşı bilen oyuna başlar.
  6. Oyuna ilk başlayan, oyun kurucu olarak daha iyi bir konum elde eder.
  7. Taşlar renklidir.
  8. Düşünmeye izin verilir.
  9. Oyuna karışmaya izin verilmez.
  10. Oyunda şansın yeri yoktur.
  11. Eline aldığı taşı geri bırakamaz.
  12. Özel güçleri olan taşlar vardır; Dede’nin olduğu kuyuya kimse dokunamaz.
  13. Sıradan güçteki taşlar, bazı durumlarda özel taş haline gelir.
  14. Birden fazla taşı özel konumdaki taş olabilir.
  15. Oyunda farklı yönlere oynamak mümkündür. Ülkemizde sağdan sola veya soldan sağa oynanan çeşitleri olduğu gibi her iki yöne oynanabilen çeşitleri vardır.
  16. Birçok türünde sağ ve sol köşedeki haneler, kuyular kale olarak görülür.
  17. Oyunun geneli ve oyuncular askeri sistemi temsil eder (Ordu-Millet düşüncesi). Milletimiz, bir sıra karşılıklı dizilmiş kuyulara kale, hane veya ev, kuyulara konulan taşlara da asker, çocuk vb. gözüyle bakmıştır. Arap âlemindeki Mankala-Min Kale veya Bin Kale- adlandırmasının bu anlayıştan kaynaklandığı tahmin edilebilir.
  18. Kuyulara kale denildiği gibi taşlara asker de denilir.
  19. Oyunun felsefesi Türk Devlet ve Aile sistemiyle ilgilidir.
  20. Kuyulardaki taşların belli bir sayıya gelince ele geçirilmesi söz konusu olduğu için bu hedefe yönelik (Satrançta Şah ve Vezir için hamle yapılması gibi) hamle yapılır.
  21. Rakibin ikaz edilmesi söz konusudur.
  22. Hane oyununda Piç Taş ve Kemik gibi özel taşlar vardır ve Piç Taş’ı (satrançtaki şah gibi) alan oyunu kazanır.
  23. Eşitlik durumuna Pat oldu denir.
  24. İkiden çok kişiyle oynanan türlerinde ortaya çıkan tablo Satranç tahtasına benzer.
Satrançla ilgili bilgilerimizi hatırlayalım: Kaynaklarda 4000 yıl öncesinden Mısır piramitlerinde oyunla ilgili bilgiler bulunduğu, Çin’de, Mezopotamya ve Anadolu’da oynandığı, M.S. 3-4.yy.da Hindistan’da oyuna Çaturanga denildiği, ilk yazılı belgelerin orada olduğu, sonra İran’a, Araplara, Endülüslülere, İspanya üzerinden Avrupa’ya yayıldığı kayıtlıdır. Mısır piramitlerindeki oyun Senet Oyunu’dur ve satrançla iki kişi oynanması, tahtası ve taş şekilleri dışında bir benzerliği yoktur.(Resim 11) Araştırmamıza rağmen Hint belgelerini henüz göremedik.


senet
Resim 11: Piramitlerde bulunan Senet Oyunu
Kilise, 1061 yılında Satrancı İslâm kültürünün bir parçası olarak ilan etmiş ve oynayanları aforoz etmiştir. Hülasa Türk kamuoyu bu oyunu Hint kökenli bir oyun olarak bilmektedir. Oyunda Fil’in bulunması, nedense bizi farklı bir köken var mı diye düşünmekten ruhi olarak alıkoymuştur. Hâlbuki oyuna Fil’in girmesi 1200 yıllarına rastlamaktadır. İngilizlerin Hindistan’daki sömürge yönetimi döneminde Atlı Polo ve benzer oyunlar gibi bu oyunu da sevip ülkelerine taşıdıklarını belki duymuşuzdur ama Şah-Mat, Küşte veya Kuşta, olarak da bilinen Satranç’ın kökenini milletimizde aramak aklımıza gelmemiştir. Oyunun Türkler tarafından Altay’da şekillendirildiği, geliştirildiği, Altay’daki adının Satıra olduğu ülkemizde pek bilinmez. Türkler tarafından Hindistan’a götürüldüğü, Türkler araştırmayınca oyunun kökeninin kamuoyunun dikkatinden çıkarıldığını ve başkalarına mal edildiğini bilmeyiz. Hâlbuki Batı’da icat edilen ilk Satranç makinesinin adı “The Turk”dür. Hakkında yüzlerce makale, kitap ve film vardır. Bu mekanik makinenin yapılmış resimleri elimizde bulunmaktadır. Osmanlı kıyafeti giymiş bir satranç oyuncusu bir masa şeklindeki makinenin bir tarafında haşmetle oturmaktadır. (Resim 12) The Türk’le Elizabeth ve Napoleon da satranç oynamıştır. Sadece bu fotoğraf bile oyunun kökeni hakkında bize yeterince bilgi vermektedir. Aklımızda bulunması gereken nokta şudur: Oyunun kökeni konusunda henüz bir netlik yoktur.
Turk
Resim 12: Karl Gottlieb von Windisch’in 1784 tarihli Inanimate Reason adlı kitabından Türk makinesiyle ilgili gravürü


Atalarımızın, birbirine benzeyen oyun ve malzemelerinden sıkıldığını, zamanla bunları geliştirerek, her taşın şeklini farklılaştırdıklarını, önceleri bir yönde taşları oynarken daha sonra farklı yönlerde oynamaya başladıklarını, taş sayısını azaltıp çoğaltarak yüzlerce deneme yaptıklarını, sonra onlarca taşla oynadıkları oyunu daha az ve farklı güçteki taşlarla oynamaya başladıklarını, bazı taşları daha önemli hale getirip, olağanüstü güçler yüklediklerini, oyunu zorlaştırdıklarını, en önemli taş alındığında oyunu bitirecek şekle dönüştürdüklerini, düşünüyoruz. Mangala’yı daha zevkli hale getirmek için zorlaştırma (Kuyu, taş sayılarının artması, yön değişiklikleri) çalışmaları bir noktada tıkanınca yeni arayışlar başlamıştır. Bu arayışlar belli durumlar için özel taşların ilavesiyle, bunların çoğaltılması ve oyun tahtasının yarısının özel taş olmasıyla sonuçlanmış ve Altay’da oynanan ilkel Satranç (Satıra) doğmuştur (Resim 12). Satıra’da Hakan, Batır, Asker ve yedek oyun taşları bulunmaktadır. Kanaatimizce Mangala kuyularında biriken çok sayıdaki taşı, daha sade bir şekilde ifade etmek ve durmadan taş dağıtarak vakit kaybetmemek için satrancı bulmuşlar, kültürümüzdeki birçok öğeyi, meselâ kemiği de önce Mangala, sonra Satranç tahtasında yaşatmışlardır. Doğal olarak bu süreç, bilim adamlarımızın, tarihçilerin, arkeologların, halkbilimcilerin, edebiyatçıların himmetine muhtaçtır ve araştırılmalıdır.

0 yorum: